Diyanet İşleri Başkanlığı, kimi mülhid İlahiyatçılar ve ba’zı camia ve cemaatler hakkında, “GİZLİ,” kayıd’lı bir rapor hazırlamıştır. Böylesine bir rapor’un hazırlanmasına niçin ihtiyaç duyulmuştur, böyle bir rapor’un hazırlanmasını kimler talep etmiştir, meçhulümüzdür. Kişilerin, camia ve cemaatlerin te’sir sahaları mahdud’dur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Başkanlığı’n istihdam ettiği hademe-i hayratın kaynakları, imam-hatip lise’lerinin ve İlahiyat fakülte’lerinin te’sir sahaları ise, yurdumuzun tamamı, Avrupa ülkeleri, Balkanlar, Orta Asya ülkeleri ve dünya’nın dört bir tarafındaki Gönül Coğrafya’mızdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, evveliyyetle, her yıl onbinlercesini istihdam ettiği, hademe-i hayrat’ın yetiştirildiği, imam-hatip lise’leri ve İlahiyat fakülte’leri hakkında bir rapor hazırlamalıydı.

Bu okullarda ve fakülte’lerde, müfredat’ın değiştirilmesi ve eğitim kalitesinin yükseltilmesi için, neler yapılması gerektiğini bir bir ortaya koymalıydılar. Öyle ya, Diyanet kadrolarına, müftü, vaiz, imam-hatip, Kur’an Kursu muallimi, müezzin ve kayyımları, camia ve cemattler değil, Diyanet İşleri Başkanlığı ta’yin etmektedir.

Devletimizin en yetkilisi, “Son on yedi yılda, pek çok sahada olağanüstü başarılar elde ettik. Ne var ki, eğitim ve kültür sahasında aynı muvaffakıyyeti gösteremedik.” demiştir. Doğrudur, eğitim ve kültür’ün genelinde sınırlı kalan muvaffakıyyet, Milli Eğitim’in bünyesindeki İmam-Hatip Okullarında ve Y.Ö.K.’ün kontrolündeki İlahiyat Fakülte’lerinde kocaman bir sıfırdır.

Eğitim’de, 4+4+4 sisteminde geçildikten sonra, pek çok ortaokul ve lise binaları, imam-hatip ortaokulu ve lise’lerine tahsis edilmiş, kemiyet olarak hem okulların sayısı hem de bu okullara devam eden talebe sayısı artmıştır. Ne var ki, keyfiyet eskisinden daha da gerilemiştir. Meslekî ders’lerin müfredat içerisindeki yerinin % 20’lerde kalması, bu dersleri dahî okutabilecek öğretmenlerin ekall-i kalil veya hiç bulunmaması, eğitimin kalitesinin daha da düşmesine sebebiyet vermiştir.

Cehalet bir yere kadar tolere edilebilinir. Fakat i’tikadî dalaletlerin (sapkınlıkların) telafisi ne yazık yoktur. Bu okullardan me’zun olduktan sonra, İlahiyat önlisans ve lisans eğitimine devam etmek, me’zun olduktan sonra, Diyanette, müftü, vaiz, imam-hatip, Kur’an Kursu muallimi, müezzin-kayyım olarak vazife almak isteyenler, dışardan hoca’lara müracaat ederek noksanlarını tamamlayabilirler. Ancak, i’tikadî dalaletlerin, (sapkınlıkların) telafisi yoktur.

Gelen haberlere bakılırsa, İmam-Hatip Lise’lerinde ve İlahiyat Fakülte’lerinde Deist hocalar tarafından talebe’ye, kesif bir şekilide “Deizm,” aşılanmakta, “Ella Mezhebiyye,” mezhebsizlik mezhebi propagandası yapılmaktadır. “Deizm” Cenab-ı Hakk’ı tek otorite kabul edip, Peygamber’i, kitabı, (Kur’ân-ı Kerim’i,) devreden çıkarma hareketidir. (Kur’ân bize yeter diyenlerin de ötesinde bir şey!...)

Mülhid, münkir ve zenadika’nın yalnızca İlahiyat Fakülte’lerinde olduğunu zannediyorduk. İmam-Hatip neslinin zirve kurumlarından, Ensar Vakfı’nın idarecilerinin, “İmam-Hatip Okullarında Ehl-i Sünnet akidesi dışında hiç bir cereyana yer yoktur,” tarzındaki te’minatına rağmen, görülüyor ki, İmam-Hatip Okullarında tahminlerimizin ötesinde dalalet cereyanları vardır, ma’alesef, mudiller bu okullarda at oynatmaktadırlar.

Eski devirde, mülhid, münkir ve zenadika’nın  menşe-i (kaynağı), Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi idi. Son zamanlarda, mülhid, münkir ve zınnıd yetiştirip başka fakültelere gönderme hususunda, Samsun On Dokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesiyle adeta, müsabakaya girmiş gibidir.

1924’de Medrese’lerin kapatılmasından sonra, 1949 yılında açılan ilk İlahiyat Fakültesi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesidir. İmam-Hatip Okulları ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tek Parti Mütegallibe C.H.P.’nin 27 yıllık iktidarlarının son yılında açılmıştı. 1946 seçimlerinde, bir nev’i ta’yin gibi milletvekili seçtirilen, Merhum, Prof.Dr.Tahsin Banguoğlu ve arkadaşlarının başını çektiği genç milletvekilleri, “Dinsiz bir Millet, Millet olarak uzun süre varlığını devam ettiremez. Devletin tam kontrolünde din eğitimine izin vermeliyiz,” diyerek, İmam-Hatip Okullarının açılması ve Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir İlahiyat Fakültesi açılması için, C.H.P, Grubuna bir teklif verdiler.

Teklifin C.H.P. Grubunda müzakeresi sırasında kıyametler koptu. İttihad ve Terakkî bakiyesi, eski tüfekler, C.H.P. kodamanları, “Biz, medrese’leri kapattık, her türlü irticaî faaliyetlere son verdik. Devrimleri tamamladık, daha da alacağımız mesafeler var... Şimdi, İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültesi açılması neyin nesi?” diye isyan ettiler... Küfürde zirveye ulaşmış, daha tecrübeli kodamanlar ise, “Hele bir durun! Millî Eğitim Bakanlığı’nın, mutlak Devletin kontrolünde açılan bu mektepler ve İlahiyat Fakültesi, bizim emellerimize hizmet edebilirler...

Biz, medrese’leri kapattık, fakat, başta İstanbul olmak üzere, Karadeniz Bölgesinde, Doğu ve Güneydoğu’da, gizlice yapılan dinî tedrisata mani olamadık. Dışar’dan, cephe’den din ile, dinî tedrisat ile mücadele kolay olmuyor. Arkalarında halkın desteği var...

Devletin tam kontrolündeki bu İmam-Hatip Okullarında ve İlahiyat Fakültesi’nde öyle insanlar yetiştiririz ki, onlar dini, minberden, mihrab’dan ve kürsü’den tahrip ederler ve bu bizim işimize gelir. İmam-Hatip Okulları, 70 yıldır, tartışılmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak tedrisatına devam eden bu okullarda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aradığı liyakat ve ehliyette, talebe yetiştiremediği tartışılmaz. Diyanet’in, İmam-Hatip Okulları, Yüksek İslam Enstitü’leri ve İlahiyat Fakülte’leri me’zunlarından olup da muhtelif görevlerde vazifelendirdiği kimseleri, yine imtihanla hizmet içi eğitime tabi tutması ve Diyanet Eğitim Merkezlerinde, en az, dört yol eğitime tabi tutması, bu hakikatin bir tezahürüdür.

İmam-Hatip Okullarının ve bu okullardan me’zun olanların, dini minberden, mihraptan, kürsü’den tahrip projesine ne ölçüde destek verdikleri tartışılır, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesinden me’zunlarının da tartışılır, fakat, İlahiyat Fakültesi hocalarının ise tartışılmaz.

1982 yılına kadar, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Türkiye’de tek tabanca idi. T.R.T.’nin, (Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu)’nun dinî yayınlarında, Ramazan ve mübarek günler ve geceler programlarında, mikrofonlara ve ekranlara yalnızca bu Fakülte’nin hoca’ları da’vet edilirlerdi.

Bu Fakülte’nin hoca’ları bu programlarda, Yüce İslam dini’ni, Şeri’at-i Garra-i Ahmediyye’yi, iki maddeye indirgemişlerdi. Birisi temizlik, diğeri çalışmak. Temizlik-nezafet, önemlidir, ba’zı ibadetlerin ön şartıdır. Hatta, temizlik-nezafet, imanın yarısıdır, fakat, her şey değildir. Çalışmak da önemlidir. Fakat, dünya için dünyalık için çalışmak kadar, Allah’a kulluk da önemlidir. Din tahripçileri bu hocalar, çalışanlara “mesaî halindeyken namaz kılarsanız, mesaiden çalmış olursunuz, işyerinin, işverenin hakkı sizin üzerinize geçer ve bunun hesabını veremezsiniz,” diyorlardı. “Çalışanlar, Ramazan’da oruç tutmamalıdırlar. Oruç tutanların vücud’ları zaafa uğrayacağı için mesaî’nin hakkını tam olarak veremeyecekleri için, işyerinin işverenin hakkı geçeceği için kul hakkı oluşturur. Kılınmayan namazın tutulmayan orucun afvı vardır, fakat kul hakkı’nın afvı yoktur,” diyorlardı. İşte, dini mihrab’tan, minber’den kürsü’den tahrip budur...