SURİYE, NUSAYRÎLİK VE ESED AİLESİ (SURİYE HAKKINDA AZ BİLİNENLER) - 4 -

Abone Ol

Ayrıca Cemil Esad’ın kurdurduğu öne sürülen bir de “İmam Murtaza Cemiyeti” vardır.
BATI-SURİYE İLİŞKİLERİNDE NUSAYRÎ FAKTÖRÜ
Suriye’deki Hıristiyanlar ve onların tarihi kiliselerinin önemini kavrayan batılılar, 1800’lü yıllardan itibaren sıkı ilişkiler içerisine girdiği görülmektedir. Batılı güçler, Suriye’li Hıristiyanları koruma ve kollama maksadıyla askeri güç, özellikle de Gambot(Silahlı gemi) siyasetini kullandılar. İngiliz ve Fransız gemileri, Suriye ve bölgede iç gerginliğin arttığı dönemlerde Suriye kıyılarına devriye çıkma siyaseti sonucu, Osmanlı topraklarını bir bir ele geçirmeye başladılar. Fransızlar, Cezayir’i 1830’da,Tunus’u 1881’de ve Fas’ı 1907’e bu yolla işgal ederken, İngilizler de aynı metotlarla, 1878’de Kıbrıs’ı ve ardından da Mısır’ı işgal ettiler.
Suriye Hıristiyanları, batının himaye manevraları sonunda huzurlarını kaybettiler. Bunun neticesinde 1860-1914 yılları arası batı ülkelerine 330 bin Hıristiyan göç etti. Batılı güçler, toprak işgallerini kültürel işgallerle pekiştirdiler. “Suriye “ kavramının ortaya çıkmasında ve “vatan” kavramıyla bütünleşmesinde Butros el-Bustani gibi Hıristiyan aydınların rolü büyüktür.
Fransa 1920’de Suriye’yi işgalinde dört ayrı devlet kurdu. “Şam, Halep, Dürzî ve Nusayrî devleti.” Birkaç yıl sonra Şam ve Halep devleti Suriye adı altında birleştirirken Nusayrî ve Dürzi devletleri 1936 yılına kadar devam ettiler. 1939 da Hatay ve İskenderun bölgesi Türkiye’ye bırakıldı. Fransa en çok silâhlı ve dinamik bir güç olarak gördüğü Nusayri devletine yardım etti. 1925’te Fransızlara karşı mücadele eden “El-Kutla el Vataniye” gurubu Dürzileri de yanına alarak ayaklandıklarında Fransızlar bunu Ermeni taburlarını kullanarak bastırdılar.
NUSAYRÎ İKTİDARI İÇİN HER ŞEY MUBAH
Ulusal Hareket Cemiyetinin liderlerinden Halepli bir Nusayrî olan Zeki Arsuzi, 1939’da cemiyetten ayrılarak 1940 yılında “El Baas el-Arabi” (Arap dirilişi) isimli küçük bir gurup oluşturdu. Merkezi Şam, taraftarlarının çoğu Nusayri ve faal olduğu yer ise Lazkiye idi. Daha sonra bu gurup toplu halde yine eğitimini Fransa’da tamamlamış bulunan Nusayri ve Hıristiyanlar tarafından kurulmuş “Baas Partisine” katıldı. Partinin merkezi Şam’dı. Partiye, Selahattin el-Bitar vasıtasıyla çok sayıda Nusayrî olmayanlar da (Fellah) katıldı.
Hamalı siyasetci Ekrem Havrani, Nusayrî olmamasına rağmen onların politikalarına âlet oldu. Nusayrîler Havrani’yi kurduğu parti ile Baas’ın birleşmesi için ikna ettiler. Havrani, Hums’daki askeri akademi mezunları arasından işe yarayacak subaylarla yakın ilişkiler kurumakla görevliydi. Bu bağlantılar, 1954’teki Edip Çiçekli (eski cumhurbaşkanı) karşıtı isyanda kısmen rol oynadı. Havrani partisini 1953’te birleştirdiğinde ordunun kilit noktasındaki bütün subaylarını Nusayrilerin emrine verdi. Bunların arasında genelkurmay başkan yardımcısı, askeri istihbarat birim başkanı ve birçok buna benzer makamlarda bulunan subayları saymak mümkündür. Nusayriler orduda kendilerine hizmet etmeyen 11 bin milliyetçi subayı 1958-61 arasında tasfiye etti. Bu tasfiyelerden sonra düşük rütbeli Nusayrî subaylar hızla yükseltilerek komuta kademelerine getirildi.
ORDUNUN ÜÇ ÖNEMLİ DARBESİ...
Nusayrîlerin gücünün belirlenmesinde meydana gelen üç darbenin önemi büyüktür;” Mart 1963 Baas darbesi, Şubat 1966 Nusayrî darbesi, Kasım 1970 Esed darbesi.”
Bu darbelerin oluşmasında kurulan askeri komitenin büyük rolü mevcuttu. Zikredilen komite, Nusayri Yüzbaşı Hafız Esed, Nusayri Yarbay Muhammed Ümran, Nusayri yarbay Salah Cedid, Dürzi albay Hamit Ubeyd ve binbaşı Salim Hatum tarafından Mısır’da gizli olarak kurulmuştu.
Nusayrîler, özellikle 8 Mart 1963’teki darbede çok önemli rol oynayarak, birçok kilit noktalarını ele geçirdiler. 1963 ve 1966 darbelerinde ise Nusayrîlerin başını çektiği azınlık gruplar birer birer orduda ve Baas Partisi’ndeki kademeleri elde ettiler. İlk hedef askeriye idi. Sünnî Cumhurbaşkanı Emin el–Hafız’a karşı koymak ve yeni konumları gereği değişen şartlara uygun birleşmeyi sağlamak için Nusayrî liderler, askeriyeye Nusayrî kökenlileri doldurdular. Böylelikle azınlığa mensup subaylar Suriye ordusunda ağırlıklı konuma geldiler. Dolayısıyla Nusayrîler Şam’da kontrolü ellerinde bulundururken kendilerinden olmayan askerleri ise uç noktalara sürerek pasifize ediyor ve böylelikle Şam’daki egemenlik tamamıyla Nusayrîlerin eline geçiyordu. Aynı yapılanma dinamiği parti içinde geçerli idi. Asker ve sivil Nusayrîler partide durmadan kadrolaşıyorlardı. Birçok partili akrabalarını, köylülerini partiye kaydettiler.
Bu değişim süreci öyle bir noktaya geldi ki, Emin el–Hafız, Şubat 1966’da azınlığa mensup 30 Nusayrî subayı tasfiye etmeye hazırlandı. Bu plânı haber alan ve çoğu Nusayrî olan Baasçı subaylar, 23 Şubat’ta Hafız’a karşı Suriye’nin en kanlı darbesini yaparak, onu saf dışı bıraktılar. Ardından da ileride muhtemel anlaşmazlıklara karşı problem çıkarmasınlar diye Dürzi ve İsmaili subayları da acımasızca tasfiye ettiler. Bunun üzerine ülke de büyük bir güvenlik kaosu içine giriyordu. Nusayrî subaylar hiçbir nizama bağlı kalmadan terfi ettiriliyordu. Öğretmenler vali yapılırken, gece bekçileri emniyet müdürlüğüne kadar çıkarılabiliyordu. Diğerlerinin ise rütbeleri indirildi. Kamulaştırma harekâtı da bütün Suriye’yi içine alıyordu. Öyle ki Suriye’de kamulaştıracak tek bir kuruluş kalmadı. Bu darbeden sonra artık Nusayrîler Suriye’de emsalsiz bir güce sahip oluyorlardı.  Artık Baas’ın sloganı olan  “Ebedi misyonu olan bir Arap devleti ” yerini “Ebedi misyonu olan bir Nusayrî devleti ”ne bırakıyordu.
Dönemin Savunma Bakanı olan Hafız Esed içinde bulunduğu mevcut ortamı çok iyi değerlendirerek 1970 Kasım’ında iktidarı ele geçirdi. 16 Kasım 1970’te ise “Düzeltme Harekatı” adı altında yürütülen bir operasyon sonucu eski arkadaşı Salah Cedid’i bile bir daha hiç çıkmamak üzere Mezze Hapishanesi’ne gönderiyordu. Haber ajansları, 20 Ağustos 1993 Cuma günü ise Salah Cedid’in hapishanede öldüğü haberini geçeceklerdi. 1970’in Kasım ayında Hafız Esed’in kansız darbesi Sovyetler ve Amerika tarafından olumlu bir şekilde karşılanıyordu.
FRANSA NUSAYRÎLERİ NASIL ÖRGÜTLEDİ?
Fransa, Temmuz-1920’de Suriye’yi işgal ederek Kral Faysal’ı yönetimden uzaklaştırdı. Nusayrî ve Dürzîlerin çoğunlukta olduğu bölgeler dışında Şam’a bağlı bir yönetim oluşturdu. Ancak Fransa Nusayrîlere bir devlet kurarak, buna “Aleviler Devleti” adını verdi. Bu devlet, birtakım ayaklanmalara rağmen, 1920’den 1936 yılına kadar devam etti. Suriye, Fransız işgali altında iken Muhammed Emin Galip et-Tavil isimli kişi, Nusayrî lideriydi. Fransızlar, Nusayrîliğin diğer bir lideri Süleyman el-Mürşid’e de pohpohlayarak ilâhlık iddiasında bulunmasına yardımcı oldular.
Bir koyun çobanı olan Süleyman, kendisine “yalancı peygamber” olarak d El-Mide’yi kabul etti. Süleyman, Suriye 1946 yılında bağımsızlığına kavuştuğunda hükümet tarafından yakalanarak idam edildi. Kendisinden sonra gelen oğlu Mucip de aynı iddialarda bulundu.1951 yılında o da Suriye istihbaratı tarafından öldürüldü...
SURİYE’DE BÜTÜN YETKİLER ESED’İN...
Başkanlık sistemi ile yönetilen Suriye’de bütün yetkiler devlet başkanı bulunan Hafız Esed’in elindedir. Devlet başkan yardımcıları, başbakan ve bakanları atamak, geri çekmek, kabineyi onaylamak, hükümetin takip edeceği siyasî ve ekonomik politikaları tespit etmek, askeri ve sivil görevlileri atamak, meclisin toplantı halinde olmadığı dönemlerde yasama yetkisini kullanmak tamamıyla Hafız Esed’e aittir. Hafız Esed devlet başkanı olması hasebiyle aynı zamanda Baas partisinin genel sekreteri ve Milli cephe kuruluşunun başkanı konumundadır.
Başbakan, devlet başkanına karşı ülkenin günlük yönetimi ve tespit edilen politikaların uygulamasından sorumludur. Suriye parlâmentosunu oluşturan halk meclisi 195 üyelidir ve meclisin yetkileri sınırlıdır. Hükümet icraatından dolayı devlet başkanına karşı sorumludur.
BAAS REJİMİ VE DİN
Baas rejimi, 1966 yılında yayınladığı bir bildiride “Allah-Din” gibi kavramları  “Tarih öncesi toplumlara ait değerler” olarak nitelendirdi. Ancak nedense halkın tepkisinden korkan yönetim, Şam Radyosu ile söz konusu bildiriyi 7 Mayıs 1967 tarihinde tekzip etti ve komplo olarak değerlendirdi. Fakat sert sistem müdafaaları devam etti. Bu sistem anlayışı demokratik kurallar içinde değil, tek parti yönetiminin baskısı ve çerçevesinde yapıldığından verilmek istenen mesaj yerine ulaştırılamadı. Bu sebeple bir yerden sonra Nusayrîler, kendilerinden olmayanlarla uzlaşmak zorunda kaldı. Nitekim Suriye anayasasına, “Genel İslâmî kurallarca belirlendiği” ibaresi konuldu. Suriye lideri Hafız Esed, İslâmiyet’i kullanarak psikolojik bir karşı savaş açtı. Nusayrî olmayanları hakikati saptırmakla suçlama yoluna gittiler.
BAAS’IN KİMLİK ARAYIŞLARI...
1973’ten sonra Suriye’de Baas Partisi, pan–Arap ideolojisinin muhteviyatı itibarîyle Suriye milliyetçiliği ve Arap milliyetçiliği arasında bocalamaya başladı. Aynı zamanda bu bocalama ülkenin politik kimliğinde de görülüyordu. Şurası muhakkak ki, Esed ve rejimi 1973’ten beri parti idealleri ve politik gerçekler arasındaki uyumsuzlukları giderecek orta yolu bulmaya çalışıyordu. Aslında Esed’in ideolojik eğilimi büyük ölçüde politik olaylara göre değişiklik gösteriyordu. Netice itibariyle 1973–75 yılları arasında politik ve stratejik çıkmaz had safhaya ulaştığında Esed çareyi politik ve kültürel açıdan Enver Sedat’ın Mısır’da, Saddam Hüseyin’in Irak’ta uyguladığı yöntemlerin benzerini kendi ülkesine adapte etmekte buluyordu. Buna binaen 1975’in ilk yarısından sonra Lübnan, Ürdün ve Filistin’i kapsayan politik ve stratejik bir kimlik (Büyük Suriye) yürürlüğe giriyordu.
Bu kimliğin manevî desteğini ise aynı coğrafya üzerinde hüküm sürmüş, başkentliğini Şam’ın yaptığı Emevi Devleti’nden (651–750) ve Memluklulardan (1260– 1516) alıyorlardı. Suriye milliyetçilerinden olan Butrus Bustani ve 1930’da “Suriye Halk Partisi’ni” (SHP), daha sonra Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi (SSNP) kurucusu olan Antuan Saada’dan politik ilham kaynaklarıydı. Suriye Lübnan’ı istilâ etmesinin gerekçelerinden biri olarak “tarihi bağlarını” gösteriyordu. Bu yeni politik stratejiye göre Ürdün dahi “Büyük Suriye”nin bir parçası olarak görünüyordu ki, bu bizzat Esed tarafından Şam’da halka hitaben yaptığı konuşmada açıklanıyordu.
SURİYE TÜRKLERİ
Toplam nüfusun 2 veya 3 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Suriye Türkleri Halep, Şam,  Cezire,  Hama, Humus ve  Lazkiye gibi şehirlerde ikamet etmektedirler. Suriye Türklerinin büyük çoğunluğu Türkçe konuşurken bazı Türkler de Arapça ve Azerî dilini kullanmaktadırlar. Suriye Türklerinin bütünü Müslüman’dır.
Suriye Türkleri,  Selçuklu sultanı Alparslan’ın Malazgirt Savaşından önce belirli oranlarda Rakka ve Halep bölgesine yerleşmeye başlayan ardından Anadolu’nun fethiyle bölgeye genel anlamda yerleşmeye başlayan Haçlı seferlerine karşı önemle yerleştirilmiş Oğuz boylarıdır.
devam ediyor...