SÜLEYMAN EFENDİ HAZRET’LERİNİN KAYDA ALINAN TEK VA’AZ’I

Abone Ol

Arkadaşlarından ba’zıları koşa koşa, kendilerine teklif edilen bu hukûkî ve idârî makamları ve mansıpları kabul ettiler.
İstanbul’da, sayıları 500 kadar Medrese Müderrisi, dersiâm bulunuyordu ve bunların ekserisi, Müderris’ler, dersiâm’lar cemiyetine aza idiler.
Medrese’lerin kapatılmasını ta’kiben, Süleyman Efendi Hazretleri ve birkaç arkadaşı Müderris’ler Cemiyetini toplantıya da’vet ettiler. Toplantıda, “Devletimiz yeni kurulmuştur, yeni dönemde bizlere maaş ödeyecek bütçesi olmayabilir, bizler herhangi bir ücret talep etmeksizin, fahrî olarak, hiç değilse, Medrese’lerden me’zun olmasına bir-iki sene kalmış olanları okutmaya devam edelim, hiç değilse onların me’zun olmalarını ve Anadolu’nun muhtelif yerlerdeki kadrolara ta’yin edilmelerini te’min edelim,” teklifinde bulunmuşlar. “Eğer, bu istikâmette bir karar alınacaksa, bir telgraf ile bu talebin merkezi Hükûmete bildirilmesi ve cevabının beklenilmesini” teklif ettiler. Bu da’vete, 500’den fazla müderris’ten pek azı katılmış, katılanların da ekserisi, “Israrlı olmayalım, bu bir devrimdir, âkibetimizin ne olacağı belli değildir, isteyenler, devletin teklif ettiği vazifeleri kabul edebilirler, dileyenler de bir müddet vasat aydınlanıncaya kadar köşemize çekilelim.” tarzında görüş bildirmişlerdi.
Buna rağmen, Süleyman Efendi Hazretleri ve az sayıdaki arkadaşı bir telgraf ile taleplerini Ankara’ya, Merkezi Hükûmete bildirirler.
Kendilerine 24 saat zarfında, “Acil” kaydıyla, Ankara-İstanbul arasındaki karakollar vasıtasıyla, (Karakoldan-karakola ulak’lar vasıtasıyla) cevap, İstanbul’a, Müderrisler Cemiyeti’ne ulaştırılmıştır.
Ankara’dan husûsî ulakla ve âcilen gönderilen cevâbî yazıda, “Medrese’ler tamamen kapatılmıştır, eğitim ve öğretim bütünüyle maarif nezâretine tevdî edilmiştir. Aksine davranış, şiddetle cezayı mültezimdir,” denilmişti.
Bu cevap karşısında, daha önce Süleyman Efendi Hazretleri’nin yanında yer alan müderrisler de “Biz söylemiştik, zaman çok kötü artık bizler de diğer arkadaşlarımız gibi, ya devletin bize teklif ettiği hukûkî ve idârî vazifelerden birisini kabul edeceğiz, ya da memleketlerimize, kasaba ve köylerimize döneceğiz. Bizim kusurumuza bakma sen Silistreli!” diyerek çark etmişlerdi.
Devlette, hukûkî ve idârî vazife alanların dışında kalan ve ekserisi, memleketlerine dönen dersiâm’lara, Devlette herhangi bir vazife kabul etmeseler de, bütün dersiâm’lara “Dersiâm’lık Maaşı” bağlandı ve kendilerine bulundukları yerlerin müftülerine haber vermek şartıyla va’az etme yetkisi verildi.
Anadolu’nun muhtelif yerlerindeki tesbitlerimize göre, dersiamlık unvanına sahip olanlar’dan, devlette herhangi bir vazife almayanlardan ba’zıları, memleketlerine döndüklerinde, ellerindeki kitaplarını toprağa gömmüşler, ilçelerinde ve kasabalarında cemaate va’az etmek için herhangi bir teşebbüste bulunmamışlar, halk’tan birisi olarak ömürlerini tamamlamışlardı.
Süleyman Efendi Hazretleri, 1924’den i’tibâren İstanbul’da, İstanbul Müftülüğü’nün bilgisi dahilinde, başta İstanbul’un, Ayasofya, Sultanahmed, Beyazıd, Süleymaniye, Fatih ve Yenicami gibi “Selâtîn” (Sultan’ların kendi nâm ve hesabına şahsî servetleriyle yaptırdıkları cami’ler) Camiî’lerinde Dâr-ı Bekâ’ya intihâl buyurdukları, 16 Eylül 1959 tarihine kadar va’azetmişlerdir. Filhakîka, Tek Parti, Mütegallibe, Ceberûtî devrinde zaman zaman korkmadan, çekinmeden hakîkatleri haykırdığı için, va’azetmesi engellenmiş, Diyânet İşleri Reisliğine, İstanbul Müftülüğü’ne baskı yapılarak va’az etmesi engellenmiştir.
1943 yılında Dahiliye Vekâletinin Diyânet İşleri Başkanlığı’na yazdığı bir yazı ile va’az vesikası geri alınır, İstanbul camilerinde va’az etmesi yasaklanır.
1938-1946 yılları arası Tek Parti Mütegallibe’nin Türkiye’de tam saha pres faşizmi uyguladığı yıllardır. 1950’lere girilirken, 1946 seçimleri bir nev’i ışık kulesiydi. Demokrasi adına, çok ayıplı, hileli bir seçim olmasına rağmen, bu seçimde mebus intihap olunan, Merhum Prof.Dr. Tahsin Banguoğlu ve arkadaşları, hükûmette yer aldılar. Okullar’da din derslerini, İmam-Hatip okullarının açılmasını, Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir İlâhiyat Fakültesi kurulmasını gündeme aldılar. Kısmî bir ferahlama oldu.
Bunun üzerine 14.04.1948 tarihli bir dilekçe ile yeniden va’az edebilmek için Diyânet İşleri Reisliği’ne müracaat etti. “Mütehassisîn Medresesinden me’zun dersiâm, ayrıca Medresetü’l-Kuzattan da me’zun bulunmaktayım. Kânûnen, Kayd-ı Hayat şartıyla aldığım dersiâm maaş’ı benim tabii vâiz olduğumun en kat’î delilidir.
Dersiâmlar memleketin tabiî vâizleri olup, hiç bir kayd ve şarta tâbi olmaksızın camilerde va’az edebilecekleri muhakkaktır.
Bir müddetten beri bu tabiî vazifemi yapamıyordum. Bugün yapmak istiyorum. İstanbul camilerinden hangisinde ve hangi saatte ifây-ı vazife edebileceğimin ta’yini için İstanbul Müftülüğü’ne emir verilmesini diler saygılarımı sunarım.”
Efendi Hazretleri’nin bu dilekçesine Diyânet İşleri Reisliği 11.06.1948 tarih ve 123/2784 numara ile şöyle cevap verir:
“Süleyman Hilmi Tunahan,
İstanbul Şehzâdebaşı Karakol arkası Selimpaşa Yokuşu...
14.04.1948 günlü dilekçenize cevaptır;
Vâizlik hakkındaki dileğinizin yerine getirilemeyeceği beyan olunur.”
24 Mart 1950 yılında, kadîm bir CHP’li, Fatih Kızılaycı’larından, Süleyman Nami Çaldan, devrin CHP, Tek Parti Müttegalibe’nin Başbakanı’na bir mektup yazarak, Süleyman Efendi Hazret’lerine yeniden va’az etme izni verilmesini talep etmektedir.
Süleyman Nami Çaldan bu mektubunda; “Sayın Büyüğüm, halk üzerinde oldukça te’sirleri görülen İstanbul vâiz’lerinin bu işte bizlere faydalı olacakları kanaatiyle ve muhitin eskisi olmam, yaşımın da ilerlemiş bulunması bu vâizlerle dostluk derecemi daha esaslı bir duruma sokmuştur. Her fırsatta kendilerine yaptığım ikazlar, partimiz lehine iyi neticeler vermektedir. Yalnız Fatih Mıntıkasının, halk tarafından çok sevilen, Dersiamlarından Süleyman Efendi’nin üç sene evvel İstanbul Polis Müdürü bulunan Zeki ile aralarınan açık olması yüzünden elindeki va’az vesikası alınmış olduğundan o zamandan beri va’az edememektedir.”
Süleyman Nami Çaldan’ın bu mektubu Başbakanlık tarafından Diyânet İşleri Başkanlığı’na havale edilmiş, bunun üzerine Diyânet İşleri Başkanlığı Süleyman Nami Çaldan’a şöyle bir mektup yazmıştır. (Resmî Yazı)
“Sayın Süleyman Nami Çaldan,
Sayın Başbakan’ımıza yazdığınız mektup üzerine Süleyman Hilmi Tunahan’ın va’az etmesinde Başkanlığımızca bir engeli görülmediğinden bahisle işin ilgililere tebliği hakkında İçişleri Bakanlığı’na bir yazı yazılmıştı. Bu kerre aldığımız karşılıkta adı geçenin son durumunun İstanbul Valiliği’nden sorulduğu ve gelecek cevaba göre işlem yapılacağı bildirilmektedir. Valilikle hemen temas edilerek müsâid bir cevap yazdıracak olursanız va’az’a çıkması sağlanacaktır.”
Tek Parti Mütegallibe, Ceberût devrinin özelliğine dikkat! Diyânet İşleri Başkanlığı, esâsen, Dersiâm olması i’tibâriyle zâten va’az etme yetkisine sahip bir zat hakkında, Kadîm bir CHP’liden, İstanbul Kızılay’ı mensubu bir zattan, bu mübârek zât hakkında müsbet bir cevap verilsin,” diye resmen tavasutta bulunmasını rica ediyor.
Ne var ki, kadîm CHP’li, Fatih’li Kızılay’cı vatandaşın çabaları da yetmedi, Süleyman Efendi Hazretleri’ne Tek Parti Mütegallibe ve Ceberûtî idare devrinde İstanbul’da va’az etme izni çıkmadı.
Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, müsbet görüşünü Dahiliye Vekâletine bildirmesine rağmen, izin verilmemiş, Diyânet İşleri Reisliği durumu, İstanbul Müftülüğü’ne şöyle bildirmiştir:
Diyânet İşleri Reisliği 24.05.1950 A 123/04785
İstanbul Müftülüğüne,
Dersiâm Süleyman Hilmi Tunahan’ın vâiz’lik yapmasının mahzurlu olduğu, İstanbul Vâliliği ifadesine atfen İçişleri Bakanlığı’ndan bildirilmiştir. Keyfiyetin adı geçene tebliği beyan olunur.”
Efendi Hazretleri’ne, İstanbul camilerinde va’az etme izni ancak, Demokrat Parti’nin iktidara gelişinden dört ay sonra verilebilmiştir.
Diyânet İşleri Başkanlığı, 09 Eylül 1950 tarih ve A 123/11233...
İstanbul Müftülüğü’ne,
Başkanlığın 24.05.1950 gün ve 4785 sayılı yazımıza ektir.
Dersiâm Süleyman Hilmi Tunahan’ın vâki müracaatı üzerine durumun incelenerek va’az vesikasının verilmesinde sakınca görülmediği İçişleri Bakanlığı’nın 01.09.1950 gün ve Emniyet Genel Müdürlüğü Ş.14580 sayılı yazılarıyla bildirilmiştir.
Keyfiyetin adı geçene tebliğiyle va’az vesikasının verilmesi beyân olunur.”
Ve! Bu tarihten i’tibâren Dâr-ı Bekâ’ya irtihaline kadar, Efendi Hazret’leri İstanbul’un camilerinde va’az etmiştir.
(Efendi Hazretleri’nin kayda alınan tek va’az’ı, hangi cami’de ve kim tarafından kayda alınmıştır? Konusu nedir? Gelecek yazıda....)