“Rabıta,” prensibine dayalı bir Kur’ân-ı Kerim öğretim faaliyeti başlatmıştır.”

Ne demek bu müstehzî ifadeler? Tasavvuf hakkında zerre kadar bilgisi, zerre kadar ilgisi ve nasibi olan birisi, İslam’ın, iman ve amel boyutundan başka, bir de “İhsan ve İhlas” boyutunun olduğunu bilir. Tedris ettiği, İslâmî, Şer’î, zahirî  ilimlerle amel eden, takva sahibi, Allah korkusuyla meşbû, talebe yetiştirmekle istihza etmek akla ziyan bir husustur. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe 9/119)

“Bilesiniz ki, Allah’ın dost’larına korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” “Onlar, iman edip de takva’ya ermiş olanlardır.” (Yunus 10/62,63) (Birinci âyette geçen, “Allah dost’ları”nın (evliyâullâhın), Allah’ın kendilerine böylesine mukaddes unvan vermesini te’min eden özelliklerini iki kelime’de hulasa etmiştir. İman ve takvâ. Çünkü iman, bâtıl ve yanlış inançlardan sıyrılarak, gerçeğe ve Hakk’a ulaşmış olmanın, takva ise her türlü sapık ve kötü yollardan, başıboş ve hayvani yaşama tarzından arınarak, kalbi Allah’a teslim etmenin, hayatı O’nun kanunlarına göre düzenlemenin ve böylece bir ahlak disiplinine girmenin ifadesidir. İşte Allah dost’ları iman ile ma’rifetüllah’a ve takvâ ile de üstün ahlaka ulaşmış olduklarından, birinci, 62.âyette de buyrulduğu gibi, her türlü korkudan, kederden ve ye’isten kurtulmuşlardır. Çünkü onlar, en üstün kudret sahibi, Allah’ın dost’luğunu ve himayesini kazanmışlardır.”  

Evet, Süleyman Efendi Hazret’leri ve onun yolunun ta’kipçileri, Talebe’yi zahirî, İslâmî, şer’î ilimlerin yanında takvâ üzere, tasavvuf terbiyesiyle, Yüce İslam dini’nin, iman ve amel boyutundan başka, ihsan ve ihlas boyutuyla da meşbû olarak yetiştirmişlerdir.

“Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi, İstanbul’da yukarıda isimleri verilen camii’ler, merkez olmak üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı adına açılan Kur’ân Kurs’larının yanı sıra İstanbul-Ümraniye’de bir de “Tekâmül Kursu,” açılmış ve ülke çapında “Rabıta Sistemine” bağlı olarak Kur’ân Kurs’larına ilişkin eğitim ve öğretim faaliyetini geliştirmeyi hedef almıştır. Böylece, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ihtiyaç duyduğu din görevli’lerini kısa zaman içinde yetiştirmeyi ileri sürmüş ve bu görüşünü de kamuoyu ile paylaşmıştır. 16 Eylül 1959’da vefat edinceye kadar bu amaç doğrultusunda çabalarını ve de gayretlerini sürdürmüştür.”

03 Mart 1924 tarihinde medrese’lerin kapatılmasıyla başlayan fetret dönemi ki, 1924-1950 arası 27 yıl, müderrisler ve me’zuniyetlerine bir-iki sene gibi çok kısa müddetler kalan talebe-i ulûm, köşelerine çekilmişler, sinmişler, sus-pus olmuşlardı. 14 Mayıs 1950’de, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra, dinî hürriyetler bakımından bir rahatlama olmuş, kısmen uyanışa ermiş, Aziz Milletimiz, köyüne-kasabasına imam, iline ilçesine, müftü-vaiz talep eder hale gelmişti. Siyasî’lere ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na kesif bir baskı yapılmaya başlanmıştı.

Devrin Diyanet İşleri Başkan’ları ve Diyanet Müşavere Hey’eti Başkan ve aza’ları, müftülük-vaizlik imtihanları açıyorlar, fakat imtihanlara katılanlar pek azdı. Kapatılan medrese’lerin son sınıflarında, en azından hadis ve tefsir ders’lerini tahsil etmiş olanlar bu imtihanlara katılıyor, kazanıyor ve hemen boş kadro’lara ta’yin ediliyorlardı. Süleyman Efendi Hazret’leri bu yıllarda, hemen hemen, hepsi, Medrese’lerden arkadaşı-dostu olan, Diyanet İşleri Başkanları ve Diyanet Müşavere Hey’eti Başkan ve aza’larıyla devamlı müşavere halindeydi. Onlara sık sık, müftülük-vaiz’lik imtihanı açmalarını tavsiye ediyordu. “Biz imtihan açmayı açarız da, katılan olup-olmayacağı hakkında endişelerimiz var,” dediklerinde, “Hocalar, siz hiç endişe etmeyiniz. Karadeniz’de, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da eli öpülesi hoca’larımız gece-gündüz tedrisata devam ediyorlar. Göreceksiniz, yüzlerce yetişmiş talebe, hem imtihanlara katılacak ve hem de kazanacaklardır,” diye kendilerini teşcî’ ederdi. 

Süleyman Efendi Hazret’leri, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ihtiyaç duyduğu din görevlilerini, kısa zaman içinde yetiştirmeyi iddia etmedi, ileri sürmedi. Gerçekten yetiştirdi.

Bizzat kendilerinin veya talebe’sinin, iki yıllık bir tedrisat ile yetiştirdiği binlerce talebe, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı, müftülük-vaiz’lik imtihanlarını kazanmışlar ve boş bulunan il ve ilçelere ta’yin edilmişlerdi. 1970 yılına gelindiğinde; Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, Merkez ve taşra teşkilatlarında toplam, 39 bin Hademe-i Hayrattan, 29.bini, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesiydi.

“Süleyman Efendi Hazret’lerinin vefatından sonra, himayesi altında bulunan Kur’ân Kurs’larının yönetimini damadı ve eski Kütahya milletvekillerinden Kemal Kacar Bey eline almıştır. Kemal Kacar Bey, kurs’ların yönetiminde yeni bir organizasyona gitmiş; kurs’ların hem yapısında ve hem de hedef ve amacında değişiklik yaparak Diyanet İşleri Başkanlığı yerine Millî Eğitim Bakanlığı’nı hedef almış ve ülkenin değişik yerlerinde yurtlar açıp bu yolla üstlendiği misyonu ortaya koymuştur.” 

Kurslar, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bulunduğu yıllar’da da, göstermelik dershaneler dışında yurt binalarıydı, talebe buralarda yatılı olarak, İslamî ve Şer’î ilimleri tahsil ediyorlardı. Bu yıllarda Kurslar ve yurtlar, Mülkî İdarî Âmirlikler, (Valilik ve Kaymakamlıklarca), Millî Eğitim Bakanlığı’nca ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nca teftişe tabi tutuluyorlardı. Mülkî müfettişler, Millî Eğitim Bakanlığı    müfettişleri teftiş için geldiklerinde, gördükleri temizlik, nizam, intizam için teşekkür edip ayrılırken, Diyanet İşleri Başkanlığı, murakıp ve müfettişleri talebe’nin ders gördüğü, namaz kıldığı mescid’lere ayakkabıyla girerler, köşe-bucak, sarf, nahiv, mantık, fesahat ve belagat, usûl-ü hadis ve usûl-ü fıkıh kitaplarını (suç aleti ve suç unsuru olarak titizlikle ararlardı. “Söyleyin! Arapça okuduğunuzu biliyoruz, sakladığınız kitapları nerede saklıyorsunuz. Sizi, mahkemeye vereceğiz, C.Savcılığı’na şikayet edeceğiz,” diyerek, bin türlü hakaret ederek ayrılırlardı.

Her şart altında, tedrisatı devam ettirmek için, kanûnî imkanlardan ve mevzuatın boşluklarından yararlanılmıştır, tedrisat devam ettirilmiştir

Diyanet İşleri Reisliği, 03.Mart 1924’den, 22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkındaki kanun çıkarılıncaya kadar, Meşihat geleneğine uygun, liyakat ve ehliyeti öne çıkaran usullerle idare edilmişti. Kimse’nin yaşına, tahsiline, diplomasına bakılmaksızın, Osmanlı Medrese’leri, bitirme ve Öğretim Üye’liğine atanma imtihanlarına benzer, bir haftalık bir sürede tamamlanan imtihanlar neticesinde liyakat ve ehliyet’lerini isbat edenler boş kadrolara ta’yin edilirlerdi.

22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı kanun, liyakat ve ehliyet yerine diplomayı esas almış, devrin Ankara İlahiyat Fakülte’sinden Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden okumasını dahî öğrenemeden me’zun  olanlar, Vilayet müftüsü olarak ta’yin edilmişlerdir. Bu kanunla, son köye de kadro tahsisi yapılıncaya kadar, her yıl 2.000 imam kadrosu verileceği hükme bağlanmıştı. Ve yine bu kanunla, imam kadrolarına ta’yin için, asgarî imam-Hatip okulu Lise kısmından, talipliler çıkmadığı takdirde orta kısmından me’zuniyet şartı getirilmişti. Binlerce kadro’ya İmam-Hatip me’zunları talip olmadıkları için, çaresiz kalan il ve ilçe müftülükleri, ilkokul me’zunu, kurs talebesini vekil imam-hatip olarak ta’yin ettiler.

24 Mart 1977 tarih ve 2088 sayılı kanunla, yeter sayıda İmam-Hatip Lisesi me’zunu talip bulunmadığı için, vekaleten göreve alınan yaklaşık 12.000 (Bizim tespitlerimize göre 14.000’dir) ilkokul me’zunu imam-Hatip asalete geçirilmiştir.

“Şu kadar var ki, Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin benimsediği sisteme ve de uygulamaya dayalı olarak damadı Kemal Kacar Bey de 1950 yılından bu yana, (Esas i’tibariyle 1953’den bu yana, daha doğrudur.) Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak eğitim ve öğrenimini başarıyla sürdüren, (Bu görüş sizin hüsn-ü kuruntunuzdur.) yedi yıl süreli İmam-Hatip okullarına karşı çıkmıştır.

Yakın çevresinde yer alan dost’larınca yapılan bütün diyalog çağrılarına olumlu cevap vermemiş ve diyalog kapılarını kapalı tutmayı sürdürmüştür. Sonuç olarak himayesine alarak, “rabıta” sistemine dayalı olarak yetiştirdiği hiçbir talebe’yi İmam-Hatip Okullarına göndertmemiştir.”

Burada anahtar kelime, “Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı” olmaktır.