“Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin, Üç Mihrablı Camii’nden Eminönü Yeni Camii’ne naklinin gündeme geldiği günlerde Hoca Efendi, en yakın müntesibi olan “Kaptan Amca” lakaplı Hafız İhsan Gökdeniz’i damat edinmek istemiştir. Ancak “Kaptan Amca” lakaplı İhsan Gökdeniz, bunu kabullenmemiştir. Yapılan ısrarlı taleplere rağmen bu talep gerçekleşmeyince Hoca Efendi, kızı Bedîa Hanımı, Batum Petrolleri Neft Sendikat Şirketi’nin Trakya Ana Bayiliği’ni üstlendiği günlerde tanıştığı Antalya Ambarı sahipleri arasında yer alan ve de veznedarı olan Halil Kacar Bey’in oğlu Kemal Kacar Bey ile evlendirmiştir.”

Müfteri ve tezviratcı iftira ve buhtanlarını iyice mübtezel hale getirmiştir. Daha önceki serî’lerde ifade edildiği gibi, Süleyman Efendi Hazret’lerinin, “İhsan Gökdeniz” diye ne bir talebesi, ne bir müridi ve ne de bir müntesibi vardır. Kurs’larda talebe’nin not defterlerinde tuttukları ve sitayişle bahsettikleri, “Kaptan Amca,” aslen, Rize’li, 27.03.1322/1906 doğumlu, 1987’de İstanbul’da vefat eden ve Karacaahmed Sultan Kabristanlığı’nda Süleyman Efendi Hazret’lerine mücavir medfûn, Emir Ahmed Kulokur’dur.

Hacı Ahmed Kaptan, mesleğe miço olarak başlamış, denizcilikte ve gemicilikte bütün kademeleri kat’ederek bir devrin en lüks Yolcu Gemi’lerinden, Akdeniz Yolcu Vapur’unun Süvariliğine kadar  yükselmişti. Eski devirlerde, Türkiye’den hac yolculuğu yalnız gemiyle yapılırdı. Hacı Ahmed Kaptan, hac seferi için Mekke’ye giden Akdeniz Vapur’unun ikinci süvarisiydi. Hac farizasını da bu vesiyle ile eda etmişti. Bu seferinden döndükten sonra, Ahmed Kaptan’a, Hacı Ahmed Kaptan unvanı verilmiş  ve bundan sonra ebediyyete intikal edinceye kadar, artık unvanı, Hacı Ahmed Kaptan idi.

Akdeniz Vapur’unun, bir İstanbul-İzmir Seferinde, Hacı Ahmed Kaptan Vapur’un ikinci Süvarisi’dir. Gemi’nin yolcuları arasında, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medar Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Tunahan Silistrevî  Efendi Hazretleri ve ba’zı talebesi de vardır. Yolculuk esnasında namaz vakti, geminin hoparlöründen talebe arasındaki güzel sesli bir hafız ezan okur, Süleyman Efendi Hazret’leri de geminin güvertesinde namaz kılan gemi yolcularına imamlık eder. Devrimbaz ve laikçi birisi tarafından Denizcilik İdaresine rapor edilince, Hacı Ahmed Kaptan Akdeniz Gemisi’nin süvariliğinden alınır, İstanbul-Karadeniz seferleri yapan nispeten daha küçük ve az konforlu, Tırhan Vapur’una verilir. Kısa bir müddet bu Vapur’da çalışan Hacı Ahmed Kaptan, yine bir Karadeniz Seferinde Gemide ezan okutur ve gemi’nin güvertesinde cemaatle namaz kıldırır. Yine şikayet edilir, rapor edilir. Bu sefer de tenzil-i rütbe ile kendisi, Yolcu Gemilerine ve Şehir Hattı vapurlarına yakıt ikmali yapan küçük bir Tanker Gemisine, “Yakıt-2”ye kaptan olarak verildi. Zaman zaman, Ziyarethane’den geç vakit çıkar, İstinye Koyunda veya Yenikapı açıklarında demirli, “Yakıt-2” gemisine gider, Hacı Ahmed Kaptan’ın kamerasında, Kaptan Köşkünde misafir edilirdim. Sabah namazı için uyandırıldığımda, ya İzmit Körfezi’nde rafinerinden yakıt dolduruluyordu ya da herhangi bir gemiye yanaşmış yakıt ikmali yapılıyordu. Zaman zaman da, elektriğin, suyun yolun bulunmadığı dağ başında inşa ettiği evine lastik çizmelerle, çamur deryasını aşarak çukurlardan atlayarak ulaşır, odun sobasının ısıttığı  ve gemici fenerinin aydınlattığı gecekonduda sabahlardık.

Hacı Ahmed Kaptan 1960’lı yılların başlarında sahiplendiği bu geniş araziyi vakfetmiş, üzerine, Dağlılar Vakfı tarafından Türkiye’nin en büyük, Kız Kur’an Kursu ve Kız Yurdu inşa edilmişti. Bu ma’na’da, Hacı Ahmed Kaptan, Türkiye’deki Kız Kur’an Kurs’larının ve Kız Yurt’larının ilk banisi kabul edilebilinir.

Ebediyyete intikal edince kadar ilerlemiş yaşına rağmen, Kız Kurs’larına ve hususiyle de, Ümraniye Dağlılar Vakfı Kız Kur’an Kursu ve Kız Yurduna hizmete devam etmiştir. 

Beyefendi, 1930’lu yıllardan bahsediyor, müptezel iftiralarına devam ediyor. Beyefendi, 1930 yılında Süleyman Efendi Hazret’lerinin büyük kızı Hadîce Bedîa Sultan henüz yedi yaşındaydı, küçük kızı, Feriha Ferhan ise henüz doğmamıştı. Yukarıda serd’edilen iftira ve buhtan’ları, aşağıda da devam ettirdiğiniz iftira ve buhtan’ları nereye koyacağız?!...

Bu evlilik gerçekleştikten bir müddet sonra da; Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, Fatih Malta Çarşısında oturduğu küçük kiralık evden ayrılmış ve Şehzadebaşı’nda Kemalpaşa Camii yakınında bulunan dünürü Halil Kacar Bey’in konağı’nın, “Taşlık” adıyla anılan ve sokak ile de irtibatlı olan giriş bölümüne taşınmıştır. Hiç şüphesiz semt ve muhit değişikliği, kısa bir müddet sonra Hoca Efendi’nin aile yaşantısında da etkisini göstermeye başlamıştır. Sözgelimi; Hoca Efendinin küçük kızı Feriha Hanım, pantolon giyip bisiklete binmeye başlamıştır. Bu durum ilk mürid ve ilk müntesipler arasında yer alan Berber Recep, Çorapçı Mustafa ve Kaptan İhsan Gökdeniz tarafından, koruma amaçlı olarak, pek hoş karşılanmamıştır. İhsan Gökdeniz tarafından bu durum, Hoca Efendi’ye intikal ettirilince de Hoca Efendi’nin onlara verdiği cevap: “Evladım! Sizler bu konuda hiç endişe etmeyin! Kızım Feriha, meleklerin koruması altındadır. Hiç kimse ona kötülük yapamaz... Telaşlanmayın!” olmuştur.

Ancak bu arada, Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin yakın hizmetinde bulunmak üzere; damadı Kemal Kacar Bey tarafından görevlendirilmiş olan ve müntesipler arasında “küçük Evliya” adı verilen kişinin-İlahiyatçı ve Enstitü’lü Kardeşlerimizin halk’dan birisiymiş gibi, “Galat-ı Meşhur’a sığınmaları gibi Recep Akakuş’da herhalde cehaletini “Galat-ı Meşhur,” ma’zeretiyle geçiştirecektir. “Hasenatlar, mükafatlar, beliyyatlar, a’zablar,” her gün mihrab, minber ve kürsülerden duyduğumuz Galat-ı Meşhurlar. Fakat yazıya dökülünce, muharrirler, editörler ve yayıncılar biraz daha dikkatli olmaları iktiza etmez mi?...

Beyefendi, “Evliya,” “Velî”nin çoğuludur. Bir kişiye izafe edildiğinde, “Küçük Evliya,” denilmez, “Küçük Velî” denilir. - bir cinayet olayına karıştığı duyulunca müntesipler arasında derin bir şok hali yaşanmıştır.”

Daha önceki adice, müptezelce yapılan iftira ve buhtanlara verilmiş bulunan cevaplardan başka, bu adi müfterî’ye nasıl cevap verilir ki, bahsettiği yıllar 1930-37 arası, Süleyman Efendi Hazret’lerinin küçük kızı henüz, 6 yaşında, bisiklete binme, pantolon giyme... 1930’lu yılların İstanbul’unda, bisiklet henüz üretimde değil, İtalya’da ve diğer ba’zı Avrupa ülkelerinde belki üretiliyor, fakat Türkiye’de yok. Ancak, 1960-1970’li yıllarda yaygınlaşmaya başlamış, yalnızca erkeklerin-erkek çocukların binebildiği şeytan arabası...

1930’lu yıllarda bırakınız, Müslüman kadınları, frenk hanımlar bile henüz pantolon giymezdiler.

Bu müfterî’de ruhî bir maraz olmalıdır. Ba’zı psikiyatr uzmanları ile görüştüm böyle ruhî bir marazın olduğunu söylediler. Kişi kendi başından geçen bir ruh halini ma’ruz kaldığı ruhî sıkıntıları kendi vicdanını rahatlatmak maksadıyla bir başka büyük ve saygın bir zata hamleder, vicdanen rahatlarmış...