1989’da yine bir askeri darbeyle gelip Sudan Devlet Başkanı olan El-Beşir, geçen yıl ekmek isyanlarıyla başlayıp siyasi boyut kazanan sokak gösterilerinin ardından yine bir askeri darbeyle görevinden alındı ve 30 yıllık iktidarı sona erdi.

Sudan’da yaşananlara bağımsızlık arayışı mı sebep oldu? Çok yönlü bir kriz ya da dış müdahale mi söz konusu? Bundan sonrası için Türkiye&Sudan ilişkilerini ne yönde etkiler? Tüm bu başlıkları ve çok daha fazlasını (Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Enstitüsü Müdürü) Doç. Dr. Enver Arpa ile değerlendirdik.

Aslında ülkede gösterilerin, geçen sene Aralık ayında Ad-Damazin kentinde ekonomik kriz ortamında ekmek fiyatlarının artırılmasıyla başladığını, sonrasında diğer kentlere sıçrayarak ve siyasi boyut kazanarak özgürlük, adalet, barış, rejim değişikliği ve devrim arzusu şeklinde kendini ifade ettiğini görüyoruz.

Sudan’da yaşananların demokratikleşme, cinsiyet eşitliği, sosyal adalet, uluslaşma ve daha bir çok alanda çok yönlü kriz içinde olduğunu göz önünde bulundurursak isyanın kökleri çok daha derin diyebilir miyiz?

Ülkede son 4-5 ayda yaşananlar aslında bardağı taşıran damlalar oldu. Sudan halkı Afrika kıtasının en yorgun halklarından biridir. Ülke 1956 yılında bağımsızlığını elde ettikten bu yana neredeyse tüm zamanını iç savaşlarla geçirmiştir.Etnik ve kabilevisebeplerle başlayan ve uzun yıllar süren Kuzey Güney savaşı yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesine ve nihayetinde ülkenin ikiye bölünmesine yol açmıştır. Bu iç çatışmalar ülkeye ağır ekonomik maliyetler getirmiştir. Ülkenin zaten kıt olan malî kaynakları tümüyle bu çatışmalar için harcanmıştır.Ülkede üretim, sanayi, altyapı başta olmak üzere pek çok alanda hiçbir ilerleme sağlanamamıştır. Ekonomik sıkıntılar ve iç savaş sebebiyle işsizlik had safhaya ulaşmış ve ülke insanı bitap düşmüştür. Savaşın acımasız çarklarından bir şekilde kurtulsalar da insanlar zor şartlar altında yaşam sürmeye mahkum olmuş ve tabiri caizse yaşamaktan yorgun düşmüşlerdir. Bu durum, ülkeyi içerde bir istikrarsızlığave geri kalmışlığamahkûm ettiği gibi uluslararası arenada da büyüksıkıntılara sokmuştur. Batılı ülkeler çeşitli gerekçeler öne sürerek Sudan devletine ambargo uygulamış ve adeta devletin nefes borusunu tıkamıştır.Zira bu ambargo yüzünden döviz transferi zorlaşmış ve ülkeye yatırım yapılmasının önüne geçilmiştir.Bu durum öte yandan ülkede aşırı bir döviz karaborsasının oluşmasına sebep olmuştur. Bölünmeden önce 2.5 Sudan cüneyhi olan bir Amerikan doları günümüzde karaborsada 80 cüneyhe kadar yükselmiş bulunmaktadır. Bu durum başta temel gıda maddeleri ve akaryakıt olmak üzere tüm ürünlere aşırı zamlar yapılmasına sebep olmuştur. Alım gücü iyice düşen halk yönetime büyük bir öfke duymaya başlamıştır.Temel gıda maddelerinin bir bölümü de dahil olmak üzere pek çok ürünü ithal etmek zorunda olan Sudan’ın dış ticaret açığı karşılanamaz boyutlara ulaşmıştır.

Güney Sudan’ın 2011 yılında ayrılmasıyla birlikte petrol kuyularının yüzde yetmişlik bölümü Güneyde kalmıştır. Bu bölünmeyle birlikte ülkenin en önemli gelir kaynağı elden çıkmıştır. Hem ülkenin bölünmesi hem de önemli bir gelir kaynağının elden çıkması büyük bir tepki doğurmuştur. 

Ömer el-Beşir iktidarı 30 yıl sürmüştür. Uzun yıllar zor ekonomik şartlarda yönetimde bulunan iktidar partisinin yıpranması kaçınılmaz olmuştur. Çağımız bir iletişim çağıdır. Dünyada yaşanan tüm gelişmeler gelişmiş olan iletişim araçları sayesinde anında fark edilmektedir. Dünyadaki refah düzeyini gören Sudan toplumunun özellikle de gençlerin mevcut duruma duydukları öfke giderek büyümüş ve sokağa taşmıştır.

Yaşanan isyanın diğer bir sebebi belki de en büyük sebebi ise ülkede hemen herkes tarafından dile getirilen yolsuzluk iddialarıdır. Halkın büyük çoğunluğu işbaşında bulunan siyasilerin ve bürokrasinin ülkenin kaynaklarını sömürdüklerini, yolsuzluklara bulaştıklarını ve ülkenin geri kalmasının asıl sebebinin onlar olduğunu düşünmektedirler. Doğruluğu yanlışlığı tartışılsa da bu kanaat geniş halk kesimlerinde kabul görmüştür. Halkın tamamına yakını zor koşullarda yaşam sürerken siyaset ve ticaretle uğraşan bir kısmının refah içerisinde yaşam sürdüğü düşüncesi iktidara duyulan öfkeyi had safhaya çıkarmıştır. 

Demokratik katılım talebinin de sınırlı olmakla birlikte bu olayların başlamasında rol oynadığı söylenebilir. Uzun yıllardır aynı kadroların yönetimde bulunması bir tepki doğurmuştur. Farklı kesimler özellikle gençler de yönetimden pay almayı arzu etmektedirler. Ömer el-Beşir’in yeniden aday olmak için niyetlenmesi olayları başlatan başka bir saik olmuştur.

El-Beşir 2010 yılında devlet başkanlığı seçimlerinden sonra tekrar aday olmayacağını söylemiş fakat 2015’te adaylığını koyup yeniden kazanmıştı, 2020’de aday olmayacağını söylediği halde yeniden aday olmaya hazırlanıyordu, görevden alınmasaydı kazanması durumunda yedinci kez seçilmiş olacaktı.

Siz darbeden önce, Beşir’in düşmesi halinde tam bir kaos yaşanacağından çünkü göstericilerin farklı kanatlardan oluştuğundan bahsetmiştiniz. Sizce bu durum süreci nasıl etkiler, bu şartlar altında sağlıklı bir geçiş mümkün mü aksi halde bir felaket senaryosundan bahsedebilir miyiz?

Sudanlı kardeşlerimizin kendilerine yarayan en güzel çözümü bulmalarını temenni ediyoruz. Kaos’tan kastım şuydu: İnsanlar yıllardır maruz kaldıkları zor hayat şartlarının oluşturduğu bir öfkeyle sokağa çıkmışlardır. Öfke kontrol edilemezse büyük sıkıntılara sebep olması kaçınılmaz olacaktır. Sokakları dolduran insanları kontrol altında tutabilecek bir önderliğin bulunmaması bir kaosa sebep olma tehlikesi barındırmaktadır. Göstericilerin yönetim düştükten sonra ne olacağına dair bir stratejileri yoktur. Tek hedefleri Ömer el-Beşir’in düşürülmesi olmuştur. Bunun için askerleri yönetime el koymaya bile davet etmişlerdir. Nitekim istedikleri oldu ve ordu yönetime el koydu ancak bu gerçekleştikten sonra buna da razı olmamışlardır. Kanaatimce göstericilerin en büyük çıkmazı bu olmuştur. Orduyu duruma el koymaya davet etme yerine sivil bir alternatif üretememeleri başarı şanslarını iyice azaltmıştır. Ancak buna rağmen muhalefetin, gerçekleşen bu askeri müdahaleyi kabullenmeleri zor görülmektedir. Zira göstericiler arasındaki genel kanı şudur: İktidarı devralanlar zaten iktidarda olanlardır. Değişen bir şey olmamıştır. Bu yüzden eylemlere devam kararı almışlardır.

Bu aşamada ordunun da bu işten geri duracağına ihtimal verilmemektedir. Zira ordu açısından atılacak bir geri adım geniş bir kadronun tasfiyesini de beraberinde getirecektir. Bu yüzden mevcut karmaşanın bir süre daha devam edeceği tahmin edilmektedir. Olayların nasıl şekilleneceğini net olarak söylemek şimdilik zordur. Uluslararası toplumun tutumu da bu hususta etkili olacaktır. 

Öte yandan iktidardan düşürülen Milli Kongre Partisinin de ülkede önemli bir ağırlığı bulunmaktadır. Geçen aylarda iktidara destek için düzenlenen gösterilerde büyük bir kalabalık meydana inmişti. Bu kesime yönelik aşırı bir tahrik yaşanırsa (Allah korusun)ülkenin bir iç karışıklığa sürüklenmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Gelinen aşamada üzülerek görüyoruz ki Sudan henüz düzlüğe çıkabilmiş değildir. Taraflar aklı selimle davranmazlarsa üzüntü verici bir sürece girme ihtimali oldukça yüksektir.

Şubat ayında bir demecinizde, ‘Sudan, jeostratejik konumu, yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla küresel güçlerin ilgisiz kalamayacağı bir ülke. Başta ABD olmak üzere sömürgeci ülkelerin etki alanında uzaklaşıp, Çin, Hindistan, Türkiye ve Rusya gibi ülkelerle yakınlaşınca hedef tahtasına oturtuldu. Ülkenin ikiye bölünmesinden bile tatmin olmayan ABD ve Batı, şimdi de halk ayaklanmalarını destekleyerek, iktidarı devirme peşinde’ şeklinde bir açıklamanız var ve gelinen nokta itibariyle öyle de oldu.

Olayların şiddetlenmesinde Sudan’ın bağımsızlık arayışı mı etkili oldu sizce?

Sudan’da yaşananlar Arap baharının devamı niteliğinde mi, devrim mi, toplumsal hareket mi, yoksa doğrudan bir dış müdahale mi? Ne dersiniz?

Ülkede yaşananları sadece hayat pahalılığıyla ve iç siyasi mücadeleyle izah etmek şüphesiz ki eksik bir değerlendirme olacaktır. Olaylarda dış güçlerin de etkili olduğu muhakkaktır. Zira Sudan;yönetim tarzı, coğrafi konumu, global rekabetteki yeriyle Kıtada önem arzeden ülkelerden biridir. 40 milyon civarındaki nüfusu, zengin yeraltı kaynakları, devasa tarım arazileri, 100 milyon civarındaki küçük ve büyükbaş hayvanıyla küresel emperyalist güçlerin rekabet alanına dönüşmüş bulunmaktadır. Batılı ülkelerin, sahip olduğu İslami rejim ve siyaseti sebebiyle tavır koyması, ambargo uygulaması ve çeşitli sebeplerle yönetimi baskı altına alması sebebiyle Sudan; kendisini Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve körfez ülkeleriyle daha fazla yakınlaşmak zorunda hissetmiştir. Güney kuzey savaşında Güneylilere açıkça destek veren Amerika ve diğer Batılı ülkelere öfke duyan Sudan yönetimi, Batı’nın etki alanından hızla uzaklaşmaya başlamıştır. Bu durum Amerika başta olmak üzere Batılı ülkelerin hoşuna gitmemiş ve Ömer el-Beşir’e her türlü baskıyı uygulamaya başlamışlardır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Ömer el-Beşir ve bazı arkadaşlarını Darfur’daki olaylar sebebiyle gıyabında yargılayarak tutuklanmalarına karar vermiştir. Tüm bunların amacı, Sudan yönetimini sıkıştırarak adeta ellerini kollarını bağlayarak kendi kontrolleri altına almaktır. Onların bu dışlayıcı ve baskıcı tutumunun Sudan ekonomisinin bu denli kötüleşmesinde en önemli amil olduğu şüphe götürmez bir husustur.

Batılı ülkelerin bu tutumunun yanısıra Sudan yönetimi son yıllarda bir de körfez ülkelerinin yoğun bir baskısına maruz kalmaktadır. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin başını çektiği Mısır ve Bahreyn gibi ülkelerin destek verdiği körfez koalisyonu, önce İran’la işbirliği yapmaması için Ömer el-Beşir’e baskı uygulamıştır. el-Beşir artan bu baskılar üzerine İran’la ilişkilerini sınırlandırmak ve ülkedeki bazı Şii sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır. Arap Baharı olarak isimlendirilen -benim Arap Zemherisi olarak isimlendirdiğim- süreçte Türkiye’nin Arap halklarının tercihine saygı duyarak bu sürece destek vermesi, bu süreci kendileri için bir tehlike olarak gören Körfez ülkelerinin tepkisine sebep olmuştur. Bu ülkeler Katarı da aynı gerekçelerle karşı cepheye koyarak ambargo uygulamaya başlamışlardır. Böylece Katar ve Türkiye bu koalisyonun hedefe koyduğu ülkelere dönüşmüşlerdir. Bu ülkeler, fırsatını buldukları her platformda Türkiye ve Katar aleyhine çalışmaya ve onları yıpratmaya çalışmaktadırlar. Sudan’a bazı desteklerde bulunan Körfez ülkeleri bunu bir şantaja dönüştürerek Sudan’ın Türkiye ve Katar’la ilişkilerini kesmesini istemişlerdir. Körfez ülkeleriyle iyi ilişkileri bulunan Sudan yönetimi ise, bu baskılara direnerek Türkiye ve Katar’la da ilişkilerini geliştirmek istemiştir. Ömer el-Beşir, tüm ısrarlara rağmen bu isteklerini yerine getirmediği için hedefe konulmuştur. Sudan’da yaşanan bu süreçte Körfez ülkelerinin etkin bir rol aldıkları genel kabul gören bir husustur. Sudanlı bazı dostlarımızla yaptığımız görüşmelerde bunu açıklıkla ifade ettiklerine şahit olduk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2017’de yaptığı ziyaret kapsamında 2022 yılına dek 10 milyar dolarlık bir ticaret hacmine ulaşılması hedeflenmiş ve 22 anlaşma imzalanmıştı, ayrıca Türkiye’nin orada yapmış olduğu hastane ve altyapı tesisleri de var.

Siz Türkiye & Sudan ilişkileri ve bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceği konusunda neler söylersiniz?

Türkiye’nin Afrika kıtasına yönelik açılım politikası Kıta ülkeleriyle yoğun bir kalkınma işbirliğini beraberinde getirmiştir. Bu kalkınma işbirliğinden ve Türkiye’nin sağladığı destekten en büyük payı alan ülkelerden biri Sudan Cumhuriyeti olmuştur. Türkiye, tarihi bağlarımızın bulunduğu kardeş Sudan halkının refah ve mutluluğu için büyük bir çaba ortaya koymuştur. Ülkede hastaneler, eğitim merkezleri, içme suyu şebekeleri, tarım projeleri başta olmak üzere pek çok proje uygulanmıştır. Tarihten gelen güçlü bağlar son yıllardaki işbirliğiyle daha da güçlenmiştir. Sudan halkı Türkiye’ye büyük bir sempati beslemektedir. Yönetim değişikliklerinin ikili ilişkilerimizi fazla olumsuz etkileyeceğini düşünmüyorum. Zira Türkiye’nin Sudan halkına yönelik dostane tutumu genel bir tutumdur; yönetimlerle bağlantılı değildir. Sudan’da başa gelecek yöneticilerin de Türkiye’ye sempatiyle yaklaşacaklarını ve bu iyi ilişkileri sürdüreceklerini düşünüyorum. Ancak kabul etmek gerekir ki biraz önce bahsini ettiğim bazı ülkeler Türkiye’nin Sudan’daki bu görünümünü ve imajını bozmak için yoğun bir çaba harcamaktadırlar. Sahte etiketler dağıtılarak gösteriler sırasında kullanılan göz yaşartıcı gaz bombalarının ve silahların Türkiye tarafından gönderildiğini, bunların göstericilere karşı kullanıldığını yayarak Türkiye’ye karşı bir öfke yaratmaya çalışmaktadırlar. Türkiye’nin bu tezviratlara karşı gereken tedbirleri alması önem arz etmektedir. Aksi halde bu yalan haberlerle ülkemizin imajı önemli bir yara alacaktır.

Askerler yönetime el koyduktan sonra göstericiler yeni kurulan Askeri Geçiş Konseyi’ne de aynı rejimin bir parçası olduğu gerekçesiyle karşı çıktılar ve sokakları terk etmeyeceklerini belirtiyorlar.Sadece el-Beşir’in değil tüm bakanların da görevlerinden ayrılmalarını talep ediyorlar; önceden direnişçiler sosyal medyada hashtag olarak ‘teskutubes’(düşsün yeter) mottusunu kullanırken şimdi de yeni hashtag olarak (ikincisi de düşsün) diyorlar.

Protestoların devam etmesi halinde nasıl bir tabloyla karşı karşıya gelinir sizce? Bundan sonrası için öngörüleriniz neler?

Yönetimi üstlenen Askeri Konsey, tüm bakanları, milli meclisi, eyalet meclisini, cumhurbaşkanı yardımcılarını, müşavirleri ve eyalet hükümetlerini görevden almış bulunmaktadır. Ancak cumhurbaşkanlığına gelen Avad bin Avf, Ömer el-Beşir’in birinci yardımcısı idi ve aynı zamanda savunma bakanlığını yürütüyordu. Cumhurbaşkanından sonra ülkenin en etkili siyasetçisiydi. Askerler yönetimi ele alınca geçici cumhurbaşkanlığına getirildi ve yardımcılığına da genelkurmay başkanı atandı. Göstericiler Ömer el-Beşir’in ekibinden olması sebebiyle ona da karşı çıkmaktadırlar. Kanaatimce muhalefetin en büyük hatası askerlerin yönetime el koymalarını talep etmeleri oldu. Askerler yönetimi alırlarsa hiyerarşinin devreye girmesi kaçınılmaz olacaktır. En üst rütbedeki subaylar dururken daha alt rütbeden birini getirip başa koymaları düşünülemez. Daha önce değindiğim gibi eylemcilerin bir stratejisinin bulunmayışı bu kaotik ortamın oluşmasında başrolü oynamıştır. Göstericiler yeni yönetime razı olmayacaklarını ilan ederek gösterilere devam kararı almış bulunmaktadırlar. Askerlerin de bu aşamada artık geri adım atacaklarını sanmıyorum. Zira böyle bir adım orduda geniş bir tasfiyeyi kaçınılmaz kılacaktır. Askerler buna meydan vermemek için sonuna kadar direnmeye çalışacaklardır. Ordunun alt kademelerinde bazı sınırlı çözülmeler yaşansa da ordunun önemli oranda bu sürecin arkasında duracağını düşünüyorum. Ancak az önce dediğim gibi uluslararası toplumun, göstericileri el altından destekleyen ülkelerin tutumu da olayların şekillenmesinde etkili olacaktır.

Bu arada bir Arap televizyonunda Awad bin Avf’ın da Askeri Konseyin başkanlığı görevini bıraktığı ve yerine Yemen’deki Sudan kuvvetlerinin komutanı olan eski kara kuvvetleri komutanı Abdulfettah Burhan’ın bu görevi yüklenerek yemin ettiği; Awad’ın yardımcısının da görevini bıraktığı ancak henüz yerine atanan kişinin belli olmadı ifade edilmektedir. Sosyal medyada yapılan bazı yorumlarda ise Burhan’ın Birleşik Arap Emirliklerine yakınlığıyla bilindiği ifade edilmektedir. Sudan farklı gelişmelere gebe gibi görünmektedir.