“İşte bu yıllarda Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, Üç Mihrablı Camii’nde sosyal içerikli ve güncel nitelikli va’az ve sohbetlerini sürdürmüştür.

1935 yılında yapılan milletvekilliği seçimlerinden sonra gelişen ve de değişen yeni politik ortamda Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, Cum’a va’az ve sohbetlerini Eminönü Yeni Camii Kürsü’süne taşımıştır. Yeni Camii Kürsü’sünde yaptığı sosyal içerikli ve de güncel konularla ilişkili sohbetlerinden siyâsî otorite çok rahatsız olmuştur.

Bu nedenle Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, sık sık, Sirkeci’deki Sansaryan Hanında faaliyet gösteren, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyâsî Şube’ye çağrılarak uyarılmıştır. Yapılan uyarılara uymadığı görülünce de kendisine 1930 yılında verilmiş olan vaizlik ,(va’az) vesikası 1937 yılında Başbakanlığın direktifi doğrultusunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nca iptal edilmiştir.”

Süleyman Efendi Hazret’leri, dersiâm’lardan olup, diğer bütün dersiâm’lar gibi memleketin her yerinde tabi’î vaizler olup hiçbir kayd ve şarta tabi olmaksızın ve herhangi bir vesika’ya lüzum olmadan bütün camii’lerde va’az etme salahiyetine sahipti. Dolaysiyle, “vesikası alındı-tekrar verildi,” tarzında bir değerlendirme doğru bir değerlendirme değildir. Ancak, zaman zaman, va’az etmesi fi’î’len engellenmiş, zaman zaman da va’az etmesine izin verilmiştir. 1924-1938 yılları arasında en son vazifesi, İmam-Hatip Mektebi Müderrisliği’nden kendi isteği ile ayrıldıktan sonra, Zatıyla kaim, istisnaî bir me’mûriyet olan dersiâmlık unvanını taşıdığı için tabi’î vaiz bulunduğundan, İstanbul Camii’lerinde va’az ve sohbetlerine devam ederken, rejimin hukuksuz müdahaleleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından va’az ve sohbette bulunması fi’îlen engellenmiş ise de 1938 yılında va’az ve nasihatta bulunmasına tekrar izin verilmiştir.

Süleyman Efendi Hazret’leri, mederese’lerin kapatıldığı 1924 yılından i’tibaren çok sıkı bir ta’kip altındaydı. Hatta, kendisine selam verenler ve kendisinin selam verdiği kimseler bile sorguya çekiliyordu. Fakat ilk ciddî ta’kibat 1939 yılında başlatılmıştı. 1939 yılında bir gün evi, kalabalık bir polis ekibince basılır, köşe-bucak her yer, bizzat kendisinin ve aile yakınlarının üstleri bile titizlikle aranır, Süleyman Efendi Hazret’leri polislerce, celb’edilir, Sirkeci, Sansaryan Han’daki Emniyet Müdürlüğü 2.Şube, (Asâyiş Şubesi Müdürlüğü) meşhûr, Müteferrika’ya tıkılır. Bu Müteferrika, zamanın en zalim, merhametzsiz, insafsız, aznavur polis me’murlarının vazife yaptığı, kapısında, hâşâ! “Burada Allah yoktur, burada, vicdan, insaf ve merhamet yoktur,” levha’ları asılıdır. Müteferrika’da, katiller, caniler, hırsızlar, her tülü suça bulaşmışlar bir arada tutuluyor. Şehir lağım şebekesi buradan geçiyor, denize deşarj oluyor. Müteferrika bölümünde kasıdlı olarak lağımın üstü açık bırakıldığı için, kedi büyüklüğünde lağım fareleri tutuklular arasında cirit atıyor. Ters kelepçe elleri arkalarından bağlanan tutukluların ba’zılarının kulakları veya burunları bu lağım fareleri tarafından koparılmış olduğu daha sonra açıklanan raporlardan anlaşılmıştır.

Ba’zı kaynaklar, Süleyman Efendi Hazret’lerinin, bu tevkif sırasında Alman-Nazi usulü işkence aleti dikine tabutluğa konularak işkenceye tabi tutulduğu yazılmış ise de, Efendi Hazretleri bu tevkifinde böyle bir işkence’ye tabi tutulmamıştı. Çünkü bu yıllarda henüz bu işkence aleti burada yoktu. Devrin, zalim, mütegallibe tek parti iktidarı, bilhassa gençler arasında rejim muhaliflerinin çoğalmaya başladığını hissetmeye başlayınca, muhalefeti ezmek ve gençleri susturmak için, devrin Emniyet Umum Müdür Muavini, Kâmuran Çoruh riyasetinde bir hey’eti Almanya’ya, Nazi işkence aleti ve usullerini tespit ile aynılarının Türkiye’de tatbîk için göndermişti. Alman Nazi usulü, işkence aletleri 1942’den sonra konulmuş ve bu tarihten i’tibaren de Nazi işkence usulleri tatbik edilmiştir. Elbette ki, Süleyman Efendi Hazret’lerinin, daha sonraki tevkiflerinde de Nazi usulü işkenceler, tabutluk işkencesi de dahil ma’alesef uygulanmıştır. Bu meş’ûm işkencelere 1944 yılında “Turancılık Davası” olarak Türk Siyasî tarihine geçen davada tutuklanan, Merhum Alparslan Türkeş ve arkadaşları da tabi tutulmuştu.

“Buna rağmen, Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, üstlendiği tasavvufî  misyonunu taşımaktan asla vazgeçmemiştir. Aşağıda kısaca açıklanacağı üzere, Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, bir taraftan dünürü, Halil Kacar Bey’in Şehzadebaşı semtinde yer alan konağının alt katına taşınmış ve burasını, “Ehl-i Ma’neviyat Meclisi”ne dönüştürmüştür.

Diğer yandan da iptal edilen vaizlik vesikasını yeniden alabilmek için hukûkî bir mücadele’ye girmiştir. Başlattığı bu hukûkî mücadele değişik aşamalardan geçerek 1949 yılına kadar 12 yıl sürmüştür.”

Yeri geldiğinde tafsilatıyla anlatılacağı üzere, Süleyman Efendi Hazret’leri, Şehzadebaşı’na, mülkiyeti, damadı Kemal Kacar Merhum’un, Merhum, Muhterem Pederleri Halil Kacar Bey’e aid köşke 1935’de değil, 1942’de taşınmıştır. 1938’den sonra yeniden va’az etme yasağı 1943 yılına getirilmiştir. Bu yıllarda ders okutabileceği mekanlara yakınlığı dolaysiyle, Şehzadebaşı’ndaki Halil Kacar’a aid bu konağa taşınmıştır. Üç katlı bu ahşap konak, iddia olunduğu gibi, “Ehl-i Ma’neviyat Meclisi,” değil, Efendi Hazretlerinin ikametlerine mahsus idi.

“İlk müntesipleri: Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, 1930 yılında Eyüp Özbekler Tekke’sinde Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin Hazret’lerinden Nakşî Tarîkat geleneğine göre, hilafet yetkisi aldıktan sonra, 1930 yılında yasal hakkı olan vaizlik mesleğine yönelmiştir. Yıllardır bu tarîkat geleneğinin İstanbul’da temsilciliğini yapan ve Beyazıd Camii’nin cümle kapısında tesbihçilik yapan Türkistan kökenli, Murtaza Efendi geçiminin sağlanması şartıyla hilafetle ilgili emanetleri Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’ye teslim etmiştir. Bu nedenle, Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin öğrencileri tarafından tutulan bütün “öğrenci not defterleri,”nde, “Tesbihçi –Baba” lakabıyla anılan Türkistan kökenli bu Murtaza Efendi devamlı hayırla yâd olunmuştur. Diğer yandan yukarıda işaret olunduğu üzere, Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, İstanbul Müftülüğü’nün tensibiyle Softa Hatip Camii’nde ilk def’a başlattığı va’az ve sohbetlerini, İstanbul Merkez Sebze Hali karşısında yer alan Üç MİHRABLI Camii  kürsü’süne aktarmıştır.”

Tasavvuftan ve ma’neviyyattan zerre kadar nasibi olmayan birisi ancak böyle bir yorumda bulunabilir. “Tesbihçi Murtaza Efendi, yıllardır, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’nin İstanbul temsilcisiymiş” de geçiminin sağlanması karşılığında hilafetle ilgili bütün emanetleri Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’ye teslim etmiş miş...

“Cehl-i Mürekkep,” diye işte tam da buna denilir. Tasavvufî bütün emanetler kendisinde olan birisi, sırf nafakasının (geçiminin) te’mini karşısında bütün bu emanetleri bir başkasına devredecek-satacak. (Rabbim, aklıma mukayyed ol, aklımı muhafaza buyur!...)

Efendi Hazret’lerinin, Salâtîn Camii’ler yanında nisbeten küçük camii’lerde de va’az ve nasihatta bulunmasının sebebi, bu camii’lerin civarında, müntesiplerinin, bilhassa hanım müntesiblerinin ve ahibba’dan olanların çok olmalarıdır. Mesela, Eminönü’nde, Yeni Camii’n çok yakınlarında bulunan, Arpacılar Camii’nde va’az ettiğinde Galata Köprü’sündeki Vapur İskele’lerinde ve Denizyolları depolarında çalışanlar, namazlarını bu Camii’de kılarlar ve Hazreti Üstazımızın sohbetlerini dinlerlerdi. Bu yıllarda bir ikisi hariç, İstanbul’daki Selâtîn Camii’lerinde hiç cemaat gelmediği için, müezzinler ezan okurlar tek başlarına vaktin namazını kılıp cami kilitleyip ayrılırlardı.

“O günden i’tibaren yakın çevresinde “Kaptan-Amca” lakabı ile anılan İhsan Gökdeniz, Berber Recep ve Çorapçı Mustafa gibi müntesipleri, bir ma’na’da onun yakın koruma görevini üstlenmiş sadık, vefâkâr ve de fedâkâr kişilerdir. Özellikle talebe tarafından tutulan not defterlerinde derin bir saygı ve sevgiyle anılan “Kaptan Amca- İhsan Gökdeniz”, gerçekten Kara Deniz’li, hafız, gözü pek mücadeleci ve de baskın karakter sahibi bir kişidir.

Fatih Camii’nin Malta Çarşısı’na açılan dış bahçe kapısının hemen yakınında yer alan küçük bir kiralık evde ikamet eden Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin hem geçimine ve hem de korunmasına büyük ölçüde katkıda bulunan bu kişiler, Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin ilk müntesipleri ve de muhibleridir.

“Kaptan Amca” lakabıyla anılan İhsan Gökdeniz’in bana vermiş olduğu bilgilere göre; bu zevat, Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin velâyetine gerçekten inanmış çok saf ve temiz kişilerdir. Öyle ki, bu ilk müntesipler, vefat edecekleri anda şeytan’ın, onların imanlarını çalma teşebbüsüne karşı, Hoca Efendi’nin himayesini sağlayacaklarına ve bu himaye sayesinde şeytanın tasallutundan kurtulacaklarına inanmışlardır.”

Müfteri ve Tezviratçı safsata’larına devam ediyor. Fakat, “Kılavuzu Karga Olanın Burnu B....dan Kurtulmaz,” denilmiştir. Sanki, Müfterî’yi kılavuzları aldatmışlar gibi geldi bize...

Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medar Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s.) Efendi Hazret’lerinin, İhsan Gökdeniz, Berber Recep ve Çorapçı Mustafa, diye hiçbir zaman müntesibi, muhibbi, bağlısı, cemaati olmamıştır.

Süleyman Efendi Hazret’leri, hiçbir zaman Fatih Camii’nin Malta Çarşısı’na açılan dış bahçe kapısı’nın hemen yakınında yer alan küçük kiralık bir evde ikamet etmemiştir.

Efendi Hazretleri 1942 yılına kadar bir zamanlar, zengin ve şerefli, Rumeli göçmeni aile’lerin ikamet ettiği, İstanbul’un en mu’tenâ semt’lerinden Fatih, Çarşamba-Beyceyiz Mahallesinde ailesine aid üç katlı geniş müstakil bir evde ikamet buyuruyordular. 1940’lı yıllarda nispeten ders okutması mümkün mekanlara yakın olması hasabiyle, Şehzadebaşı’ndaki damadının babasına aid  köşe taşınmıştır. 

Müfterî ve ona kılavuzluk edenler, herhalde, üzerinde çalıştığımız, Müderris, Dersiâm, Süleyman Hilmi Silistrevî, el-Ma’rûf  bi Tunahanı ile, 1950’li yılların sonlarında, Fatih civarında dolaşan bir derbeder vardı. Müteşeyyihlik yapıyordu. (Şeyh’lik taslıyordu.) Etrafındaki bir-kaç miskin de kendisini şeyh sanıyor, öyle muamele ediyorlardı. Ba’zıları Süleyman Efendi Hazretleriyle karıştırdığı için, bu zata, Fatih’li Süleyman Efendi, gerçek Süleyman Efendi Hazret’lerine de Çamlıcalı Süleyman Efendi,” diyorlardı.

Müfterî’nin Kaptan Amcası, İhsan Gökdeniz ile Berber Receb’i ve de Çorapçı Mustafa’sı herhalde Fatih’li Süleyman Efendi’nin mürid’leri olmalıdır. Çamlıca’lı, gerçek Süleyman Efendi Hazret’leriyle herhangi bir alaka ve münasebetleri olmadığına göre...