TACETTİN DİKER VE HATIRLATTIKLARI

Abone Ol
Gölge tiyatrosunun nerede ne zaman başladığı hakkında kesin bilgilerimiz olmamakla beraber bizim değerlerimizi yansıtan fevkalede özellikleri olan bir temaşa sanatıdır.
İnsan ve eşyanın tabiatına uygunluk arzeden bir başka yönüyle de medeniyetimizin göstergesidir de.
Ne yazık ki layıkıyla gündemimize alamadığımız bu temaşa sanatı, sayısız özelliklerle güzellikler ihtiva etmektedir.
Muhiddin Arabinin Fütuhat-ı Mekkiye adlı eserinde, ‘hani görmediğimiz biri perdeye bir takım suretler yansıtır ve onlara bir şeyler yaptırır ve söyletir ve vazifeleri bittikten sonra onları perdeden çeker ya. İşte biz insanlarda görmediğimiz âlemlerin sahibi tarafından gönderildiğimiz bu âlemde bir şeyler yapar söyler ve ömrümüz hitama erince hayat sahnesinden çekiliriz.’ Buyurduğu gibi Tacettin Diker de ömrünü vakfettiği bu sanatla alakalı vazifesini ifa etti ve perdeden çekildi.
Yukarıdaki ifade ile verilmek istenen dersin iyi idrak edilmesi ve iyi düşünülmesi lazım geldiğini hepimiz biliriz.
Diğer bir yönüyle de gölge tiyatrosunun Karagöz ve Hacivat’tan oluşan iki temel karakterinden Hacivat münevveri, Karagöz ise umumi manada halkı temsil etme özellikleri vardır.
Bunlarla beraber kürt, arnavut, laz, rum, yahudi gibi farklı lehçeleri, şiveleri de yer yer dâhil ederek bu coğrafyada yaşayan gibi unsurlardan oluşturur. 
Aralarındaki muhavereler esprili ve medenicedir. Meslekleri inançları, düşünceleri birbirini kırmamak, horlamamak üzere kuruludur. Kolay kolay nezaketsizlik edilmez. Zaten hep derler ‘sürçi lisan edersek affola’ diye… 
Umumiyetle hayâllerin hakikatleri yansıtmaya çalışıldığı ve hayâl ve hakikat arasında ki tefekkürün seyirciye bırakıldığı eserlerdir.
Kendin has musıkîsi, dekoru, ve dili olan renkli ve esprili seyircini yormayan kısa eserlerdir. Hayâl mahsulü olması bakımından konuları fevkalade zengindir. Her seyirci bilgisi görgüsü nispetince değerlendirme imkânına sahiptir.
Eski İstanbul’da yaygın ve sıkça icra edilen temaşa sanatı olarak da ifade edilen gölge tiyatrosu son yıllarda yok denecek kadar azalmış temsil edilmez olmuştur. 
Özellikle şehir tiyatrolarımızda pekâlâ devam ettirilmesi, ehlinin elinden bu güzel sanatımızın gelecek nesillere aktarılması yerinde bir faaliyet olacaktır.
Ferdi olarak merhum Tacettin Diker gibi fedakarane gayretlerle arzu edile neticenin alınması fevkalade güçtür. Ki merhum bu manada üzerine düşeni ziyadesiyle yerine getirmiş sorumluluk anlayışı içinde icabedeni yapmıştır.
Bu hususta yeteri kadar eser de hâlihazırda var olmakla beraber yenilerini kaleme alacak yazarlarımız da ziyadesiyle mevcuttur…
Bununla beraber meddahlarımızda vardı. Tabi ki orta oyunumuzda vardı. Bazen ramazan münasebetiyle birkaç defa televizyon ekranlarına veya sahnelere taşınsa da tadımlık bile olamayacak kadar kısa ömürlü olabilmektedir.
İhtiyacımız olan eğlenmeye, hoşça vakit geçirmeye hatta bilgilenmeye de yarayacak olan bu temaşa sanatlarımıza ufkumuzu açması içinde ihtiyacımız vardır.
Bizi bizim eserlerimiz temsil eder bizi bizim eserlerimiz yüceltir anlayışı içinde ele alıp bunu bizim yapmamız icabeder.
Bizi bizden başka kim temsil edebilir ki…