SÜLEYMAN EFENDİ HAZRET’LERİ HAKKINDAKİ
YALAN, İFTİRA VE BUHTANLARA CEVAPLAR!... (2)
Recep Akakuş, Hatırat ve Biyografi yerine roman yazsaydı çok daha başarılı olurdu.
Gönen’li Mehmed Efendi hakkında, 448 sahifelik, “Vakıf İnsan - Reisü’L-Kurra Gönen’li Mehmed Efendi,” adlı bir kitap yazmıştır. Güya, kitap “Hatırat ve Biyografi.” Fakat kitap’ta Hatırat ve Biyografi’den başka her şey var. Mondoros Mütarekesi’nden, Kuvva-i Milliye’ye, İttihad ve Terakkî’den, C.H.P.’ye, Cumhuriyetin kuruluşundan çok partili demokratik döneme geçişe kadar ne ararsan var. Hattâ, Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna kadar. Tabi’î ki, bütün bunları, hamisi olan Gönen’li Mehmed Efendi bağlamında zikrediyor.
Halbuki bunun yerine bir roman yazsaydı, tasavvurunda ve tahayyülünde bir figür tespit etseydi, bu figürü parlatmak, yaldızlamak için diğer ba’zı figürleri de bu figür’e dayanak yapsaydı, kimsenin bir diyeceği kalmazdı. Ne var ki, Recep Akakuş, bir roman yazmış, romanında hayâlî değil, hakîkî şahısları romanına konu etmiş, “Pireyi deve, cüceyi dev,” yapmak için nîce devleri insafsızca kullanmıştır. Adalet, vicdan ve insaf sahibi birisi, yüceltmek, parlatmak ve yaldızlamak istediği birisine dayanak yaptığı zevat hakkında en az objektif olmak, tarafsız bir gözle bakmak mecburiyetindedir.
Hakkında Hatırat-Biyografi, Güzelleme düzdüğü, Gönen’li Mehmed Efendi hakkında ne yazabilirdi ki, “İmam-hatip Mektebinden me’zun olmuş, bir müddet Gönen’de, imamlık yaptıktan sonra İstanbul’a gelmiş, önce mescid ve nisbeten küçük camii’lerde imamlık yapmış, 1954 yılından emekliye sevk’edildiği 1982 yılına kadar da Sultanahmed Camii’nde imamlık yapmıştır. Ne güzelleme’ler düzerse düzsün, hakkında yazabileceği çok fazla şey bulamazdı-nitekim bulamamış!...
Bulmak isterseniz illâ da bir şeyler bulursunuz. “Kel ölür, sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur,” denilmiştir.
Bunun içindir ki, Kitabına, ba’zı zevatı eklemlemiş, Gönenli’ye dayanak yapmıştır. Beklenen, en azından ebediyyete intikal etmiş bu zevatı hayırla yad’etmesiydi.
Ebû Cehl’in oğlu İkrime ve Ebû Leheb’ in kızı Müslüman olduktan sonra, sahabe’den ba’zıları kendilerine “Ne olacak Ebû Cehl’in oğlusun, Ebû Leheb’in kızısın, diye hakaret ettiklerinde, vaziyeti Resûl-i Ekrem’e arz’ettiklerinde, Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Ölü’lere sövmeyiniz, ölü’lere sövmek hayatta olan yakınları ziyâdesiyle üzer,” buyurmuştu.
Sövmek şöyle dursun, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medar Mürşid ve
Müceddid bir zat ki, yüzbinlerce talebesi, milyonlarca müntesibi ve ehibbası olan bir Merhum bir Zât-ı Muhterem’e yalan uydurma, iftira ve buhtan hangi insafa, vicdana ve ahlaka sığar?...
“Yapılan tasfiye sonunda, Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi kadro harici kalmış, eğitim ve öğretim camia’sından dışlanmıştır. Bunun üzerine, Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi çevresinde yer alan ba’zı yakın dost’larının aracılığı ile 1924 yılından i’tibaren ticari faaliyete girişmiştir. Değişik konularda yaptığı bu ticarî faaliyetlerini SÜLEYMAN Hilmi Tunahan Hoca Efendi 1930 yılına kadar sürdürmüştür.
Ancak giriştiği bu ticarî faaliyetlerden Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, başarılı bir sonuç alamamıştır. Sözgelimi; ilk def’a başladığı ticari faaliyette, İstanbul Eminönü esnafından Konya’lı Hacı Ömer tarafından sağlanan sermaye’ye dayalı olarak fıkıh kitaplarında yer alan “Mudarebe Usûlüne” göre bir ticari ortaklık kurulmuştur.
Sonra bu ortaklık adına, Batum Petrolleri Neft Sendikat Şirketinin Trakya Ana bayiliği alınmıştır.
Şu kadar var ki, yapılan gaz yağı dağıtımı sırasında Trakya köylü’lerinin elinde nakit para bulunmadığından, nakit para yerine köylü’lerden “peren süpürgesi-sokak çalı süpürgesi” alınmış ve bunlar Bulgaristan’a ihraç edilerek nakde çevrilmek istenmiştir.
Ancak o günün konjonktürel şart’ları içinde Bulgaristan ile Türkiye arasında karşılıklı olarak imzalanmış bir ticarî akredite anlaşması olmadığından Bulgaristan’a ihraç edilen “peren süpürge’lerinin parası alınamamıştır. Bu nedenle Silistre’li Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi tarafından “mudarebe usûlüne” göre kurulan ve de işletilen bu gaz dağıtım ortaklığı yürümemiş ve Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi iflasa sürüklennmiştir.
Bunun üzerine, sermayedâr olan Konya’lı Hacı Ömer Efendi Silistre’li Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin dersiâmlık ve müderrislik maaşına haciz koydurmuştur. Arşiv’deki sicil dosya’sında yer alan kayıt’lara göre bu haciz işlemi, Silistre’li Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi 1957 yılında vefat edinceye kadar devam etmiştir.”
“Hazâ İfkün Mübîn!...” (Bu apaçık bir iftiradır.)
Ticaret helaldir, herkes ticaret yapabilir. Ticarette kazanmak kadar zarar etmek de tabi’î’dir. 1924’de medrese’ler kapatılmıştır. Tabi’î olarak Süleyman Efendi Hazret’lerinin müderrisleri arasında bulunduğu Süleymaniye, Sahn-ı Semân Medresesi de kapatılmıştı. Süleyman Efendi Hazret’leri de emsali gibi, normal hayatına dönebilir, ticaret de yapabilirdi.
Ne var ki, medrese’ler kapatılınca bütün talebe-i ulûm ve müderris’ler çil yavruları gibi, Anadolu’ya ve Trakya’ya dağılmış, ders kitaplarını toprağa gömmüşler, kendi çocuklarına ve en yakınlarına dahî bırakınız, İslâmî-Şer’î ilimleri tedrisi, zarûrat-ı diniyye’lerini bile öğretmediler.
“İlm’in sûret-i ref’i, sahîhayn’de rivayet olunan Abdullah İbn-i Amr ibn-i As radiya’llahu anhüma’nın bir hadisi ile şöyle izah edilmiştir.
Resûl-i Ekrem salla’llahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki:
Cenab-ı Hak ilmi, ulemanın kalbinden mahvetmek ve hafızalarından silip unutturmak suretiyle çekip almaz. Belki ulema’yı kabzederek (ruhunu almak suretiyle) ilmi ortadan kaldırır, hiçbir ilim bırakmaz. Bu halde nas (insanlar) cühelâ’yı rüesa ittihaz ederek (cahilleri alimler ve reis’ler kabul ederek) dinî zarûretlerini bunlardan sorup telafi etmek isterler. Bunlar ise ilimsiz vukufsuz fetva verirler. Hem dâl, hem mudil olurlar. (hem kendileri sapmışlardır, hem de başkalarını saptırırlar.) (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, cild 5/l54 dip not)
1924’de medrese’lerin kapatılmasıyla, bu hadis-i Şerif’in mâsadaki tahakkuk etmiş yeryüzünden ilm’in kaldırılması neredeyse tahakkuk etmişti.
Süleyman Efendi Hazret’leri, başkaları gibi neme lazım dememiş, İslâmî-Şer’î ilimlerin tedrisi için her çareye başvurmuştur.
İstanbul’da daimi ta’kip altında idi. Kendisine selam verenler veya kendisinin selam verdiği herkes hafiye me’murları tarafından sorgulanıyordular. Bu devir için, aile’lerine ve kendilerine, neredeyse bir vali, bir meb’us maaşı kadar ücret vermeyi teklif ettiğim halde okutabileceğim talebe bulamadım, buyuracaktı.
Ticarî faaliyet görüntüsü vererek, yeryüzünden ilmin tamamen kaldırılmaması, yok olmaması için yapılan faaliyet’leri ömrü boyu hiçbir tedris faaliyetinde bulunmamış, tek bir kişiye bile Besmele çektirmemiş birisinin anlamasın değerlendirmesini beklemek abes’le iştigal olurdu.
Yalan, iftira ve açık buhtanlara cevaplarımız devam edecektir.