Günümüz İlahiyat Fakülte’leriyle, Ashab-ı Suffe’den, Emevî’lere, Abbasî’lere, Büyük Selçûkî, Anadolu Selçûkî ve Osmanlı Devlet-i Âliyye’mize tevarüs, Aziz Milleti’mizin yüzakı, ilim müesse’se’leri, medrese’ler hiç bir vecihle, mukayese edilemez. Zira, medrese’lerde, âlât ilimleri sarf, nahiv, fesahat ve belagat ve va’zî’ ilimlerle, âlâ ilimler, kelam,(Akâid), mantık, fıkıh, usûl-ü fıkıh, hadis ve hadis usûlü, tefsir, tefsir tarihi ve Tabakât-i Müfessirîn ders’leri tam ma’nasıyla ta’lim ve tedris edilirdi. Medrese’den me’zun birisi, yukarıda ta’dad edilen ders’lerin hepisini okutabilecek bir mertebe’ye ulaşırdı.

İlahiyat Fakülte’lerinde, Arapça, kelam, fıkıh, hadis ve tefsir ders’leri göstermeliktir. İlahiyat Fakülte’lerinde, Arapça, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı, orta dereceli okullarda okutulan yabancı dil eğitimi gibidir. Orta dereceli bir okuldan me’zun olan birisi’nin İngilizce dersinden yalnızca, “Yes-No” kadar dil bilgisine sahip olduğu gibi, İlahiyat Fakülte’lerinden me’zun olanların da, vukufiyet kesb edebildikleri Arapça, “Ne’am-Lâ” (Evet-Hayır)dan ibarettir. “Medrese’nin dili güncel değildir. Arapça-Farsça pek çok terkip ve mefhum Türkçeleştirilmeden olduğu gibi alınır ve tekrar edilir. İlahiyatçı ise güncel dil kullanmaya itina etmekle birlikte batı dillerinden değişik kelime ve terimler kullanırlar. Oysa ki, Medreseli’lerin kullandığı Arapça-Farsça terkip ve ta’birler, zaman içinde Türkçeleşmiş ve Türk Dili’nin bir zenginliği haline gelmiştir. İlahiyatçı, iğdiş edilmiş, kısırlaştırılmış, üç yüz kelimeye haps’edilmiş, batı dillerinin isti’lasına ma’ruz, bir Türkçe ile konuşuyor. Bırakınız, İlahiyat talebesini, İlahiyat hoca’ları bile, televizyon kanallarında ve halka açık konuşmalarında, halkımız gibi, hiç de fasih olmayan, Galat-ı Meşhuru konuşuyorlar. “Beliyyatlar, musîbatlar, kefferatlar, afatlar” Aslında çoğul olan Arabî ve Farisî terkiplerin arkalarına birer, “lar” çoğulu ekleyerek ne kadar galiz bir dil kullandıklarının farkında değiller.

İlahiyat Fakülte’lerinde, İslâmî ve şer’î ilimler, daha doğrusu, İslam dini, İslam i’tikadı okutulmaz. Delillerden hüküm istinbatı demek olan Usûl-ü Fıkıh okutulmaz. Onun için İlahiyat hoca’ları önlerine konulan bir metindeki “Vav” harfinin, atıf için mi, yoksa hal için mi olduğunu bilmez. Usûl-ü Fıkıh okutulmadığı gibi, fıkıh da, Mızraklı İlmihal seviyesinde okutulur.

İlahiyat Fakülte’lerinde okutulan derslerden ba’zıları şunlardır. Felsefe Tarihi, Sosyoloji’ye Giriş, Psikoloji’ye Giriş, Din Felsefesi, Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Kelam ve İslam Mezhebleri Tarihi, İslam San’atları ve Dinî Musikî dersleridir. İlahiyatçı’lar, böbürlenerek, “biz, naklî ilimlerden ziyade aklî ilimlere ehemmiyet veriyoruz,” diyorlar. Akıl, Havs-ı Hamse-i Selime ile birlikte nakli, Haber-i Sadık’ı idrake yardımcı Esbab-ı İlimden birisidir. “Biz aklî ilimlere daha ziyade ehemmiyet veriyoruz,” demek, “bizim için naklî ilimlerin, yani, Şer’î  ve İslâmî ilimlerin ehemmiyeti yoktur,” demektir. Onun için, biz, İlahiyat Fakülte’lerinde, İslâm hariç her şey öğretilir,” diyoruz. Aklî  ilimler dediklerinin en önemlisi, iftiharla, “Biz, dini İslâm’ı değil, dinin, İslâm’ın felsefesini öğretiyoruz,” dedikleri felsefe’dir.

En mu’tekıd felsefe’çilerin, bütün felsefî mertebeleri aşarak ulaştıkları nihaî nokta, “Evet, anlardık ki, Kâinatta her ne ki varsa, Allah yaratmıştır. Pekiyi! Öyleyse, hâşâ! Allah’ı kim yaratmıştır? Bahrü’r-RâİK, (derin bir deniz) olan, İlm-i Kelâm, ma’alesef, felsefe’ye kurban edilmiştir. İlahiyat Camiası, Edille-i Şer’iyye’nin ikincisi, sünnete, (hadise),  şaşı baktığı ve “Kur’an bize yeter,” dediği için hadis ilimine de, hiç ehemmiyet verilmez. Tefsir dersi, Merhum, Muhammed Hamdi Yazır’ın, “Hak Dini Kur’an Dili,” Tefsirinin mealini okuma seviyesinde olduğu için zikretmeye bile değmez.

Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, müftü, vaiz, uzman personel, Kur’an Kursu muallimi, imam-hatip, müezzin-kayyım olarak vazife alacaklar için, tek men’ş’e (kaynak) haline gelen, İmam-Hatip Okulları, bir üst program, İlahiyat Önlisans ve lisans’tan me’zun olanların bu vazifeler için hazır ve hazırlıklı olduklarını iddia etmek çok zordur.

İlahiyat Lisans programından me’zun olanların eğitim ve ma’lumat seviyelerini göstermesi bakımından şu vak’a’ calib-i dikkattir; İlahiyat Lisans son sınıfında, me’zun olmayı bekleyen bir öğrenci, me’zuniyyetine bir ay kalmışken, henüz, me’zuniyyet için şart olan tezini hazırlayamamıştır. Hoca’sından, me’zuniyyet tezi hususunda kendisine yardım etmesini rica eder. Hocası, aslında tez hazırlama’da çok geç kaldığını, zamanın daraldığını, söyledikten sonra, “Kütüphane’de, Osmanlı Türkçe’siyle yazılmış, muhtelif mevzu’u’larda risalecikler var. Onlardan birisini, latince harflere çevir, herhangi bir şey, ilave etme, me’zuniyet tezi olarak kabul edelim,” der.

Talip, hoca’sının dediğini yerine getirir, kütüphane’deki risaleciklerden birisini latince harf’lere çevirir, hoca’sına gösterir, yalnız idrak edemediği-anlayamadığı ba’zı terkip ve ta’birlerin altını kalınca çizmiş, hocasına göstermiş… Talib’in altını kalınca kırmızı kalemle çizdiği terkip ve ta’birlerden birisi, “Şer’i Şerif,” terkip ve ta’biriymiş!... Fe Süphâne’llah!Kuzum, bırakınız herhangi bir İlahiyat me’zunu birisini, Cum’a namazlarına devam eden, kürsü’de vaizi, minberde hatibi dinleyen birisi bile kulak dolması, “Şer’i Şerif,” terkip ve ta’birinin ne demek olduğunu bilir, anlar...

Önceki yıllarda, İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülte’leri, cehaletle müthem idiler. Cehalet elbette çok üzücü bir vaziyet arz’ediyordu, fakat,bir derece’ye kadar tolere edilebilinirdi. İmam-Hatip Okulu veya İlahiyat önlisans, İlahiyat Lisans programlarından me’zun birisi, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bir hizmete layık görüldüğünde, o hizmetin iktiza ettirdiği ma’lumata ulaşabilmek için, ma’lumat sahibi hoca’lara müracat eder, destek alırdı. Ya da, Hizmetiçi eğitimle noksanlarını giderme yolunu tercih ederdi. Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Merkez’leri bu maksada mebnî  olarak açılmıştır, ama, bu Merkez’lerde, noksanlar, telafî edilebilinir, eksikler tamamlanabilinir. Temel yoksa, üzerine neyi nasıl bina edeceksiniz?İmam-Hatip Okullarından İlahiyat Önlisans ve Lisans programlarını bitirip me’zun olanlar, Kur’an Kurslarına gitmemiş, hususi hoca’lardan ders almamış iseler, İlahiyattan, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden tecvid ve tashih-i huruf kaidelerine uygun, okuyamazlar, hatta, kısa namaz surelerini bile, namazların sıhhatini haleldar etmeyecek kadar bile okuyamazlar...

Her şeye rağmen, bu gençler, sahih i’tikad ve Ehl-i Sünnet akidesi üzerine yetiştirilmiş olsalar, yine de bir yere kadar tolerans gösterilebilinir. Öyle ya, bu durumdaki bir talip her nasılsa imtihanı kazandı, imam ta’yin edildi. Günlük hayatında bizzat yaşayarak noksanlarını gördüğünde, ya vazifeyi bırakıp bir işe talip olacak, ya da noksanlarını bir şekilde tamamlayıp, hizmete devam edecek… Zaman tüneline, Ellâ Mezhebiyye şeridinden girip, mülhid, münkir, zındık, dâl ve mudîl olarak çıkanlar, Milletimiz, Devletimiz ve Vatanımız için, telafisi imkansız, bela, musibet, felaket ve ma’nevî yıkımlara sebebiyet verebilirler.

Din, Millet, Vatan, İstiklal, İstikbal ve bütünlüğümüzün, amansız düşmanı dâl ve mudîl, ahir zaman decacelesinin en şerîri, mel’un F.E.T.Ö. çetesiyle birlikte, dünya’nın dört bir tarafında, Milletimiz, Devletimiz aleyhine fitne ve fesad hareketlerini devam ettirirken, Devletimizin bütün kurum ve kuruluşlarına hulul etmiş kripto, F.E.T.Ö. artıkları da olanca gayretleriyle yurt içinde mel’anetlerini devam ettiriyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, Eğitim kurumlarında, bilhassa, Dînî eğitim veren, İmam-Hatip Okulu ve İlahiyat Fakülte’lerinde, hulul ettikleri kimi camia ve cemaatlerde, inlerinden-deliklerinden çıkıp, zehirli dilleriyle etrafa zehir saçmaya devam ediyorlar.

İlahiyat Fakülte’lerinde okutulan, “Dinler Tarihi,” dersi, esas i’tibariyle, Dünya Kiliseler Birliği ve Avanjelist’lerin projesidir, uşakları ve maşaları, FETÖ’nün gayretleriyle, “Dinlerarası Diyalog,” programının bir parçası olarak konulmuştur.

ALLAH kitab-ı Hakîm’inde, “Allah ındinde (nezdinde) hak din, (yalnızca) İslâm’dır.” (Âl-i İmran 3/19) “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmran 3/85) buyururken, siz hangi dinlerden bahsediyorsunuz. Dâru’L-Fünûn İlahiyat Fakültesinde bu ders, “Tarih-i Din-i İslâm,” idi ve Müderrisi, Kürsü Reisi, İzmir’li, İsmail Hakkı Beydi. Dinler tarihi dersinde talebe’ye İslâm Dini tarihi değil, Pavlus’un (Saint Paul) dizayn ettiği, beşerî bir sistem, Katoliklik tarihi öğretilmektedir, İslâm dini İslâm dini tarihiyle uzaktan yakından bir alakası yoktur...