SÜLEYMAN EFENDİ HAZRET’LERİ HAKKINDAKİ YALAN, İFTİRA VE BUHTANLARA CEVAPLAR!... (4)

Abone Ol

İşin doğrusu, 1927-1930 yılları arasında, medrese’lerin kapatılmasından sonra, müderris’lerden bir bölümü, Devlet tarafından kendilerine teklif edilen vazife’leri kabul etmişler, hakim, müddeî     umum (C.Savcısı) olarak Adliye Teşkilatında vazife’ye başlamışlardı. Ba’zıları da kendilerine verilen Avukatlık ruhsatı ile avukatlık yapmaya başlamışlardı.

Devlete vazife kabul etmeyenler veya herhangi bir hizmet teklifi almayanlar memleketlerine dönmüşler, ders kitaplarını ve diğer yardımcı kitaplarını toprağa gömmüşler, en yakınlarına, kendi çocuklarına bile, asgarî  Zarûrât-ı Diniyye’lerini bile öğretmiyorlardı.

Bu durumda yeryüzünden İslâmî ve şer’î  ilimlerin bütünüyle kaldırılması söz konusuydu.

Süleyman Efendi Hazret’leri, İstanbul’da çok sıkı bir ta’kip altında idi. Selam verdiği ya da kendisine selam veren herkes sorguya çekiliyordu.

Çareler arıyordu. Hangi şartlar muvacehesinde olursa olsun, mutlaka birilerine ilim tedris etmeliydi. Fark’etmezdi, bir-kaç kişi bile olsa kendisinden ilim tahsil edenler bir şekilde gelecek nesillere bu ilmi aktarabilirlerdi.

1927 yılında, Yayla dönemi, Mersin, Silifke ve Antalya’nın muhtelif yerlerinden, Toros’lara, Konya’nın muhtelif yaylalarına, Mayıs ayının ortalarından i’tibaren Eylül ayının ortalarına kadar yayla’ya çıkarlar.

Bu yayla’lardan birisi de Konya-Ereğli, Ayrancı’nın Soğanlı Yayla’sıdır. Süleyman Efendi Hazret’leri güya bu yayla’da mandıra işletecektir. Aslında, yayla’da mandıra te’sisi de yoktur. Yörükler-göçerler, sürü’den sağdıkları süt’leri kendileri kaynatırlar, yoğurdu yayıklarda çalkalayıp, sade yağını-tereyağı ayırıp ayran’dan da, çeşitli peynirler elde ederlerdi.

Süleyman Efendi Hazret’leri, tereyağı ve peynirleri yörüklerden mübaya’a ediyor, devrin ulaşım vasıtalarıyla, at, merkep, katır yakın şehir’lere ve büyük şehir’lere sevkediyordu. Asıl maksadı ise burada, Yörüklerin-göçerlerin çocuklarını okutmaktı. Mütegallibe zalim rejimin ulaşamadığı, kuş uçmaz, kervan geçmez bu Toros’ların zirvelerinde göçebe çocuklarına öncelikle zarûrat-ı Diniyye’leri öğretiyor, kabiliyyeti olanlara da, ilmî tedrisatta bulunuyordu.

Aynı yıllar’da, İstanbul-Çatalca’nın köylerinde, İnceyiz köyü’nde, Köy Hükm-ü Şahsından bir arazi kiralamıştı. Bir de, Kabakça Köyü’nde tren istasyonun’da Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarından iki vagon kiralamıştı. Güya, arazide çiftçilik-tarım yapacak, kiraladığı vagonlarda da, kömür ve saman ticareti  yapacaktır. Arazi’de tarım işcisi, vagonlarda, amele göstererek gece-gündüz kendilerine ders okutacaktı. Arazî’de tarım işçiliğine hiç kimse talip olmadı ise de, vagon’larda ameleliğe talip olanlar olmuştu. Efendi Hazret’leri, istasyon’da duran vagonları sabah’ları istasyon zeminine boşalttırıyor, akşamları tekrar doldurtuyordu. Her gün, bir vagon kömür, bir vagon saman getirildiği süsü veriliyordu. Amele görüntüsü verilenlere ise, gece-gündüz, istasyon yakınlarındaki Kuşkayası Mağara’larında ders okutuyordu. Bir gün tam da ders saatinde, bir Jandarma Yüzbaşısı kumandasındaki bir müfreze mağara’ları basmış, Efendi Hazret’lerini ve talebe’yi enterne etmişler. Efendi Hazret’leri, “Yüzbaşım ve nefer evladım. Sizin herhangi bir kusurunuz yok, sizler emir kulusunuz, aldığınız emirleri yerine getiriyorsunuz. Asıl vebali olanlar sizlere bu emirleri veren yukarı makamlardaki zalimlerdir,” buyurmuştu. Ve tebessüm ederek, “Yüzbaşı yavrum. İyi ki Allah seni kupay (Av köpeği) olarak yaratmamış, yoksa bu kurnazlığın, bu sinsî’liğin ile hiçbir dağda mağara ve inlerde tavşan bırakmazdın,” diye ilâve etmişti.

Tabi’î’dir ki, ömründe, tek bir kişiye bile, Besmele çektirip, bir Fatiha bir İhlas bile okutmamış birisinin, Süleyman Efendi Hazret’lerinin, kaygısını cehdini anlamasını beklemek abes’le iştigaldir.

Ne var ki, Süleyeman Efendi Hazret’lerinin, ilmin yeryüzünden tamamen kaldırılmasının önüne geçebilmek için olağanüstü tedbirlere teşebbüs ve tevessülünü istismar ile şen’î  iftira ve buhtanlarda bulunulması kahrediyor.

“Hemşehri’lerinin ucuz iş güçlerinden yararlanmak için arazı kiralamış?! Beyefendi. İstanbul, Çatalca ve köylerine iskan edilenler, Bulgaristan muhaciri değil, Yunanistan, Elbasan civarından gelenlerdir. Kendilerine Patriyot’lar denilir, Bulgarca değil, Yunanca-Rumca konuşurlar. Kiraladığı arazide tütün yetiştirecekmiş, kuyruklu yalan. Cümle alem bilir ki, yurdumuzun Trakya Bölge’sinde, hiçbir yerinde tütün ekilmez, yetiştirilmez. Yoğun olarak buğday, arpa ve ayçiceği ekilir-yetiştirilir. Hele, Çatalca’da, bu yörede, kuru tarım yapılır, yalnızca, arpa buğday yetiştirilir.

Define iftira ve buhtanına gelince, sanki SÜLEYMAN Efendi Hazret’leri bu arazi’yi define aramak ve definecilerle işbirliği yapmak için kiralamış intibaı verilmiştir. Mübadele’de, bu yöreden gönderilenler, Bulgar’lar değil, Rum’lardır. Uydurduğunuz harita’lar, Arapça, Farsça, Türkçe, Bulgarca değil, Rumca olmalıdır. Süleyman Efendi Hazrretleri, Arapça, Farsça, Türk oğlu Türk olduğu için, Türkçe yazar-okur, konuşur ve fakat aslâ Bulgarca, Rumca bilmezdi. Dolaysiyle, definecilerin define’lerin gömülü olduğu yeri harita’lardan Süleyman Efendi Hazret’lerine çözdürdükleri, buldukları define’leri Süleyman Efendi Hazret’leriyle paylaşmadıkları ve Süleyman Efendi Hazret’lerini aldattıkları yalanı, iftira ve buhtanı Şeytan’ın bile akl’edemeyeceği bir buhatan-ı Mübîn’dir. Beyefendi, sizi tebrik ederim, yalan, iftira ve açık buhtan hususunda şeytan bile sizin elinize su dökemez.

Her nedense, İmam-Hatip neslinden eli kalem tutanlar veya eline kalem tutuşturulanlar, hiç şüphesiz, yaygın din eğitimi hususunda, Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuş, bu dönemin en az yetmiş yılında, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki Hademe-i Hayratın neredeyse % doksanını talebe’sinin teşkil ettiği, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemil, Medar Mürşid ve Müceddid Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazret’leri hakkında hep şaşı baka gelmişlerdir.

Ebediyyete intikalinin üzerinden 60 yıl geçmiş ve artık ayrı bir boyutta bulunduğu için hakkında uydurulacak yalan, iftira ve buhtanlara cevap veremeyecek birisi hakkında yalan, iftira ve buhtan’da bulunmak, hangi izan’a, hangi insaf’a ve hangi ahlak anlayışına sığar? Beri gelsin bizlere anlatsın...

Süleyman Efendi Hazret’lerinin dersiamlık maaşı’na hacz koydurulma mes’elesine gelince... Bu hususu daha önceki yıllar’da yine İmam-Hatip neslinden Sadık Albayrak Bey de gündeme taşımıştı. İşin doğrusunu bütün teferruatıyla kendisine anlattık. Daha sonraki baskılarında tashih edeceğini ve başta Süleyman Efendi Hazret’lerinin ruhaniyetinden ve bağlılarından özür dileyeceğini ifade etmişti.

Evveliyetle tebârüz ettirmek isterim ki, Fazl’ullah ve lutf-ü Kerem-i İlâhî ile Süleyman Efendi Hazret’leri ömrünün hiçbir safhasında sıkıntıya, darlığa ma’ruz kalmamıştır. Dolaysiyle hiç kimse’den karz (ödünç para), borç almamıştır. Aksine, Bulgaristan Komünizma’ya geçtikten sonra, kaçarak, Meriç Nehrini yüzerek geçip, Türkiye’ye iltica eden Ahmed Davudoğlu, Kırcaali’li Salih Efendi gibi’lerine kol-kanat germiş, kefil olmuş, maddî-ma’nevî her türlü desteği esirgememiştir.

Ahmed Davudoğlu Hocaefendi, Efendi Hazret’lerinin kefaleti ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki müderris arkadaşları nezdindeki tavassutu ile önce Ankara İli’ne gezici vaiz olarak ta’yin edilir, daha sonra, Bursa Orhaneli müftülüğüne getirilir. Vaizlikte ve müftülükte maaş almaya başlayınca, mahcûp bir halde, Süleyman Efendi Hazret’lerine gelir, “Efendim, şimdiye kadar bana ne kadar para verdiğinizi bile unuttum. Hiç bir şekilde borcumu, hakkınızı ödeyemem. Sayenizde, müftülüğe, va’izliğe ta’yin edildim. Artık maaş alıyorum, hiç değilse borcumun bir miktarını ödeyim,” der.

Süleyman Efendi Hazret’leri tatlı bir tebessümle ve latife ederek, “Davudoğlu Ahmed Hoca, senin bize du’a’dan başka hiçbir borcun yok. Bilmiyomusun ki, biz, verdiğimizi almayız, aldığımızı da vermeyiz.” Tabi’î’dir ki bu bir latifeydi. Borç almak elbette bir Mürşid-i Kâmil ve Müceddid’e herhangi bir helal getirmez. Resûl-ü Ekrem salla’llâhu aleyhi ve selem Efendimiz, Ezvâcı Tâhirat’ın rızıkların te’min için, Medineli bir Yahûdî’ye zırhını rehin bırakarak borç almıştı. Elbette Süleyman Efendi Hazret’leri de ihtiyacı olsaydı, borç alırdı ve zamanında öderdi.

Bulgaristan’dan kaçarak, Meriç Nehrini yüzerek Türkiye’ye iltica etmiş, Efendi Hazret’lerinin kefaletiyle soruşturmadan geçmiş ve Türk vatandaşı olmuş, Kırcaali’li bir Salih Efendi vardır. Efendi Hazret’lerine gelir, iş ister. Efendi Hazret’leri, Bulgaristan’da ne iş yaptığını sorar. Küçük çapta inşaat malzemesi ve Nalburiye ticaretiyle iştigal ettiğini söyler. Bunun üzerine, Efendi Hazretleri, “Ben sana bir miktar sermaye vereyim, küçük bir Nalburiye dükkanı açayım. Toptan mal alacağın yerlere de delâlet edeyim, dükkan senin üzerinde olacak, % 50 kâr ortağı olalım.

Dükkan açılır, sermaye konulur, toptancılara da bu kişi emin birisidir, talebi halinde veresiye mal verebilirsiniz, denilir. Aradan iki-üç yıl gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen, Kırcaali’li Salih Efendi’den herhangi bir ses-seda çıkmaz. Efendi Hazret’leri dükkan’a varır, “Salih Efendi, uzun zaman oldu senden herhangi bir haber ve bilgi alamadım. Ne durumdayız. Kâr’ımız zararımız ne kadardır, herhangi bir bilgimiz yoktur.” Kırcaali’li, “Niçin haber ve bilgi vereyim ki, dükkanın kâr ve zararı sizi niçin ilgilendirsin. Süleyman Efendi, çık dışarıya da dükkanın tabelasına bir bak bakalım, orada kimin ismi yazılı...”

Süleyman Efendi Hazretleri emsali görülmemiş bir ihanete uğramıştı. Kırcaali’li bununla da yetinmemiş, Süleyman Efendi Hazret’lerinin ismini vererek toptancılardan aldığı malların bedelini de “Süleyman Efendi ödeyecek” diye ödememişti. Vaziyetten haberdar olmayan bu toptancılardan birisi, Süleyman Efendi Hazret’lerinin dersiamlık maaşı üzerine tedbîren haciz koydurmuştu.

Durumdan haberdar olan Süleyman Efendi Hazret’leri, Kırcaali’li’nin yaptığı bütün borçları son kuruşuna kadar def’aten ödemiş, hiçbir zaman icra ma’rifetiyle dersiamlık maaşından herhangi bir kesinti yapılmamıştır. Sadık Albayrak’ın zamanında ve şimdi de, Recep Akakuş’un istismar ettiği, Süleyman Efendi Hazret’lerinin sicil dosyasına konulan hacz ilmühaberi evvel-i Emir’de gönderilendir.

Haber alınır, alınmaz, kefil bile değilken, münhasıran ismi Mübareki verildiği için, ihanet eden Kırcaali’li’nin borcu defaten ve tamamen ödendiği için, Diyanet’teki sicil dosyasına, haczin kaldırıldığına dair yeni bir ilmühaber gönderilmesine lüzum görülmemiştir. Durumun böyle olduğunu, elbette, Sadık Albayrak da, Recep Akakuş da adlarını bildikleri gibi bilirler. Buna rağmen bu alçakça iftirayı sürdürüyorlar.