KUR’ÂN-I KERİM, BÜTÜN İLİMLERİN MENBA’IDIR:
Hikmetü’t-Teşrî ilmi:

Malûmdur ki, Kerim ma’bûdumuz, Alim’dir, Hakim’dir, insanları li’hikmetin yaratmış, kendilerini bir kısım ibâdetlerle mükellef kılmıştır. Yine malûmdur ki, Azîm Halikımız, kullarının ibâdetlerinden, tâatlerinden zengindir. Ancak kullarının menfaatleri içindir ki, uhdelerine bu vazife’leri tevcih buyurmuştur.
Filhakika mükellef olduğumuz her hangi bir dînî vazifemizi incelersek bunların hiçbirini boş, gâyesiz görmeyiz. Belki her birinin dünyevî, uhrevî faydaları, maslahatları ihtiva ettiğini görürüz. İşte bu faydalar, bu maslahatlar, o vazifelerin teşrî buyrulmasındaki yüksek hikmetler cümlesindendir.
Kur’ân-ı Mübîn bu hikmetlerin bir kısmını sarâhaten bildiriyor, bir kısmına da delâleten işâret buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim’in bu husûstaki kudsî beyânâtından mülhem olan bir kısım İslâm âlimleri ise, “Hikmetü’t-Teşrî ünvâniyle bir ilim tedvin etmişlerdir. (ortaya koymuşlardır.) Binaenaleyh, bu ilmin birinci menbaı da yine Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân olmuş olur.
Bu husûsta bir-kaç misal:
A) Hak Te’âlâ Hazret’leri, pek çok Peygamber göndermiştir. Acabâ bunları göndermekteki hikmet nedir? İşte bu hikmeti “(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak Peygamberler gönderdik ki insanların Peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahâneleri kalmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisâ 4/65) Peygamberlerin müjdelemek ve korkutmak hikmetine mebnî gönderildiklerine (mübeşşirîn ve münzirîn) kelimeleriyle işâret buyrulmuştur. İnsanların âhirette: “Yâ Rabbî! Biz gâfil idik, bizi irşad edecek bir kimse yok idi, bu sebeple biz cehâlet içinde kaldık, seni bilemedik, vazifelerimizi anlayıp yapamadık” diye mazeret tarzında söz söyleyebilmelerine imkân bırakmamak hikmetine mebnî gönderilmiş oldukları da yine bu ayet-i kerimede sarâhaten beyan buyrulmaktadır.
B) Müslüman’ların Allâhu Te’âlâ’ya, Peygamber Efendimize itâat etmeleri, münazaralardan, muhâsamalardan, (tartışma ve düşmanlıklardan) kaçınmaları kalben birlik olmaları icâb eder. Acabâ, niçin? İşte bunun hikmetlerini Kur’ân-ı Kerim bildiriyor: “Allah ve Resûlüne itâat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl 8/46) Hak Te’âlâ, Hazreti Peygamber’e itaat edilmemesi, münâzara-münâkaşalara meydan verilmesi, Müslümanların perîşân olmalarını, devletten, nimetten mahrûm kalmalarını intaç eder. İşte böyle elîm bir âkibete uğramamaları hikmetine binâen itâatle, münâzaraları, çekişmeleri terk ile mükellef olmuşlardır. Aralarındaki birlik kardeşlik ancak bu sûretle tecelli eder. Varlıklarını, bekâlarını ancak bu sâyede temin edebilirler.
C) Malûmdur ki, namaz pek kudsî bir farizadır, namazın farziyyeti hakkında pek çok âyet vardır. Acabâ, bunun bu kadar ehemniyetli bir farîza olmasının hikmeti nedir? İşte bu hikmeti “(Resûlüm!) Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45) Meâlindeki âyet-i Kerimesi bildiriyor. Evet... Namaz Allâhu Te’âlâ’nın zikrini de ihtiva etmektedir. Bütün şartları yerine getirilerek kılınan bir namaz, sâhibini, fuhşiyâttan, münkerlerden, seyyielerden men eder. Gafletten uyandırır, Hâlikına yönlendirir. Süflî düşüncelerden, duygulardan kurtarır, metin, nûrânî bir imana erdirir...
D) Oruç da pek mühim bir farîzadır. Biz acabâ niçin bir müddet aç susuz durmakla mükellef bulunuyoruz? İşte bunun hikmeti de: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki, korunursunuz.” (Bakara 2/183) Âyet-i Celîlesi gösteriyor. Demek ki, oruç tutmaktaki başlıca hikmet, takva imiş, kalplerimizde rikkat (yumuşama), merhamet, Allah korkusu gibi yüksek duyguların tecellisini temin imiş...
E) Hac da pek mühim bir farîzadır. Vücûb, sıhhat ve eda şartlarını hâiz olan her Müslüman ömründe bir kere, Mekke-i Mükerreme’ye giderek, Beytüllâh’ı ziyâret ile, Arafât’da vakfe ile mükelleftir. Acabâ, bu farîza’da ne gibi hikmetler vardır? İşte: “İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine âid bir takım menfaatleri yakînen görmeleri, Allah’ın kendilerine rızk olarak kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Ka’be’ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula fakire yedirin.” (Hac 22/27, 28) Âyet-i Kerime’si bu hikmeti nâtıktır. Evet, şüphe yoktur ki, Hac farizası neticesinde dünyevî ve uhrevî pek çok faydalar elde edilmiş olur. Bu sâyede muhtelif ırklara, muhîtlere mensûb, pek çok Müslüman muayyen bir zaman zarfında, mukaddes bir mekân’da toplanırlar, Hak Te’âlâ Hazretlerini bir arada tesbih ve tehlil ederler; aralarında bir tanışıklık meydana gelir. Muazzam İslâm âilesi azâsı birbirinin hâlinden haberdar olur. Bu vesiyle ile de İslâm birliğini tecelli ettirmiş olurlar. Bununla beraber, Hac vazifesi, seyahatten beklenilen ahlâkî, iktisâdî faydaları da ziyâdesiyle temin eder. Bu sebeple pek çok fakirler zayıflar hakkında yardım da yapılmış olur. Mösyö Misher, (Müsâmere-i Kostantiniyye) ünvanlı, Fransızca kitabında, Hac farizasını muhâkeme ve tetkik ederken, “Eğer bundan hakkıyla istifade olunursa dünya bir hükumet olur-olurdu.” demiş olduğunu, Pertev Paşa bir makalesinde yazmıştır. İntişâr-ı İslâm Tarihi müellifi İngiliz (T.V.Arnold) dahî, Hacc’ın menfaatlerini saydığı sırada diyor ki: “Müminlerin efkârı üzerinde bir müşterek hayat hissi ve dinî râbıta (bağ) dâiresinde bir kuvvet tesiri hâsıl etmek için hiçbir mezhebî hayat tarzı daha iyi bir tedbir tasavvur edemezdi.”
F) Zekât bir mâlî ibâdettir müteaddid âyetlerde namaza yakın olarak emrolunmuştur. O halde bu  mühim farîza’nın hikmet-i Şer’iyyesi acabâ, nedir? İşte bu hikmeti: “Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe 9/103) nazm-ı Kur’âniyye ile beyân buyrulmuştur. Evet... Zekât, temizliğe, sâfiyyete, feyz ve berekete vesiledir. Sahibinin kalbinin temizlenmesine ruhunun tezkiyesine hizmet eder. Temiz yürekli bir kimse herkes hakkında faydalı hayırsever bir insan demektir. Hayırperver, hayırsever insanlar ise, herkesçe sevilir, saygı duyulur. Demek ki, zekât cemiyet ferdleri arasında, hayırperverlik, hayırseverlik duygusunu besliyor, muhabbet ve mevedet doğuruyor. Netice olarak cemiyetin ahlâk bozukluğundan temizlenmesini, çirkin, yüz kızartıcı hallerden uzaklaşmasını temin eder...
G) Cihad da İslâm Dinin’de bir vazifedir. Acabâ, bunun meşrûiyetinde hikmet nedir? İşte bu hikmeti: “Fitne ortadan kalkıncaya kadar ve din tamâmen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (cihad edin) (İnkâra) son verilirse şüphesiz ki, Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.” (Bakara 2/39)... Evet... Cihadın meşrûiyyetindeki başlıca hikmet, İslâm varlığını müdafaadır; Fitnenin, şer ve fesâdın yok edilmesini temindir. Hakiki bir dinin insanlar arasında yayılmasına ve bu sâyede beşerriyetin hidâyet ve saâdete ulaşmalarına hizmettir. Yoksa dünya için değildir...