İnsan’ın yüceliği haktan, hakkaniyetten gelir. Adalettir, adil duruşudur gönlüne huzur veren... Ancak huzur ile hazır olur. Ahlaki yasalara hazırdır, insandır… Ve medeniyet başlar… Hak, halk en önemli mesele olmuştur.

Artık burada “Orman Kanunları” geçmez…

İnsan doğru yerini bulunca, orman aslana kalır. Aslan kral olur. Artık insan medenidir. Yaradılışı, rahmeti gereği ormanda olmamalıdır… Ama bir şekilde medeni hayatta adı kalır. Acımasız, sert, geri dönüşü olmayan yaptırımlara “Orman Kanunu” adı verilir.

Orman’da aslan, her hayvana kafa tuttuğu için… Gücü yetmese dahi, cahil cesareti ile gürleyip korkutmaya çalıştığı için, diğer hayvanlar ondan uzak durur. Bu da onu sözde kral yapar... 

Kralın olduğu yerde, gücü gücüne yettiğinedir. Tavşanın, ceylanın, sincabın hakkı, hakkaniyeti yoktur. Kaçabilirse kurtulur, kaçamazsa yem olur. 

İnsan, hak verildiği veya alabildiğinde, içindeki hazineyi keşfetme fırsatı yakalar. Keşfi için; geni, kökü yardımcı olur. Bu bağ ve sevgi ile yaradanı bulur…

Genleri, kökleri, hele hele köklerinin derinliği kalbini ve aklını aynı ölçüde açar. Bu dev çınarın kökleri koparsa, suyunu, soyunu kaybederse huzursuzluk başlar. Gönlü, aklı hazırda ve huzurda olamaz… Hak, hakimiyet ve medeniyet yavaşça erir. 

Gönüller balta girmemiş ormana döner. Orman’ın kralı, yine en fazla gürleyebilen olur… Çok sevimli ama güçsüz ceylan kaçmalıdır, söz hakkı yoktur. Ormanda herkes kendi bacağından asılır. Güçlü fil, gergadan hak ile ilgilenmez, kendi halindedir.

İşte bunun için hak ve adaletin yokluğu orman kanunlarını doğurur. Kimin gücü kime yetiyorsaya döner iş…

Herkes, elini tabanın, tüketicinin cebine atmaya başlar. Cep yırtılır, astar kopar, ama “el atma” bitmez. İki gün önce yapılan TABGİS’in açıklamaları da oldukça iç karartıcıydı. Kendi penceresinde haklı gibi görülebilir ama o kısıtlı bakış açısıyla kendi bacağına kurşun sıkmaktaydı.

Akaryakıt bayileri yaptığı açıklama ile; kırk yıllık kredi kartı uygulamasını değiştirmek istiyor. Yakıtı kredi kartı ile alana ayrı fiyat, nakit alana ayrı fiyat sunmak istiyor. Artık kredi kartı komisyonlarına katlanamadıklarını ifade ediyor… 

Bankalar sözleşmeleri gereği ortalama 15 ila 20 gün sonra ödeme yapar… Beklemeden almak isteyen işveren komisyon öder. Banka bunu zorla yapmaz, karşılıklı anlaşma ile yapar… 

Der ki! Ben sana kart ağı ve sistem hizmeti sunacağım. Bunun karşılığında, ya parayı 15 gün bende tut ya da komisyon öde…

Akaryakıt bayilerinin çoğu, geçmişte; 15 gün sonra bankadan tahsil edip, komisyona bulaşmıyordu… Ama bugün ekonomik sebepler nedeniyle, 15 gün bekleme gücü yok… Hemen kullanması lazım… 

Banka’da sözleşmesi gereği komisyon istiyor…

Kendi içinde ya da banka ile çözüm bulamayan tüccar da, bunu tüketiciye ödetmeye çalışıyor… Ve rahmetli Kemal Sunal’ın filmlerinde bolca işlediği gibi “Vurun abalıya” metaforu hayat buluveriyor… 

Anlaşılan; Zabıta gücü ile esnafa, tüccara fiyat kontrolü başlayınca… %10 indirim baskısına maruz kalınca… Çare arayan Tüccar, kafayı kaldırmadan, aşağıdakilere göz dikmiş… Ne yapalım?.. Ne yapalım?.. Diye düşünmüşler ve kendince bir fikir bulmuşlar. “Gücü gücüne yettiğine” demişler. 

Ve sessiz, sedasız olanları izleyen halka, bu komisyonu rücu etmeyi lâyık görmüşler…

Pazarda fiyatlar can yakarken, hasta ilaç alamazken, hatta bulmakta zorlanırken, üretim azalırken, kapasite kullanımı düşerken, enflasyon artmak ne demek, katlanırken, döviz açığı ithal mal tüketilmemesine rağmen büyürken… İlk dokuz ayda 20 milyar dolarını alan yerli sermayenin, yurt dışına gittiği duyurulurken. Bunu bizden daha iyi takip eden sağlıklı yabancı yatırımcı gelmez iken, işsizlik artarken… 

Bir de üzerine; Bankaya gücü yetememiş akaryakıtçı abiler, komisyonu tüketiciye yüklemeye çalışıyor.

Tüketici’de ne cep varmış be kardeşim!.. Herkesin eli onun cebinde… 

“Kimden, ne koparsam kârdır” karmaşası günden güne büyüyor sanki… Gücü gücüne yettiğine dalıyor adeta... Kamu otoritesinde ise cılız sesler çıkıyor… Altta kalanın canı çıkıyor… Canı çıkmayan ise “çıksın artık şu garip canım” diye dua ediyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısına çıkıyor, intihara kalkıyor… Çatı’da “İş, aş bulamıyorum” diye bağırıyor. 

Ama canını ortaya koymasına rağmen, bırak işi-aşı, haber dahi olamıyor… Kimseye sesini duyuramıyor… 

“Sesimi duyan var mı?” sloganıyla hatıralar da yer eden afetin başka bir versiyonunu, kanlı canlı, acı içinde yaşıyor… Ama bu versiyonda afette yardıma koşanda olmuyor… 

Sanki ormanda bir ceylan, oradan oraya çırpınıyor…