ABD gibi demokrasi ve insan hakları havarisi geçinen bir ülkede 32 milyon insanın sosyal güvencesi yok. ABD’de, Kovid-19’un pençesine düşüp hastaneye başvuranlara, “Kapıdan girebilmen için 36 bin dolar ödemen gerekir” denilirken, benim devletim, “Herhangi bir sağlık kuruluşu kovid-19 hastasını tedavi için para isterse yakarım’” diyor. 

Biz sürü değil, kültür kodları çok zengin ve değerli bir milletiz.

Bizim vatandaşlarını sürü değil, insan gören bir devlet geleneğimiz var. Bizim büyüklerini “aksakal” sayan ve baştacı eden törelerimiz var. Bizim, “Yukardan gök çökmedikçe, aşağıdan yer delinmedikçe ilini, töreni kim bozabilir?” diyen Bilge Kağanlarımız var. Bizim, “Ey Oğul, milletini yaşat ki, devlet yaşasın” diye öğüt veren Şeyh Edebalilerimiz var. 

Aşı ya da ilaç bulunana kadar Sağlık Bakanlığı’nın önerilerine kulak ver Türkiyem.

Uluslar arası sorunları tartışırken, başarılı ülkelerin “Köklü devlet geleneğinden” söz ederiz. Bir ülkenin köklü devlet geleneği olması elbette saygı duyulacak bir özelliktir, ama ülke yöneticilerinin devlet geleneğinden ne anladıkları da çok önemlidir. Devlet ve millet tanımları, yönetimlerin vatandaşlarına bakış açılarını belirler. 

Tarihleri birkaç yüzyıl ile sınırlı devletlerle, tarih sahnesinde binlerce yıl boyunca bayrak göstermiş, devletlerin devlet anlayışları çok farklıdır. 

Bizim devlet anlayışımızın, devlet- millet ilişkilerimizin ne olduğunu anlamak isteyenler için en veciz örnek, Şeyh Edebali’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’ye verdiği, “Ey Oğul!” diye başlayan vasiyetnamedir. Devletin varlığı, milletin yaşaması ve güçlü olmasına bağlıdır. Şeyh Edebali’nin Osmangazi’ye öğüdünde dediği gibi “Ey oğul! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.”

Yüzyıllar ötesinden, “Türk Oğuz beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ilini, töreni kim bozabilir” diye seslenen Bilge Kağan da, zor dönemlerde birlik ve dayanışmanın önemini vurgulamaktadır.

Devletin temeli millettir. O nedenle millet güçlü olursa devlet de güçlü olur. Bizim devlet- millet ilişkimiz, yüzyıllar boyu yaşadığımız deneyimlerin genlerimize kazıdığı özelliklere dayanır. Devletle milletin, bizim sözlüğümüzdeki karşılığı, kanla can gibidir. 

Canlılar nasıl bağışıklık sistemlerinin gücüne bağlı olarak sağlıklı bir hayat yaşıyorlarsa, devletler de sağlıklı bir millete dayanarak varlıklarını sürdürebilirler. 

Devlet millet ilişkileri konusunda bizim hiçbir milleti örnek almamız gerekmez. Onlardan devlet konusunda alacağımız bir ders yoktur; aksine vereceğimiz dersler vardır. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü de Türkiye’nin Kovid-19 salgınında gösterdiği başarıyı diğer ülkelere örnek göstermiştir. 

 “Evde kal Türkiyem” çağrılarına uymayan, sokaklarda maskesiz dolaşanlara bakmayın, siz, hayatlarını riske atarak Kovid-19’un pençesine düşen vatandaşlarımızı sağlığına kavuşturmak için fedakarca çırpınan sağlık ordumuza bakın ve ayakta alkışlamaya devam edin. 

Bu başarıda en büyük payı olan, başta Sağlık Bakanlığı’mız olmak üzere, sağlık ordumuzun bütün üyelerine can borçluyuz, can! 

Kovid-19’un pençesine düşerek sağlılarını yitiren vatandaşlarımızı kurtarmak, yeniden hayata döndürebilmek için canla başla savaşan sağlık ordumuzu alkışlarken, onlar için dua etmeyi de unutmayalım. 

TOPRAKLARINDA GÜNEŞ BATMAYAN BÜYÜK BRİTANYA KOVİD-19’A TESLİM OLDU

Topraklarında güneş batmayan imparatorluk olarak öğünen Büyük Britanya bile, Kovid-19 salgını karşısında ne yapacağını bilemedi; şaşkındı. Başbakan Boris Johnson, “Sürü bağışıklığı” gibi insanları bir kısmını gözden çıkaran, bir mücadele planı uygulamaya kalkıştı, fakat toplumdan kabul görmeyen bu planı uygulamaktan vazgeçti. 

“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” şeklinde özetleyebileceğimiz insani boyutu olmayan bu planın tartışılması sırasında kaybedilen zaman nedeniyle, Prens Charles da, Başbakan Johnson da Kovid-19’un pençesine düşmekten kurtulamadılar. 

“Sürü bağışıklığı” stratejisi, toplumun enaz yüzde 60’ının, salgına neden olan virüse karşı bağışıklık kazanması için, sözde kontrollü biçimde yayılmasını öngörür. Yani vatandaşları, canı bile olmayan ölümcül etkili mikroskobik bir canavarın insafına terkeder. 

“Sürü bağışıklığı” salgının, kısa zamanda doyuma ulaşarak normale dönmesini hedefler. Vicdanı olan hiçkimse, böyle bir salgınla mücadele stratejisine “evet” diyemez; vatandaşını bile bile ölüme terkedemez. 

Böyle bir karar almada İngiltere’nin sağlık sisteminin kapasitesi, yoğunbakım ekipmanı ve personel sayısı etkili olmuştur. 

LADY MONTAGU ÇİÇEK AŞISINI TÜRKLERDEN ÖĞRENMİŞTİ

Baba tarafından Türk olan İngiliz Başbakanı Boris Johnson, atalarının Türkistan coğrafyasında koyunlarına uyguladıkları “sürü bağışıklığı” stratejisinden ilham almış olacak. Fakat, Johnson’ın unuttuğu bir şey vardı; hayvanlarına “Sürü bağışıklığı” uygulayan Türkler aşıyı da biliyor ve uyguluyorlardı. 

Batılılar aşıyla, ilk olarak, 1717 yılında İstanbul’a tayin edilen İngiliz elçisi E. Worthley Montagu’nun eşi Lady Mary Wortley Montagu’nun Londra’daki dostlarına yazdığı bir mektup aracılığı ile tanışmışlardır. Lady Montagu mektubunda Türklerin çiçek aşısını nasıl uyguladıklarını şöyle anlatıyordu: 

“Yaşlı otacı kadın, ceviz kabuğuna doldurulmuş çiçek hastalığı yapan maddeyi getiriyor ve aşısını hangi damardan açılmasını isterlerse o damarı bir iğneyle açtıktan ve iğnenin ucu kadar aşıyı buraya akıttıktan sonra yarayı bağlıyor ve üzerini de bir ceviz kabuğuyla pansuman ediyor. Bütün bu işlemler sırasında en küçük bir acı hissedilmiyor.”

Lady Montagu ülkesine döndükten sonra da aşı uygulamalarının yaygınlaşması konusunda çok çalışmış, yanlış uygulamalardan sorumlu tutularak hakarete uğradığı da olmuştu. 

Bütün dünyayı dize getiren Kovid-19 canavarına gem vuracak aşıyı Türklerin bulması bir sürpriz olmayacaktır. Bilim insanlarımız gece gündüz çalışıyorlar, aşı konusunda en önemli adımı attılar ve virüsü izole etmeyi başardılar. Müjdeyi tez zamanda duymayı bekliyoruz. Çünkü onların hedefi para değil, insanların sağlığı ve mutluluğu. 

AŞI BULUNANA KADAR, “EVDE KAL TÜRKİYEM”

Kültürel kodları zengin, genetik mirası gerçekten kıymetli olan bir toplumuz. Küçüklü büyüklü çeşitli yerleşim birimlerinde pekçok yardım kampanyalarının başlatıldığını, gençlerin 65 üstü yakınlarına yardım edebilmek için seferber olduklarını gururla izlemekteyiz. 

Sağlık ordumuz, Kovid-19’un pençesine düşen insanlarımızı yeniden hayata döndürebilmek için fedakarca mücadele ediyorlar. 

Devletimiz, Sağlık Bakanlığı’mız, sağlık ordumuz bir taraftan vatandaşlarını bu salgından koruyabilmek için çalışırken, diğer taraftan “Koca Yusuf” İtalya’ya, İspanya’ya, Kosova’ya, Balkan ülkelerine yardım kolileri taşımaya devam ediyor. 

ABD gibi demokrasi ve insan hakları havarisi geçinen bir ülkede 32 milyon insanın sosyal güvencesi yok. ABD’de, Kovid-19’un pençesine düşüp hastaneye başvuranlara, “Kapıdan girebilmen için 36 bin dolar ödemen gerekir” denilirken, benim devletim, “Herhangi bir sağlık kuruluşu kovid-19 hastasını tedavi için para isterse yakarım’” diyor. 

Biz sürü değil, milletiz. Bizim vatandaşlarını sürü değil, insan gören bir devlet geleneğimiz var, bizim büyüklerini “aksakal” sayan ve baştacı eden törelerimiz var, bizim, “Yukardan gök çökmedikçe, aşağıdan yer delinmedikçe ilini, töreni kim bozabilir?” diyen Bilge Kağanlarımız var, bizim. “Ey Oğul, milletini yaşat ki, devlet yaşasın” diye öğüt veren Şeyh Edebalilerimiz var. 

Aşı ya da ilaç bulunana kadar Sağlık Bakanlığı’nın önerilerine kulak ver Türkiyem.