İmam-Hatip Neslinden, İmam, Zübeyr Koç, yalan, iftira ve tezviratlarla, Cumhuriyet Gazete’sinin tahrik ve tahripkâr neşriyatı Bakırköyü’ndeki, Marksist ve Leninist sendikalar ve Sivil Toplum kuruluşlarının da desteğiyle, Bakıköyü Meydanı’na, Atatürk Heykelini diktirmiş, Camii’n içinde ve ibadet mahalli olan yerde bulunan, müftülük odasına, devasa bir Atatürk resmini astırmış, bütün bunların da ötesinde kendisine başlıca düşman olarak hedef seçtiği, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi ve müntesiplerinden, Süleyman Efendi Hazret’lerinin ilk talebesinden olan, Müftü, Mustafa Özaltın’ı sürgüne göndertmiş, artık zaferler kazanmış bir komutan edasıyla etrafına tafra satmaktadır. 1956 yılında, 21 yaşındayken, askerlik vazifesini ifa için, gönüllü olarak, Kore Birliği’ne katılmış, filhakika, 1956 yılında harp bitmiş, birliğimizin büyük bir bölümü yurda dönmüştü. Bilindiği gibi o devirlerde, askerî birlik’lerde, namaz kılan her asker’e, “Hoca,” denilirdi. Belli ki, namaz kıldığı, ihtimaldir ki, zaman zaman, birliğinde namaz kıldırdığı içindir, kendi kendine, “Kore İmamı,” unvanı vermişti. Hademe-i Hayrat arasında, bu unvanı’nı, bir fevkaniyet ve imtiyaz olarak kullanırdı.

Sürgün edilen, Müftü, Mustafa Özaltın’ın yerine ta’yin edilen, Müftü, Hasan Arıcı’yı tam baskı altına aldı, “Benim, hükümette, Diyanette, Matbuatta adamlarım var, istediğimi, istediğim yere ta’yin ettiririm, istediğimi de istediğim yerlere sürgüne gönderirim,” diyordu. Yeni ta’yin edilen Müftü, Hasan Arıcı’nın, henüz bir yılını bile doldurmadan istifa ile makam’dan ayrılması, her halde, Zübeyr Koç’un eliyle olmuş olmalıdır...

HAVA PARASIYLA, DEVREN SATILAN CAMİ!...

“Camii’ler, vakıf-vakıfe’ler, dernek’ler, cemiyet’ler tarafından yaptırılan Allah’ın evleridir; dolaysiyle, camii’ler, ticarete mevzu yapılamaz, hele hele, hava parasıyla birilerine devr’edilemez.” dediğinizi duyar gibiyim, inanmamakta çok haklısınız, belki, anlatmama rağmen, yine de, inanmayacak-inanamayacaksınız...

Efendim, 1960’lı yılların başlarında, İstanbul’da, Bakırköyü, Çarşıcamii olarak bilinen, İstanbul Caddesindeki, Karadervişağa Camii, Şişli-Nişantaşı, civarındaki, Teşvikiye Camii gibi ba’zı camii’ler, İmamlar, müezzin kayyımlar ve civarda oturan, mevlidhanlar ve hafızlar bakımından geliri yüksek camii’lerdi. Teşvikiye Camii, ma’lum, Osmanlı Dönemi gayrimüslim’lerin, Cumhuriyet döneminde ise, zengin Müslümanların ikamet için tercih ettikleri, semt’lerin ortasında bulunan, orta büyüklükte bir Salatîn Camii’dir.

Bakırköyü, Karadervieşağa Camii, Ataköy, 1.2.3. ve dördüncü kısımlara en yakın camii’dir. O tarih’lerde, günümüzde mevcud, Ataköy Camii’leri henüz yapılmamıştı. Ataköy’de, sabık, Bakanlar, meb’us’lar, emekli generaller, üst seviyede, emekli bürokratlar, az sayıda da, sanayii ve ticaret erbabı oturmaktaydılar. 

Uzun ömürlerini, İslamî hayatın dışında geçirenler, belli bir yaşa geldiğinde, bir ayaklarının artık çukurun kenarında hissettiklerinde, ya da vefatları halinde varisleri ve yakınları, cenaze esnasında, ya da, arkasından okunan hatimler ve diğer merasimler sırasında, hatim okuyanlara, du’a’da hazır bulunan hoca’lara, hafızlara ne kadar çok para verirlerse o kadar sevap kazanılacağı düşüncesiyle, bonkör davranırlardı.

O yıllar’da, Hademe-i Hayrat arasında, “İstanbul’da, geliri en çok iki camii’den birisinin, Şişli-Nişantaşı, Teşvikiye, diğerinin de, Bakırköyü, Çarşı-Karadervişağa Camii, olduğu, konuşuluyordu.

Bakırköyü, Çarşı-Karadervişağa Camii, İmamı, Zübeyr Koç, civar, cami imam ve müezzinlerinden, mevlidhan ve hafızlardan, on kişilik bir ekip oluşturmuştu. Cenaze defneldiği’nde, kabri başında, “Yasin-i Şerif ve diğer, Suver-i Celile okunur, telkîn verilir, kabristanlıktan ayrılmadan, hazır bulunan hafızlara dağıtılmak üzere, kabarık bir zarf, İmam Zübeyr Koç’a verilir. Bütün ekip, akşam’dan sonra, irmik helvası yemek, ba’zı sure’lerin okunması ve du’a için cenaze evine da’vet edilir. Aynı da’vet, üçüncü, yedinci günleri de tekrar edilir. Kırkıncı gece’ye gelindiğinde, gündüz, Camii’de bütün akraba ve ahbabın, Cami cemaatinin iştirak ettiği, mevlid okunur, hem de akşam evde, bir Kur’an Hatmi yapılır. Mevlid’de, mevlidhanlar ve hafızlardan her birine, kabarık birer zarf verilir. Akşam, evde okunan hatim için en az 10 hafız da’vet edilir, her hafız üç cüz okur, hafız sayısı daha az olursa hatim uzun zaman alır. Daimî ekipten gelemeyenler olursa, başka hafızlar da’vet edilir. Cenaze evinden ayrılırken, bütün para ekibin başı, İmam, Zübeyr Koç’a verilir, diğer hafızlara ne kadar vermesi gerektiği, onu takdirine bırakılır, ya da her bir hafıza ayrı ayrı, birer zarf verilir.

Hafız arkadaşlar o kadar hassaslaşmışlardır ki, ceplerine koydukları zarfları açmadan, parmak uçlarıyla zarfın içine ne kadar para konulduğunu anlardılar. Miktar, az ise, yüzlerini buruşturur, “Bu kadar zenginler, zarfa koydukları paraya bak,” diye memnuniyetsizliklerini ifade ederken, miktar yüksek ise, yüzlerini tatlı bir tebessüm kaplardı. Bununla da iktifa edilmez, 52.gün, vefatının sene-i devriyesi gibi, sebeplerle, kurulsun, zengin-mükellef sofra’lar, verilsin, kabarık zarf’lar...

O devirde, İstanbul Belediyesi ve başka Belediye’ler, cenaze teçhiz, tekfin, nakil ve defin işlerine bakmaz, sadece, mezar yeri gösterirdiler. Cenaze, vuku bulduğunda, mahalle’deki en yakın cami’e götürülür, burada bulunan, Gasilhane’de (cenaze yıkama yeri), yıkanır, teçhiz-ü tekfini yapılır, akraba ve komşulardan te’min edilen bir vasıta ile, mezarlığa götürülür, defin işi yapılırdı. Bu bakımdan, o yıllarda her camii’de bir gasilhane, teneşir, tabut bulunurdu. Cenaze’nin gasli, teçhiz ve tekfini, camii’n imamı tarafından yapılır, defin sırasında yine imam hazır bulunur, da’vet ettiği bir-kaç hafız da kendisine refakat eder, defin sırasında Yasin ve diğer ba’zı sure’leri okurlar, du’a edilir, telkîn verilir, Mezarlıktan ayrılınırdı. -Defin sırasında cenaze, fakir ise, üç İhlas, Felak ve Nas sureleriyle, Fatiha, Bakara suresi’nin, ilk beş ayeti okunur, ruhu için, “el-Fatiha,” denilir. Zengin ise, Yasin-i Şerif, suresi, Mülk Suresi, Tekasür Suresi ve Fil suresinden aşağı bütün namaz sureleri kıraat edilir, İhlas suresi üç kerre okunur, İhlas Suresiyle birlikte, Fatiha Suresine kadar, Cumhur-Cemaatin, Tekbir  getirilir, uzunca bir du’a ile defin tamamlanır.

İmam, Zübeyr Koç’un, Karadervişağa Camii yakınlarında, Cenaze Levazımatı Satışı yapan bir dükkanı vardı. Bu dükkân, Bakırköyü’nden, Avcılar ve Firuz Köyüne kadar, bütün nahiye ve köyler’de, Cenaze Levazımatı satan, tek dükkandı. İmam, Zübeyr Koç, uhrevî işler’den külliyetli miktarda, dünyalık kazanıyordu. 

Yukarıda ifade edildiği üzere, geliri en yüksek bu cami, Bakırköyü, Çarşı- Karadervişağa Camii, İmam, Zübeyr Koç tarafından, İstanbul’daki Hademe-i Hayrat arasında ihaleye çıkarıldı. Kendisi, İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sünden me’zun olmak üzereydi, gözü hep yukarılarda, önce büyük bir ilçe’ye, daha sonra, herhangi bir ile, daha sonra büyük iller’den birisine müftü olmak istiyordu. Zaman içinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’na kadar yükselebildiği kadar yükselmek istiyordu. Bu Camii devretmek için, günümüzde bile dudak uçurtacak, astronomik bir bedel istiyordu. Pekiyi! Bu devir nasıl gerçekleşecekti?

Becayiş yoluyla: Becayiş, Farsça bir kelime olup, yer değiştirme, karşılıklı yer değiştirme, demektir. İki me’mur, vak’a’mız’da, iki imam, yer değişimi hususunda, karşılıklı olarak anlaşıyorlar, Daire Amirlerinin de, karşılıklı muvafakatleriyle yapılan yer değişimine, Becayiş, deniliyor. İmam, Zübeyr Koç, miktarı açıklanmayan bir bedel karşılığı’nda, İstanbul-Üsküdar, İhsaniye veya İcadiye’de, küçük bir mescid’in imamı ile, karşılıklı yer değişimi hususunda, mutabık kalıyorlar, Bakırköyü ve Üsküdar müftü’lerinin de, karşılıklı, tasdik ve mutabakatlarıyla yer değişimi gerçekleşiyor. Zübeyr Koç, Üsküdar İhsaniye’deki küçük mescid’e imam olarak ta’yin edilirken, İhsaniye’deki küçük mescid’in imamı da, İstanbul’un, belki de, Türkiye’nin, geliri, en yüksek Camii olan, Bakırköyü, Çarşı-Karadervişağa Camii imamı oluyor.

Zübeyr Koç, çok kısa bir zaman sonra, İhsaniye’deki imamlık vazifesinden istifa ile ayrılıyor, müftülük için, Diyanet İşleri Başkanlığı’na müracaat ediyor. Devir, mütegallibe’nin, oligarşik vesayet dönemidir, İttihad ve Terakki bakiyesi, mütegallibe, zihniyyetinin amaline hizmet edecek, Zübeyr Koç için, devletin ve Diyanet’in, bütün kapıları arkasına kadar açıktı. Talebi üzerine, kendisi, Akdeniz Bölge’sinde, nüfusu, bağlı bulunduğu il’den daha kalabalık, bir Sanayii ve Liman Şehr’ine, müftü olarak ta’yin edildi. Hayatını, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi ve müntesipleriyle mücadele’ye adayan, Zübeyr Koç’un mâcerâ’sını anlatmaya devam edeceğiz...