TAKILIYORUM... AMA ÇÖZEMİYORUM...

Abone Ol
Tarihimizin ne denli derin, ne denli gizemli detaylar  taşıdığını bir kez daha gördük. 
Otobüs yolculuğunun o katlanılmaz zorluğu içinde,  zamanın nasıl geçirebileceğini kanıtladık. Güldük,  fıkralar anlattık,  şarkılar söyledik...Çoktandır  hepimiz unutmuştuk, sanal dünyadan kopup, insan  gibi iletişimde olmayı...Aramızda ne kaliteli sesler  olduğunu ortaya çıkardık. 6 Km. Uzunluğundaki Bulak Mencilis Mağarasında  400 m. gidildiğini, sonrasının izinle olabildiğini,  mağaranın yaz kış 15 derece sıcaklıkta ve  Türkiyenin 4. Büyük mağarasını olduğunu öğrendik.  Beyinlerimize o sarkıtların oluşumuyla ilgili jimnastik  yaptırdık. Dünyayla ilişiğimizi kesmenin keyfini doya doya yaşadık...
1798 yılında yapılan 60 metre yüksekliğindeki İncekaya Su Kemerinin yıkılmaması için kıvrımlı bir plana oturtulduğunu ve bu kemerin Eski Safranbolu’ya su sağladığını öğrendik...
Kristal Teras’a çıkıp 116 metreden ¼ lük konsol  çalışılmış bir yelpaze konstrüksiyondan kanyonun dehşet güzelliğini duyumladık. Ve bu sistemin 80 ton ağırlık kaldırabildiğini öğrendik...
Yörük Köyünün en eskisi 450 en yenisinin 100 senelik evlere sahip olduğunu ve dünyaca ünlü sopranomuz Leyla Gencer’in kökünün bu köyden geldiğini hafızalarımıza yerleştirdik. Fotoğraflar çektik...Bu paha biçilmez tarihi değerlerin bakımsızlıktan nasıl kaderlerine bırakıldıkları içimizi yaktı. (Oysa yaşadığımız kentte sürekli inşaatın yaz-kış değişmez kuralla ne paralar harcandığını hepimiz maalesef biliyoruz. Değişim adına ne ucubeleri gözümüze gözümüze soktuklarını da hayretler içinde sus-pus seyrediyoruz. Oysa buralar o paralara restorasyonları yapılıp korumaya alınmalılar...Sahipsiz biçare tarih mahsun mahsun  ayakta kalmaya direniyor. )
Safranbolu ve çevresi Osmanlılar zamanında ya padişahın sadrazamları ya da sürgün yerleri olduğu  için oldukça zengin bir yerleşim yeriymiş. Cinci Hoca lakaplı-ki cinlerle pekbir içiçeymiş kendileri Karabaşzade Hüseyin Efendi Safranbolu eşrafından Şeyh Mehmet Efendinin oğluymuş. Cinlerle uğraşıp mucizeler yarattığı düşünülünce saray onu ihya etmiş...O da inşaata sarmış...Ama titizlikle uğraşılmış yapılara...
Sipahioğlu Konağında, gelenleri zevkle ve komik uslupla geçmişe götüren yedi kuşak Sipahioğlundan gelin hn. teyze bizi aydınlatıp güldürdü ve sonra da nefis gözlemelerinden yedirdi, buram buram kokan tarihi konağın avlusunda...Çamaşırhanenin hikayesini dinledik. Eski gelenek evde yokumun anlatımını gördük-zincirle sıkı sıkı kapı tokmağı sarılmışsa evde yokuz, az sarılmışsa yakındayım geleceğim anlamına geldiğini öğrendik.  Devrek’de dünyanın en ünlü bastonlarının 1.5 milyara kadar çıkan hikayelerini dinledik...
Şehirciliğin oluşmasında komşuluğa saygının önemini, evlerin inşasında biribirinin ışığını kesmemesinden anladık-boğazda şahane deniz gören bir evin, birgün pat diye, önündeki yeşil alana bina çıkıldığına şahit olmuştum. Ben merkeze dönüş, istemiyorum bu salak egoları yaaa...
Sonra İstanbul’a dönüş... mutlaka öğrencileri de benim gibi kötü etkiledi. Çarpık yapılaşma, gürültü, trafik, şehir üstüne sinen bir lağım  kokusu...Çok değil 50 sene de Romadan Bizanstan Osmanlıdan kalan dantel işlemesi şehri, bu hale  getirdik...tarihi evleri yıkıp yeni lüks inşaatlar(!) yıkamazsak yakarak yaptık. Yakamazsak sahiplerini öldürerek yaptık...Kanalizasyonlar, çarpık yenileme çalışmaları...offf uyuz oluyorum...
Derken...
Bir çocuk, daha 7 sinde, yerde yatıyor... titriyor, yüzü mor ağzından köpükler çıkıyor, yanında  yatan bir bebek ağzına bir el hortumla hava  vermeye çalışıyor...can çekişiyorlar herbir karede ölüm dehşet bir şekilde kol geziyor...Gaz verdiler, kimyasal savaş, yazık diyor birileri...dünya  izliyor sadece...şükrediyorlar kendilerinde  olmadığına...neyim deme nolcam de arkadaş...
Sheltoks yeyip yerde can çekişen böcekler gibi  katledildiler çoluk çocuk...dünya sadece yorum yapıyor...giden gidene acı içinde...sırayla kan  gölüne dönen bu ülkeler çok uzakta değil, bizim komşularımız...camiye bömbalar atılıyor...Japonyada  nükleer sızıntı can alıyor detaylardaki derinliği bilen  yok...
Zalim miydi insanoğlu bu kadar mıydı? Bu yüzyıla  yakışır mı bu vahşilik...Bilinçlenmenin getirisiyle,  Haçlıordusu mantığı, kelle kesme mantığı, kazığa  sokma mantığı yıllar sonra geri dönüş gizemine mi  döndü? Tarih tekerrür dedikleri bu mudur?
Birileri Safranbolu’ya gidiyor, Kurban Bayramı için  turlarda Phuket adası ve çevresi biletleri tükenmiş,  sabah kahvaltısına Paris’e gidenler... başka bir  yaşam mı bu şimdi?
Bu zemberek nasıl oturacak yerine? 
Düşünemiyorum sadece bi fısıldı dudaklarımda; 
Allahım affet bizi...