İstanbul’da, birisi daha az bilinen, Kadırga’da, Küçük Ayasofya Mahallesinde, Şehid Mehmet Paşa Yokuşu’nda Sokullu Külliye’sinin yanında, Orta Asya’dan gelen Nakşî dervişleri için, 1104’te (1692-93)’te İstanbul Defterdarı İsmail Efendi tarafından kurulan, Özbekler Tekkesi, diğeri, daha popüler (meşhur), İstanbul, Üsküdar’da, Orta Asya’dan gelen Nakşî dervişlerin barınması için, 1166’da (1753)’de Maraş Vali’i Abdullah Paşa tarafından kurulan, kaynaklar’da, “el-Hac Hoca, Hacı Hoca, Kalenderhane” adlarıyla da anılan Üsküdar Sultantepe’sinde Serviliköşk (günümüzde Münir Ertegün) Sokağında bulunan, Kurtuluş Savaşı tarihinde önemli bir rol oynayan Şey Ata Efendi’nin İstanbul’da işgal kuvvetlerine karşı oluşturulan Karakol Cemiyeti’nin üye’lerinden olması hasabiyle bu tekke bir müddet Kuvvâ-yi Milliye mensuplarından yaralananlar için hastahane olarak kullanılan, ayrıca İstanbul’dan kaçırılan silah ve cephane ile Anadolu’ya gizlice geçmek isteyen, aralarında İsmet İnönü, Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar, Ali Fuad Cebesoy’un babası, İsmail Fazı Paşa, Mehmed Akif Ersoy ve Celaleddin Arif Bey gibi önemli isimlerin bulunduğu kişilerin ilk durağı haline gelen, uğrak yerleri olan, Özbekler Tekke’si...

İstanbul, Eyüpsultan’da, Özbekler Tekkesi, adında bir tekke bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, Özbek  asıllı, Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin (k.s.) Efendi Hazret’leri, ba’zı kaynaklara göre, 1843’de, ba’zı kaynaklara göre ise 1838 yılında doğmuştur. Geçen haftaki yazımızda Efendi Hazret’lerinin 1943’de doğduğunu, 1910 yılında 67 yaşında vefat ettiğini yazmıştım. Oysa, diğer ba’zı kaynaklardan doğum tarihinin, 1838 olduğu anlaşıldığından 1910 yılında 72 yaşında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Fakat, irtihal, ebediyyete intikal tarihi hakkında ihtilaf bulunmamaktadır. Öyleyse, Tekke, zaviye ve türbeler, 1925 yılında kapatıldığına, Silsile-i Zeheb- Silsile-i Saâdât-ı Nakşibendiyye’nin 32. Halkası, Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin (k.s.) Efendi Hazret’leri 1910 yılında ebediyyete intikal buyurduğuna göre, nasıl oluyor da 1930 yılında, olmayan, Eyüpsultan Özbekler Tekke’sinde Özbek pilavı yenilecek, tasavvufî sohbetler’de bulunulacak?!...

Bayezid Camii kapılarında tesbih satan, Türkistan kökenli, Merhum, Murtaza Efendi, Süleyman Efendi Hazret’lerinin ilk müntesiplerinden, Müridi ve talebesi, tasavvufî derinliği olan bir Zat-ı Muhterem idi. Doğrudur, İmam-ı Rabbanî Evladı’nın sitayişle bahsettikleri, “Tesbihçi Baba” Türkistan’lı, Merhum, Murtaza Efendi’dir.

Kendisinde küçücük tasavvufî bir bilgi kırıntısı olan herkes bilir ki, bir mürşid-i Kâmil ve müceddid’in uzak diyarlarda, “Temsilcisi” değil, müridi ve kapılanı olur. Mürşid-i Kâmil ve müceddid, herhangi bir ticarî firma ve kuruluş mudur ki, bir başka merkez’de temsilcisi bulunsun.

Diğer taraftan, Sırr-ı Hafî Yolu, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’de, Sahib-i zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmiller, Müceddid’ler kendilerinden sonrası için, herhangi bir halef veya halife ta’yin etmezler, halef bırakmazlar. Takdir-i İlâhî, Tensib-i Rabbânî ve Nasib-i Ezelisi ile İlahî ilham ve ma’nevî işaretle, “Sell-i Seyf,” edip, kılıcını sallayarak ve bütün nâehil, müteşeyyih’lere meydan okuyarak tecdid vazifelerine başlarlar.

Bu bakımdan, “Yapılan tasavvufî nitelikli feyizli bir sohbet sonrasında, Silistreli,Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, bilgisiyle ve müteşebbis tavırları ile Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin Efendi’nin dikkatini çekmiş ve ba’zı özel durumları gözetmek şartıyla, kendisine hilafet vermeyi teklif etmiştir,” ifadeleri hiçbir surette hakikati aksettirmiyor.

Vuzuha kavuşturulması gereken bir başka husus da, Süleyman Efendi Hazret’leri ve diğer dersiamlar, dersiamlık, istisnâ-î ve zata mahsus zat ile kaim olduğu için, dersiamlar, hiçbir makama ve mercî’ye müracaat etmeksizin, istedikleri herhangi bir camii’de va’az etme salahiyetine sahip idiler.

Süleyman Efendi Hazret’lerinin İstanbul’un nispeten küçük camii’lerini tercih etmesinin sebebi   bu camii’lerin yakınlarında ahibba ve müntesiplerinin çok olması ve cemaat bulunmasıdır.

Hazindir ki, devrin şartları müvacehesinde, İstanbul’daki ba’zı Salatîn Camii’lerinde cemaat bulunmadığı için vakit namazlarının kılınmadığı günler vardı.

Hakikatleri, zamanı, mekanı, tarihleri ve mavaka’yı bu kadar tahrif etmek tersyüz etmek için çok çoook hususî bir gayret gerektirmektedir. Bu gayret niçin gösterilmiştir, niçin gösterilmektedir, hayretler içindeyim. “Mızrak Çuvala Sığmaz, Güneş Balçıkla Sıvanmaz,” denilir. Birileri, herhalde, “Mızrağı Çuvala Sığdırmaya, Güneşi Balçıkla Sıvamaya” körü körüne gayret ediyor olmalıdır.

“Ardından Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, üstlendiği Nakşî Tarikat misyonuna göre hazırlığını yapmış ve kürsüye çıktığında va’az ve sohbetlerinde etkili olarak “Beden Dilini,” kullanmış, sosyal içerikli ve de çok etkili sohbetler yapmaya başlamıştır. Konularını işlerken sık sık, güncel olaylara temas ederek cemaatin dikkatini üzerine çekmiş, İslam açısından, “Zamanın, sel önünden kütük kapma yarışı ve savaşı olduğunu ileri sürerek,” kürsüden cemaati topluca, “Rabıta” yapmaya da’vet etmiştir.

Böylece üstlendiği hilafet yetkisini en etkin bir şekilde cemaate tanıtmaya ve de benimsetmeye gayret etmiştir.

Kürsü hakimiyyeti geliştikçe ve sohbetlerine cemaatin gösterdiği ilgi artınca, müftülüğe müracaat ederek va’az yerini değiştirmiş ve o yıllarda, “İstanbul Sebze ve Meyve Hali,”nin karşısında bulunan Üç Mihraplı Camii’ne va’az ve sohbetlerini aktarmıştır. Sözü edilen Üç Mihraplı Camii, İstanbul Merkez Hal Binasında çalışan veya buradan mal alıp-satmaya gelen değişik esnaf grubuna mensup Müslümanlar’ın öğle ve ikindi namazlarını edâ ettikleri bir camii’dir ve de bu cami, farklı mezhep’ten ve meşrep’ten oluşan büyük bir cemaat kitlesine sahiptir.”

Doğrudur, Süleyman Efendi Hazret’leri, va’az ve nasihatta bulunduğu bütün camii’lerde, selis İstanbul Türkçesiyle vecd ve istiğrak ile konuşuyordu. Elbette, cemaat da büyük bir vecd ve aşka, sükûnetle ve derin bir huzur içindi kendisini dinliyordu.

Yapılan bu yer değişikliği ile Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, değişik meslek gruplarına mensup büyük bir cemaat kitlesine hitap etme ve de onlar ile tanışma fırsatı bulmuştur. Bu arada daha önceki yıllarda Batum Petrolleri Neft Sendika Şirketinin Trakya Ana Bayiliğini üstlendiği yıllarda yapılan nakliye sebebiyle Antalya Nakliyat Ambarı’nın sahiplerinden Halil Kacar Bey ile temasa geçmiştir.

Bu dönemde Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, başta Halil Kacar Bey’in yakın dostları arasında bulunan Konya Lezzet Lokantası’nın sahibi, Mustafa Doğanbey, Süleyman Kuşçulu, Refik Bürüngüz ve Mehmed Üretmen gibi tanınmış ticaret erbabı ile de tanışmış ve aralarındaki dostluğu pekiştirmiştir.”

Bu Serî’nin ilerleyen bölümlerine mufassalen anlatılacağı üzere, yukarıdaki bütün değerlendirmeler ma’alesef, hiçbir suretle hakikatle bağdaşmamaktadır. Hazreti Üstazımızın, tecdit, irşad ve ihda vazifesine fi’î’len başladığı tarih bu bahsedilen yıllardan çok sonrası, 1936’dır. Sözü edilen zevatla tanıştığı-tanıştırıldığı tarihler çok farklıdır. Silsile-i Zeheb - Silsile-i Saâdât’ın 32.halkası, Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin (k.s.) Efendi Hazret’leriyle ilk teşerrüfü (Hicrî  1326 Ramazan/Ekim 1908)