“Sömürgecilik-Panislamizm Işığında Türkistan” başlıklı doktora tezinin sahibi olarak üçüncü dünya ülkelerindeki birçok gelişmeye sömürgecilik önyargısıyla baktığım için bazen kendimi yadırgarım. Kafkasya ve Türkistan’daki “büyük oyun”, “yeni büyük oyun” veya “büyük satranç tahtası” gibi batılı stratejistlerin ürünü olan kavramlarla birlikte bu bölge ülkelerini, oyuncularını ve stratejileri diğer bölgelerde de görmekten çoğu zaman kendimi alamıyorum. Birkaç sene sonra “Yeni Sömrügecilik-Elkaide Işığında Suriye” başlığının Suriye’deki gelişmeleri ele alan bir araştırma için ideal olacağından da endişe etmekteyim.
Ocak 2011’de başlayan gösteriler sonrasında halk hareketinin kanlı çatışmalara dönüşmesi ile halkını katleden Şam yönetimine karşı bir batı müdahalesinin ne derece hayırlı olacağı konusunda büyük endişelerim vardı. Çünkü böyle bir müdahale sonucu tasarlanan sistem en az yüz yıllık bir iç savaşın temelini oluşturacaktı. Benim penceremden en olumlu senaryo ise bir aşamadan sonra Şam ile muhaliflerin aynı masa etrafında toplanarak parçalanmamış Suriye temelli, demokratik, insan haklarına saygılı, katılımcı bir rejim üzerinde mutabakattı. Bu esnada öncelikle bölgesel güçlerin (Türkiye, İran, Mısır..) desteği ve garantisi gerekliydi. Çatışmalar esnasında öldürülen Sünni alim Ramazan el-Bûtî’nin de silahlı muhalefete karşı olduğunu, “suların doğal mecraında akması gerektiği”ni savunduğunu, bundan dolayı muhaliflerce Şam yönetiminin destekçisi gibi gerçekle ilgisi olmayan gerekçeyle öldürüldüğünü öğrendim. Bütün bunlara karşın Türkiye’nin başından beri tarafsızlık stratejisini izleyerek ölümleri asgariye indirebileceğini, hatta durdurabileceğini savundum. Çünkü Türkiye bölgede arabulucuk yapmaya en ehil konumda olup, dünyada devlet eliyle arabuluculuk (mediation) kongrelerine ev sahipliği yapmış belki tek ülke idi. Buna karşın Rusya ve İran desteği ile de olsa Esad’ın bu kadar dayanabileceğini de düşünmüyordum. Arşivimi karıştırdığımda “Büyük Savaş Ne Zaman?” başlıklı yazımın Şubat 2012’de yayınlandığını tespit ettim ve ne yazık ki büyük fotoğraf konusunda yanılmadığımı gördüm.
Lübnan’ın Suriye’deki iç savaşa katkısı ve İsrail’in zayıflamış Esad rejimine karşı savaş ilanı mesabesindeki vuruşlarıyla gelişen süreç için “büyük oyun” tanımlamasını ilk kullanan da ben değilim. O halde mevzii vuruşlar veya diplomatik çıkışlara takılmadan arkasından gelecek hamleleri hesap etmek gerek! Bu büyük oyun neticesinde parçalanmış bir Suriye ile parçalanmışlığı hukukileşmiş bir Irak ortaya çıkacaktır. Golan Tepeleri’nin İsrail işgali altında olduğu unutulacak, yeni devletçiklerin bir kısmı doğrudan diğerleri dolaylı olarak İsrail yörüngesindeki yerlerini alacaktır. Küresel sermeyenin desteğindeki bu gelişmeye her karşı hareketin faturasını görmek için ABD sonrası Irak’a bakmak yeterlidir. Haritaların revize edildiği bu süreç sonunda Türkiye’nin durumunun bugünkünden iyi olacağını zannetmek geçen hafta yıldönümünü idrak ettiğimiz İttihatçıların Sultan II. Abdülmamid’i indirmelerinden sonra Balkan Savaşları ile I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’nın çok şey kazanacağını beklemelerine benzemektedir. Yine de “Hak Şerleri Hayr Eyler”e inanırız.
Suriye’deki “büyük oyun”u bozacak tek aktör her şeye rağmen Türkiye’dir. Diplomasi, çözüm bulma sanatıdır. Diplomaside şartlar gerektiğinde esneklik göstermek, geri adım atmak, çıkarların icabı manevralardan kaçınmamak bu meslek tabiatının gereğidir. Esasen diplomasi dış politikanın temel aracıdır. Savaş, bir bakıma silahlı diplomasidir. Diplomasi ise aslında silahsız savaştır. Temel hareket noktası ülkenin çıkarlarıdır. Devletin menfaati yerine göre bölgenin, insanlığın, dünyanın hayrına olan şeyler olarak karşımıza çıkabilecektir. Diplomaside olmayan şey ise küsmek, darılmak, el sıkışmamak, belli bir politikaya körü körüne hapsolmak, geri adım atamaz halde olduğuna inanmak, inandırılmaktır. Sözkonusu olan ülkenin çıkarları ise, insan ölümlerine son vermek ise, bir büyük savaşı önlemek ise diplomasi de zaten bunun için vardır.
Bu şartlar altında Türkiye, bağrına taş bağlayarak tamtamları duyulan büyük savaşı önlemek üzere bugüne kadar izlediği/izlemek zorunda bırakıldığı politikaya son vermelidir. Suriye’de muhalifler ile Şam yönetimi arasında başlayan, Şam’ın iki yılı aşkındır onbinlerce kişiyi katletmesiyle sürüp giden, daha nice onbinlerin kanına girmesi muhtemel bu savaş, aynı zamanda bir tarihin ve kültürün katli demektir. İç savaş adım adım Lübnan’ın, İsrail’in, İran’ın, ırak’ın ve diğer bölgesel ve küresel güçlerin karışacağı büyük savaşın eşiğindedir. Daha önce arabulucuk gayesiyle Rusya’nın uzattığı eli Türkiye havada bırakmıştır. Bugün ise Türkiye, bu büyük savaşı, büyük kirli oyunu durduracak tek ülkedir. Bu yolda Rusya ve İran’ı da hemen yanında bulacaktır. Hatta ABD’nin bir takım kurum ve lobileri bunu engellemeye çalışsa dahi Obama yönetiminin Türkiye’nin yanında olacağını ümit ediyorum. Unutmayalım büyük savaşın nihai hedeflerinden biri de İran ile Türkiye’yi tokuşturmaktır. Bu istikamette birçok aşamalar geçildi.
Daha önce ifade edilen “Esed ile masaya oturulmaz” veya “Esed’in eli sıkılmaz” türü politik ifadeler belki o günkü diplomasinin gereği idi. Bugünün diplomasisinin hedefi ise büyük savaşı önlemektir. Muhalif liderler kesinlikle böyle bir uzlaşmaya karşıdırlar. Ancak belirtmek gerekir ki sokaklarda öldürülen veya sakat kalan erkekler ile nerede pazarlandığı bilinmeyen kadın veya çocukların muhalif lider kadrosuyla pek de akrabalığı bulunmamaktadır. Suriye’nin dostları grubunun ilk organizatörlerinden Türkiye, yine bu dostluğun gereği olarak çarpışan tarafları aynı masa etrafında toplayabilecek yegâne güçtür. Türkiye, bu gücünü kullanmak konusunda cimrilik yapmamalıdır. Manevra alanı her gün daralmakla beraber fırsat bugün için eldedir.