Evet! Şu “Sözde Soykırımı” meselesi!...

Öyle bir mesele ki, hemen hiçbir lâbirent onun kadar karmaşık değildir!... İlk şu deyim üzerinde duralım; “Sözde Soykırım”... “Sözde” tabirini kullanmak, mezkûr meselede neyi değiştirir?... Böylesi bir vak’a şayet zuhur etmişse ki, etmiş olduğunu ciddi belgeler açıklıkla göstermektedir!.. O zaman sözde-mezde tabirleri havada kalmaya mahkûm demektir!...

Biz Ermeniler bu dehşet verici vak’aya “Soykırım” tabiri kullanmış değiliz. Biz, (Metz Yeğerini) yani, “Büyük Felâket” deriz.

Soykırımı” tabiri kim veya kimlerin uydurmasıdır bilemem ama, hemen her “24 Nisan”da, ABD Başkanları için: (Soykırımı tabirini kullanmadı) diyerek, Türkiye’yi sevindirmeye kalkışanlar, ne yaman bir yanılgı içinde olduklarını bir türlü bilememektedirler.

Demem odur ki, bazıları Devlet ve Milletimizi diğer bir çok mesele gibi bu konuda da yanlışa sürüklemeye çalışmaktadır!...

Her zaman söyledim. Yine söylüyorum; Bu uğursuz vak’a ne Ermenistan’ı ve ne de bir başka üçüncü ülkeyi ilgilendirmektedir. Bu Türkiye-Ermenileri ile sadece Türkiye Türklerini alakadar eden bir konudur. Zira vak’a, Osmanlı İmparatorluğu hudutları dahilinde zuhur etmiş pek talihsiz bir siyasi icraatın ürünüdür ki, hâlâ çilesi çekilmektedir...

Osmanlı Devleti’nin son döneminde Hükûmet icra eden İttihat ve Terakki Fırkası tarafından icra edilen bu hazin trajedinin meydana getirdiği içler acısı vak’a, nice masum Türkiye Ermenisinin maddi, manevi kayıplara uğramasına başlıca sebep olmuş ve böylece bu kanlı vak’anın trajik hikâyesi, zaman içinde muhtelif siyasi merhalelerden geçerek, “Sözde Soykırımı” yakıştırmasıyla günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir!...

Ben, hangi taraf haklıdır, hangi taraf suçlu olmaya daha müsaittir? gibi demagojilere girecek değilim. Zira, olsun Türkiye ve olsun Ermenistan böylesi bir ortam içinde zaten bocalayıp durmaktadırlar.

Benim asıl üzerinde durmak istediğim; Türkiye’nin bu meseleye Ermenistan’ı muhatap almaya kalkışma yanlışıdır!...

Vak’a Türkiye’de zuhur etmiş olduğuna göre, Türk tarafının kendi vatandaşları olan Ermenilere bu konuyu sormamakta, müşterek bir masaya oturarak her iki tarafı memnun kılacak bir anlaşmanın teminine gitmemiş olmasıdır!...

Anadolu Selçuklu Devleti’nden Osmanlı’ya, iç içe bir hayat yaşamış ve bu beraberliği Osmanlı’da da devam ettirmiş ve bu beraberliği; Kuvay-ı Milliye’den İstiklal Harbine ve Cumhuriyet Devletimize kadar devam ettirilebilmiş olmasına rağmen, nasıl olmuştur da, son yıllarda Türk Millet ve Devleti’nin baş düşmanı(!) gözüyle değerlendirilmeye başlanmışsa? Özür dilerim benim bir türlü aklım almamıştır?!..

Günümüz Ermenistan’ı hemen hiçbir tabii kaynağı olmayan adeta taş üzerine yerleştirilmiş bir toprak parçası Azerbaycan ile savaş durumu zuhur etmeden (6 buçuk milyon nüfusu) olan Ermenistan günümüzde (Bir buçuk milyonu) geçmeyen bir nüfusla yetinmek zorunda. Halkının çoğunluğu yurt haricinde olup, zar, zor hayatını kazanmaya çalışmakta, gurbette kazandıklarını memleketine göndererek ailelerini ayakta tutabilme gayreti içindedirler ki, bunların takriben (bir milyonu) Türkiye’de bulunmakta, Devletimizin müsaadesiyle ekmek parasını çıkartmaya çalışmaktadır.

Bütün bunları, daha doğrusu alenen bilinenleri niçin yazıyorsun diyecek olanlara, gayet ciddi bir mesaj verebilmek için yazıyorum ve “Sözde Soykırımı” deyimleri devam ettiği sürece de yazmaya devam edeceğim.

Ve bu mecburiyeti iki sebep yüzünden hissediyorum:

1: “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı konumundaki Ermeni’lerin hiç mi hiç ciddiye alınmaması.”

2: “Türk Ermeni’si ile iç içe yaşayıp sosyal hayatı paylaştıkları halde, hâlâ onların “dış kökenli” olduklarına inanmaları!..”

Bu sıradan bir mesele değildir. Zira Hükûmetimizin Azeri yanlısı bir politika uygulaması ve diğer taraftan Azerbaycan’ın da Türkiye’nin bu tutumundan azami derecede istifade ederek, ülkemiz içinde tecridi şekilde gelişen “Ermeni düşmanlığını” bir şekilde körüklemesi vs. bizleri haklı olarak endişelendirmektedir. Unutmayalım ki, yakın tarihimizde “6-7 Eylül” gibi pek tatsız bir trajik vak’a istemezsek de zuhur edebilmiştir!...

Kimine göre “İskoç Locası”, kimine göre dönemin Hükûmeti tarafından tertiplenmiş olduğu inançları, hâlâ günümüze kadar çatışıp durduğu cümlemizce bilinmektedir.

Kaldı ki, günümüz şartları böylesi ortamlara hiç mi hiç uygun değildir!... En yeni misal, Fransa’nın Başkenti Paris’te meydana getirilen vahşet numunesidir!...

Ancak, Türkiye’deki Ermeni vatandaşlarımızın; böylesi ortamlarda Türk düşmanları için biçilmiş kaftan sayılabilecek bir sahipsiz cemaattir. Bunun böyle olduğunu gayet iyi bilen bir genç kalemimiz, Uruguay’ın eski Cumhurbaşkanı “Jose Mujica” Türkiye’ye davet edilmesi bahsinde, bu şahısın Cumhurbaşkanlığı yıllarında, “Ermeni Soykırımı”nı ilk kabul eden Devlet Başkanı oluşunu dikkatlere çekerek, hayli tenkit etmişler!..

Kendileri, değerli bir “Tarih araştırmacısı” olmalarına rağmen, her ne hikmeti var ise, “Tarihçi değil, Gazeteci olduklarını” ileri sürerek, böyle kabullenilmeyi arzu etmelerinden, biz de Gazetecilik sıfatı üzerinde hassasiyet göstermekteyiz. Merhum babaları da tanınmış “Gazeteci ve Tarihçi” idi ki, bendeniz Tercüman’da birlikte çalışabilme şansını elde etmiştim.

Kendi tabirleriyle, “Sözde Ermeni Soykırımı” ilk bu zat tarafından kabullenilmiş olmasına rağmen, “CHP Belediyeleri ile Sivil Toplum Kuruluşlarınca” Türkiye’ye davet edilmiş hayli alâka görmüş, Türk misafirperverliğinden yeterince nasibini almış... Ve tabii ki, böyle olmaması lâzım olduğunu hatırlatmışlar hem de sitem ederek...

Biz diyoruz ki; Bu zat koyu bir Ermeni taraftarı olmasına rağmen, Türkiye’ye getirilebilmiş ve konferanslar da verdirilebilmiş veya iştirak etmesi sağlanabilmişse, bu siyasî bir başarı değil de nedir?...

Hemen her ülkede olduğu gibi, bizim ülkemizde de güdülen politika icabı, nice insanlıktan nasibini alamamış üst düzey bürokrat ülkemizde resmİ merasimle karşılanmış ve aynı şekilde uğurlanmıştır. Milletler arası münasebetlerde, bu gibi olaylar istenmezse de zuhur edebilmektedir ve zaten adına, “Diplomasi” denen nesnenin asıl garabeti bu noktada başlar!...

Efendim ülkemize şu gelmişti, bu gitmişti gibi demagojilerle sözü uzatmak istemiyorum. Çünkü, görünen köye kılavuz aramaya kalkacak kadar basiretsiz değilim.

Bu adamın diğerlerinden tek bir farkı meseleye “Ermeniler lehine” eğilmiş olmasıdır. Aslında mesele, “Soykırımı” vs. değil, Türk-Ermeni münasebetlerinin düzelebilmesi endişesidir. Nitekim, önceki Cumhurbaşkanımız Sayın Gül’ün Ermenistan ziyaretleri de hayli eleştiriye muhatap olmuştu. Halbuki Sayın Cumhurbaşkanımız siyasî olmaktan ziyade, iki devlet arasında bir yakınlaşma gayesiyle tertiplenmiş bir futbol karşılaşması sebebiyle Ermenistan’ı ziyaret etmiş ve iki Devlet Başkanı, sıcak bir ortam içinde yan yana birlikte karşılaşmayı izlemişlerdi.

Bu meyanda olsun Erivan-Yerevan’da ve olsun Türkiye’de Ermenistan ve Türkiye aleyhlerinde tezahürat yapılmış olması ise, bazı kliklerin özel tertipleri olmasından kimsenin şüphesi olmamıştır. Türkiye’de bu o hale getirilmiş ki: “Milliyet Gazetesi”nin, “31 Temmuz 2015 Cuma” tarihli “Ekonomi Servisince: Dünya çapındaki en önemli Ekonomistleri arasında birinci sırada yer alan Prof. Dr. Daron Acemoğlu bahsinde: “DÜNYANIN ZİRVESİNDEKİ TÜRK” başlığı geçilmiş, “İstanbul’lu bir Türk Ermeni”si olduğu, yazı içinde geçilmiştir.

Ben sayın Gazete’yi tenkit etmiyorum. Yaptığı hareket doğrudur. Ancak, Türkiye Ermeni’lerinin böylesine ucube duruma gelmelerinde, Cağaloğlu Basınının büyük rolü olmuştur ki, bu hususun da ayrıca unutulmaması lazımdır.

GENÇLERİ TERÖRÜN KUCAĞINA İTEN SEBEPLER başlıklı Sayın Abbas Güçlü refikimizin Paris olayı ile alâkalı makalesinde şu enteresan pasaj geçmektedir ki, hiçbir katkıda bulunmadan aynen alıyor ve ibret alınabilmesi için sunuyorum:

(... Öyle veya böyle, dünya bu terör belasından bir an önce kurtulmak zorunda. Nasıl olacağını elbette uzmanlar bilir. Ama sanki ilk önce, terörü besleyen “kaynakların ve sorunlarının” kurutulması gerekiyor!

Gelelim en önemli meseleye: Teröre en çok bulaşanlar neden gençler? Bu konu özellikle incelenmeli: Kaybolan kimliklerini orada mı buluyorlar? Onları terörün kucağına iten ve bu kadar acımasız hale getiren nedenler neler?

Eğer o gençlere yeterince sahip çıkılsaydı, dünyanın dört bir yanından terör örgütlerine katılım yine bu kadar yüksek olur muydu?

Üniversiteler ve bilim insanları, sosyoloji, psikoloji bunun için var. Neredeyse hemen herkes para getiren alanlara yöneldi, sosyal bilimler unutuldu.

Savaşların, göçlerin, sosyal adaletsizliğin gençleri hangi yönde etkilediğine, ne kadar kafa yoruldu, üniversitelerimizde kaç araştırma yapıldı?

Ortadoğu bataklığına dünyanın dört bir yanından gençler koşuyor. Neredeyse hemen hepsi ölümü daha en başından göze almış durumda.

Önemli güzergâhlarından biri de ülkemiz. vs.)

Biz Türkiye Ermenilerini, siyasî açıdan menfi değerlendirme ile teröristlerin oyuncağı haline getirdik. Nitekim merhum Hırant Dink, böyle bir icraatın hedefi durumuna getirilerek, kurban edilmiştir.

Hürmet ve saygılarımla. Mutlu yarınlar dilerim efendim.