SURİYE, NUSAYRÎLİK VE ESED AİLESİ (SURİYE HAKKINDA AZ BİLİNENLER) - 2 -
HZ. ALİ’Yİ TANRI OLARAK BİLİRLER
Tanrı olarak kabul ettikleri Ali’nin bulunduğu yer konusunda iki gruba ayrılırlar. Haydariler’e göre Ali, göktedir. Güneş Muhammed’i, Ay da Selman’ı temsil eder. Ali güneşte oturmaktadır. Bu yüzden bunlara “Şemsiler” de denilmektedir. İkinci kol olan Kilaziler’e göre ise Ali’nin yeri ay’dır. Bu yüzden bunlara da “Kameriler” ismi verilmektedir.
Onlara göre şarap, ulûhiyetin sembolüdür. Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.
Nusayrîlikte beş şart olarak kabul edilen bazı ibadetler mevcuttur.
Şehadet: Nusayrîliğe “Nusayrî dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim” şeklindeki söz söylenir.
İbadet: Sesli yapılan bir ibadetleri vardır ki, bu da sadece duadır. İbadetin başında “Ali, Muhammed ve Selman’ı yüceltiriz” demek, ibadeti yapmış olarak kabul edilir. Bu ibadet Ali’ye açılan bir kalbin niyazı olarak anlaşıldığından ferdi yapılır, ancak, mukaddes günlerde cemaat halinde de yapılabilmektedir. Bu ibadetin de bazı şartlarına inanırlar:
Beş seçkini bilmek, Bunlar; Muhammed, Fâtır, Hasan, Hüseyin ve Muhsin’dir.
Gülmeden ve konuşmadan dua etmek,
İbadeti, Abbasi rengi olduğu için siyah takkesiz yerine getirmek,
İbadeti başkaları görmeden gizli yapmak,
İbadeti, “Ey Yüce, Büyük ve Arıların Efendisi Ali, bize merhamet et” diyerek bitirmek.
İbadet yaparken öğleye kadar güneşin doğuş yönüne, öğleden sonra ise batıya doğru yönelirler.
Her aile malî şartlarına göre, şeyhe para vermek zorundadır.
Ziyaretler: Ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar beyaza boyanır ve aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu anlayışları eski Fenikelilerden kalan bir inançtır.
Nusayrîlerde, şeyhler tabir edilen din işlerini organize eden dört ayrı sınıf vardır ki, bunlar onlara göre büyük önem arz etmektedir.
Bunları da sırasıyla şöyle sıralayabiliriz;
Büyük Şeyh: Ali’nin yeryüzündeki gölgesi durumunda olup, geniş ve büyük bir otoritesi vardır. İnsanüstü gücü bulunduğuna inanılır, bu yüzden büyük itibar görür. Vazifesi, şeyh ve imam adaylarını seçmektir. Her bölgede ancak bir büyük şeyh bulunur.
Şeyh: Cemaatin manevî önderleri durumunda bulunan şeyhlerin sayıları çoktur ve atalarının melekler olduğuna inanılır. Melekler onlara hulûl etmiştir. Ahiret âleminde şefaat hakkına sahiptirler. Merasim ve ziyaretleri idare edip, hastalara dua ederler, onlardan izinsiz doktora bile gidilmez. En güzel ve zengin kızlarla evlenirler ve evleri herkese açıktır. Şeyh olabilmek için şeyh ailesinden gelmek şart olduğu gibi geniş bir kültüre de sahip olmak zorunludur.
Nüvvab: Bir nevi şeyh yardımcısı durumundadırlar. Şeyh olabilmeleri büyük şeyhin kararına bağlıdır. Bunun için geniş bir tecrübeden geçmesi gereklidir, şeyh olabileceği kanaati oluşuğunda bir başka bölgeye şeyh olarak atanır.
İmam: Daha alt tabakadan görevlilerdir.
Nusayrîliğe giriş bir kaç merhaleden oluşmaktadır. Kadınlar bu mezhebe giremezler. Erkekler ise mezhebe girmekle yükümlüdürler. Giriş için, esas şart ana-babanın Nusayrî olmasıdır. Erkek, sağlığı yerinde, 8-10 yaşından büyük ve ölümle karşı karşıya kalsa bile sır saklayabilecek kabiliyet ve olgunlukta olmak da Nusayriliğe giriş için gerekli şartlardandır.
NUSAYRÎLİKTE MERHALELER
Bâtıni bir yol olan Nusayrîliğe giriş genel olarak üç merhaleden oluşmaktadır.
Birinci merhale: Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir Nusayrî’ye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevî babası haline gelerek onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.
Bu ön hazırlık safhasından sonra çocuk, “Meşveret Cemiyeti” adı verilen bir toplantıya alınır ki, bu toplantı şeyhin veya ileri gelen bir Nusayrî’nin evinde yapılır. Çocuk içeri alınır ve nefsini alçaltma, itaatkâr olmanın bir nişanesi olarak, şeyhin ve orada bulunanların ayakkabılarını başına koyar. Uluhiyet sembolü olan bir kadeh şarabı içtikten sonra, o, “Abdu’n-Nur” (Nurun kulu) adını alır. Bu arada a(ayın), m(mim), s(sin) harfleri, manaları anlatılmadan bir mühür şeklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve ayaklar öpülür. Sonunda da bu merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.
İkinci merhale: İlk merhaleden kırk gün sonra yapılan bu toplantının adı “Melik Cemiyeti”dir. Çok zengin ve görkemli bir toplantıdır. Nakib, çocuğa tekrar bir kadeh içki sunar ve a(ayın), m(mim), s(sin) harflerinin sırrını öğreterek bunları her gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada “Kitâbül-Mecmu” dan da bazı bölümler kendisine öğretilir.
Üçüncü merhale: Bu ikinciden daha görkemlidir. Nusayrîliğe giren çocuk eğer ileri gelen bir aileden veya şeyh ailesinden birisi ise ikinciden yedi ay, eğer halktan birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Geniş bir salonda yapılan bu merasim bir hayli kurallara bağlıdır. Salonda ortada büyük şeyhi temsilen bir imam oturur, sağında nakib, solunda ise necîb vardır. Bu şekil aynı zamanda a(ayın), m(mim), s(sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil etmektedir. Nakibin sağında da havarîleri temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitabul-Mecmu’un beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havarîler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havarî önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da alır ve böylece ulûhiyete erilmiş olur.
NUSAYRÎLİKTE KUTSAL GÜNLER
Nusayrîlere göre kutsal kabul edilen bayram ve merasimler şunlardır:
1. Fıtr 2. Adhâ (Kurban) 3. Gadîr (18 Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi imam tayin ettiğine inanılan gün) 4. Mubahale (21 Zilhicce, Necranlı Hıristiyanlarla Hz. Muhammed arasındaki lânetleşme olayı) 5. Firaş (29 Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine’ye hicret ettiği gece Hz. Ali’nin O’nun yatağına yatması) 6. Aşure (10 Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela’da ölmemiş, Hz. İsa gibi göğe çekilmiştir). 7. 9 Rebiulevvel (Hz. Ömer’in şehit edildiği gün) 8. 15 Şaban (Selman’ın ölümü) 9. Nevruz ve Mihrican bayramları 10. 24/25 Aralık gecesi Hz. İsa’nın doğumu ve “son yemek” ayini.
Onlar bayramlarda özellikle ulûhiyetin sağlanması için şarap içer ve buhur yakarlar. Onlara göre bu hareket bir ulûhiyet göstergesidir. Zira şarap kutsaldır.
Nusayrîler, burada görüldüğü üzere, kendilerince kutsal kabul ettikleri bir takım bayram ve merasimlere çok bağlıdırlar ve bunları dikkatlice icra ederler. Zira birçok batıl fırkada görüldüğü gibi, onlar kendi otorite ve ağırlıklarını ancak bu şekildeki resmi ve görkemli merasimlerle ve mensupları huzurundaki söz vermelerle sağlamaktadırlar. Yani bunun ancak ve ancak kolektif şuurla sağlanabileceği kanaatindedirler. Kolektif şuur, bir bakıma oldukça önemli ve zaman zaman da kullanılması lüzumludur. Ancak, bunun bir taassup ve hedef şeklinde kullanılması yanlış kanaat ve izlenimlere götürmektedir. İslâm’da da bir takım merasim ve kolektif şuura götüren vesileler vardır, fakat bunların hiç birisinde esas itibarîyle bir aşırılık gözlenmediği gibi daima itidal tavsiye ve tasvip edilmiştir. Ayrıca akıl ve mantık ölçüleri hiç bir şekil ve surette ihmal edilmemiştir. Önemli olan da budur ve bu tür merasimlere taassup ve ifrat-tefritin karışmamasıdır. Ve bu tür merasimlerin hiç bir şekilde hedef ve amaç olarak görülmemesidir.
Nusayrîlerin buraya kadar anlatılan inanış, davranış, hal ve hareketleri dikkatlice izlenip göz önüne alındığında, bu mezhebin söz konusu bölgelerde zaman süreci içinde hüküm süren eski dinler ve inanışlardan, özellikle totemcilikten, Sabiîlik’ten, Mecusîlikten, Musevîlik ve Hıristiyanlıktan ve ilkel inanışlardan oldukça büyük oranda etkilendiğini görmek ve müşahede etmek mümkündür. Bu inanış biçimi ve tezahürleri aynı zamanda Bâtınilik perdesi ile de örtülerek bir gizlilik içinde, takdim edilmiştir. Zira, sözü edilen tutarsız görüş ve inanç biçimleri ancak bu şekilde idame ettirilebilmiştir. Dikkat edilirse mezhebe ilk girenden, ilk alınan söz, sır saklama hususudur.
Fransız işgalcileri Eylül 1920’de Nusayrîlere “Alevî” ismini verdiler. Ancak Nusayrîlerin bizdeki Alevîlerle hiçbir ilgisi yoktur. Nusayrîler böyle davranarak Hz. Ali’nin ismini kullanarak İslâmiyet’i yıkmayı plânlamışlardır. İran’daki Bahâiler ve Pakistan’daki Kadiyâniler gibi Nusayrîler de emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda kendilerine düşen rolü layıkıyla oynamışlar ve bu gün Suriye’de bu rollerini oynamaya devam etmektedirler.
Bu gün Suriye bu insanlar tarafından idare edilmekte olup, tarih boyunca Müslümanları devamlı katletmişlerdir. Sadece 1982 yılında Hama şehrinde gerçekleştirdikleri katliamda otuz bin sivil insan şehit olmuştur. Bir yıldan beri de Beşşar Esed, Nusayrî olmayan Suriye halkını katletmektedir. Bu katledilenler arasında 3 milyonu bulan Türklerde mevcuttur.
NUSAYRÎLERİN ORDUYU ELE GEÇİRMELERİ
“Suriye” denilince akla, şüphesiz “Baas Partisi ve Nusayrîlik” gelir. Arap milliyetçisi Sati Hursi tarafından ortaya atılan Baas(Diriliş) Hareketi, “Baas Partisi” olarak Hıristiyan Mişel Eflak ve Fellah Salahattın el-Bitar tarafından 1943 yılında kurulmuş, Celal EsSeyyit ve Nusayri Zeki Arsuzi tarafından da geliştirilmiştir. Baas’ın Suriye üzerinde etkinliği, Ekrem Havrani’nin Arap Sosyalist Partisi ile1953’te gerçekleştirilen birleşmeyle birlikte arttı ve Baas, yavaş yavaş 1955’ten sonra kurulan hükümetlerde görev almaya başladı. 1 Şubat 1958’de gerçekleşen Suriye ile Mısır’ın “Birleşik Arap Cumhuriyeti” adı altında birleşmesinden umduğunu bulamayan Baas Partisi, 1959’da Nasır’ın Mısır’ı ile ilişkilerini kesti. Irak’ta 1961 darbesinden sonra Suriye Baasçıları da bir hükümet darbesi ile yönetimi ele geçirdiler.
NUSAYRÎ KADROLAŞMA
Mişel Eflak ile Salah el-Bitar arasında çıkan ihtilafa rağmen Baas’ta bütünüyle Nusayriliğin ağırlığı devam etti. Hâlbuki Baas’ta Suriye milliyetçileri de vardı. Ancak bunlar, enternasyonalist Nusayrîlerle aynı ideoloji etrafında kenetlendikleri zannı ile Nusayrî kadrolaşmalarına ses çıkarmadılar. Nusayrîler, rahatça kendi gazete ve dergilerini çıkarabiliyordu. Hatta, Nusayrilerin toplantılarına, partilileşme yoluyla Suriye sistemine entegre olmalarına ve kendi ibadet mahallerini serbestçe açmalarına zaman zaman Suriye milliyetçisi aydın ve yöneticiler de destek oluyorlardı. Nusayrîler, yavaş yavaş orduya da sızmaya başladılar. Ordu ise, bu sızmaları görüyor, ama bir şey demiyordu. Çünkü kendi ideolojisi ile Basçı Nusayrilerin ideolojisi arasında bir paralellik vardı. Her ikisi de Arap birliği ve Arap milliyetçiliğini savunuyor, ancak Arap sosyalizmi konusunda farklı düşünüyorlardı. Bu kadarcık ayrılığın kendileri için o kadar önemi olmamalıydı!.. Dürzîler, İsmaililer ve Ermeniler de orduya destek veriyorlardı.
devam ediyor...