Örgün veya yaygın öğretimde okul veya kurs her ne ise, ne kanunlarda ve ne de bu kanunlara istinâden çıkarılan yönetmeliklerde okula devam eden, kursa katılan öğrenciler için, alt veya üst sınır getirilmiştir.
Herhangi bir yerde Kur'ân Kursu açılabilmesi için en az 20 öğrenci veya velisinin yazılı müracaatının şart koşulması bu kurslara katılacaklar için bir alt sınır konulmasının altındaki hinliği biliyoruz, tahmin ediyoruz. Yer yer, uygulamalar bizim bildiklerimizi ve tahminlerimizi hep doğrular şekilde olmuştur.
Öte yandan Pedegoglar (Eğitim ve öğretim bilimcileri) Eğitim ve öğretimde ideal olan sınıflardaki talebe ve kursiyer sayısının, on-onbeşi geçmemesidir.
İçgöçler sebebiyle meydana gelen büyük nüfus kaymaları neticesinde; Anadolu'nun pek çok kasaba ve köyünde "Taşımalı Eğitim" yapılan yerler hariç, talebe sayısı 20'nin hattâ on'un altına düştüğü halde 5 sınıflık okullar açık tutulmakta, bu okullarda 2, 3, 4 öğretmenle Eğitim faaliyetleri devam ettirilmektedir. Diğer taraftan Yaygın Eğitim alanında; Halk Eğitim Müdürlüklerince muhtelif konularda ve branşlarda açılan kurslar için, kursiyerler için herhangi bir alt-üst sınır belirtilmemektedir, aslâ böyle bir şart getirilmemektedir.
Bizim tesbitlerimize göre Kur'ân Kursları Yönetmeliği ile Kur'ân öğrenim ve öğretiminin önüne konulan manialar şu maddelerde özetlenebilir:
1- Her hangi bir yerde Kur'ân Kursu açılabilmesi için en az 20 öğrencinin, reşid değillerse velilerinin müracaat etme mecburiyyeti.
2- Kur'ân öğreticisinde aranılan şartlar.
3- Kurs binalarının tapularının veya intifa haklarının Diyânet İşleri Başkanlığına verilmesi mecbûriyyeti.
4- Herhangi bir Kur'ân Kursunda kayıtlı bulunan bir talebe ev veya işyeri nakli sebebiyle kendilerine daha yakın bir Kur'ân Kursu'na nakil yaptırmak istediğinde, her iki kursun bağlı bulunduğu müftülüklerin onayının şart koşulması.
5- Kur'ân Kurslarının, Diyânet İşleri Başkanlığı müfettişleri, Millî Eğitim Bakanlığı müfettişleri ve Mahallî Mülkî âmirliklerce müştereken veya ayrı ayrı olmak üzere üçlü bir teftiş kıskacına alınmış olmaları...
"İnsaf imanın yarısıdır,"
İmdi! Herkesi biraz vicdan muhasebesi ve insafa dâvet ederek, Kur'ân öğrenim ve öğretimini fîlen ortadan kaldıran bu engelleri tahlile geçiyoruz:
a) 1950'li yılların başlarında Diyânet İşleri Başkanlığı veya mülhak vakıflarda vazife yapan Hademe-i Hayrat'ın % 90'ı İlkokul me'zunu değildi. Bu yıllarda, Medrese müfredatını ta'kip edip çeşitli tahsil kademelerinden icazet ve diploma alanlardan başka, özel surette eğitim almış, 6-13 yaş arasında hıfzını tamamlamış, Tecvid, Mahâric-i Huruf, Vücûd, Aşere-Takrip ve Tayyibe gibi Kur'ân tilâvet ilminde zirve hocalarımız da vardı. Ama, bunlar, bu Yönetmeliklerle Fahrî Kur'ân Kursu öğretmeni bile yapılmadılar. Cilve-i Rabbâniyye'ye bakınız ki, Kurân Kursları Yönetmeliği değişikliğini bizzat deruhte eden Zât'ın Diyânet İşleri Başkanlığı sırasında, Diyânet İşleri Başkanlığınca açılan Hizmet İçi Eğitim cümlesinden, Tekâmül (Olgunlaştırma) faaliyyeti olarak açılan, Diyânet Eğitim Merkezlerinde ekserisi, İlâhiyat Fakültesi veya Yüksek İslâm Enstitüsü me'zunu olan müftüler, vâizler ve İmam-Hatiplere, İlkokul me'zunu bile olmayan ve fakat Kur'ân Tilâvet Biliminde, Fıkıh'da ve Kelâm'da zirve olan bu eli öpülesi Muhterem hocaefendiler hocalık etmişlerdir. Ahirete intikâl edenlere Rabbimizden vâsî rahmet, hayatta olanlara ise sağlıklı uzun ömürler niyaz ederiz.
Yaygın Eğitimde; Halk Eğitim Merkezlerince açılan ya da son yıllarda Millî Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılarak Belediyelerce açılan muhtelif branşlardaki kurslarda eğitim veren usta ve hocalarda her hangi bir tahsil şartı aranmamaktadır. Yeterki, işinin ehli olsun!...
Kur'ân öğreticiliği herkesin yapabileceği bir vazife değildir. Bir kimse İmam-Hatip Lisesi me'zunu olabilir, İslâm Enstitüsü veya İlâhiyât Fakültesi me'zunu da olabilir, fakat gerçekten Kur'ân tilâvet bilimine vakıf olmayabilir veya Kur'ân öğretmeye yatkın ve hevesli olmayabilir. Küçük yaştan itibâren Hâfızlık, tecvid, mahâric-i Huruf, vücûh, Aşere-Takrip ve Tayyibe gibi Kur'ân Tilâvet Bilimlerinde üstâd olmuş bir başkası için Kur'ân öğreticisi olamasın!... Bu Yönetmeliğe göre İmam-Hatip Lisesi 2. Devre me'zunu olmadığı için bu zât aslâ Kur'ân Öğreticisi olamaz...
1950-1971 arası yürürlükte olan Kur'ân Kursları Özel Tâlimatnâmesinde; bir yerde Kur'ân Kursu açılabilmesi için mahallen en az 20 kişinin ders görebileceği sağlık şartlarını haiz, bir binanın te'min ve tahsisinden başka herhangi bir şart ileri sürülmüyordu. Bu yıllarda pek âlâ, bir Cami'in revaklarında, vakıflara ait, her hangi bir binada ya da, hamiyetperver kimselerin özel mülklerinden müsâit bir bölümünü Kur'ân Kursu olarak tahsis etmesiyle, bir Kur'ân Kursu açılıyordu.
1960'lı yılların ortalarından itibâren memleket çapında Kur'ân Kurslarında bir patlama oldu. Bu kurslara müracaatlar genellikle Anadolu'nun fakir halkının çocuklarından geliyordu. Bu çocukların iaşe ve ibâteleri de ön plâna çıkınca, dernekler, özel vakıflar ve pek çok hayırperver şahıslar hızla, pansiyonlu kur'ân Kursları inşa ettiler. Hareket, gönlü yüce Azîz Türk Milleti tarafından da benimsenince, Anadolu'nun pek çok il, ilçe ve kasabasında hatta köylere varıncaya kadar herkesin gıpta edeceği mükemmellikte tertemiz, kurs binaları hızla arttı.
Bu yıllarda Diyânet İşleri Başkanlığı'nın taşra teşkilatı olan il ve ilçe müftülükleri çok az bir mektarı müstesnâ, cami'lerin son cemaat yerlerinde, Nuh-u Nebî'den kalma hükûmet konaklarının loş, izbe kasvet verici bir odasında faaliyetlerini sürdürüyorlardı.
Devir, 12 Mart 1971 Muhtırasından sonraki ara dönemdi. "Kurt dumanlı havayı sever", misâli, Kur'ân Kursları Yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle (17 Ekim 1971/13989 Sayılı Resmî Gazete'de Diyânet İşleri Başkanlığı Kur'ân Kursları Yönetmeliği")
Kur'ân Kurslarının varlıklarını korumaları veya yenilerinin açılabilmesi için kurs binalarının intifa haklarının Diyânet İşleri Başkanlığı'na verildiğine dâir, bir belgeyi Diyânet İşleri Başkanlığı'na verme mecburiyyeti getirildi.
Canım bunda ne var! Nasıl olsa Kur'ân Kursu olarak inşa edilmiş, Tapusu, İntifa hakkı, dernek'de, özel vakıfta, Diyânette olmuş ne fark eder, diyebilirsiniz?
İşte; Kaz'ın ayağı hiç öyle değil, Kur'ân tedrisinin yapıldığı ve bu iş için tahsis edilen bu mahallin intifa hakkının verilmesiyle iktifa etmiyor, aynı binada veya yakınlarında bulunan pansiyon, lojman-Meşrûte bekçi kulübesi ne varsa hepisinin intifa hakkını istiyor, (müştemilatıyla birlikte)
Arsayı birisi bağışlamış, birileri bir bölümünü üstlenmiş, bir başkası başka bir bölümünü yaptırmış, Allah'ın Adı zikredilsin, Allah'ın Kitabı okunsun-öğretilsin, diye binbir fedâkarlıkla bir eser ortaya konmuş...
Bu insanlara diyorsunuz ki, "Eğer siz, burasının Kur'ân Kursu olarak kalmasını istiyorsanız, bütün müştemilatıyla birlikte binaları, tesisleri Diyânet İşleri Başkanlığı'na devredeceksiniz.
Anadolu'da ve büyük şehirlerde binlerce yatılı-pansiyonlu Kur'ân Kursu bu yüzden kapatılmıştır.
Verilseydi, ne olurdu?
Verilseydi, neler olacağının cevabı, az da olsa, verilenlerin başına daha sonraki yıllarda gelenler olurdu.
Farzedelim, bir ilçede şehrin en güzel yerinde geniş bir arazi içinde lojmanlı-meşrûta'lı, pansiyonlu bir Kur'ân Kursu binası vardır. O ilçede müftülük binası, zâten çok küçük olan Kaymakamlığın ve Adliye Teşkilatının müşterek kullandığı binada küçük bir odadır.
Kur'ân Kursunun devam edebilmesi için, müştemilatıyla birlikte Kurs binasının tamamının intifa hakkı Diyânet İşleri Başkanlığı'na devredilmiştir.
İlçe Müftüsü, Kur'ân Kursu binasına göz koymuştur, bir bölümünü müftülük dâiresi bir bölümünü de kendisine lojman yapacaktır.
Kurs'tan me'zun olanların yerine yeni talebe kaydedilemediği için, talebe sayısı 20'nin altına düştüğünden Kur'ân Kursları Yönetmeliğine göre Kur'an Kursu fiîlen kapanmıştır.
Kurs, dernek ve özel vakıf idarecileri, Kur'ân Kursuna kaydını yaptıracak öğrenci bulunmadığı hallerde, en yakın yerdeki Kur'ân Kursundan bir-kaç kişi buraya kaydettirmek suretiyle Kur'ân Kursu'nun kapatılmasının önüne geçebilirlerdi, denilebilir.
Hayır! Çünkü Kur'ân Kursları Yönetmeliğine göre, her hangi bir Kur'ân Kursundan başka bir kursa nakil, her iki Kur'ân Kursunun bulunduğu müftülüklerin muvafakatına bağlıdır.
Bu usûle Becâyiş denir, Becâyiş, devlet memurlarının tâyin ve nakillerinde karşılıklı rızaya dayanan yer değiştirmeleri, ilgili mülkî veya dâire başkanının karşılıklı muvafakatı ile mümkün olmaktadır. Aslında devam mecburiyyeti bile bulunmayan, adı üstünde "Kurs", örgün Eğitimde yeri olmayan bir kursa devam eden bir kursiyerin bir başka kursa devam etmek istemesi, (şu veya bu sebeple) memur tâyinlerinde ki usule tâbi tutulmasının mantıkî bir izahı yoktur.
Bütün bu çabalar boşa çıkar ve... Kurs kapanır.
Kapanan kurs, elbette boş bırakılacak değildir, intifa hakkı bütünüyle Diyânet İşleri Başkanlığı'na geçtiğine göre, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın taşra Teşkilatı Müftülük olduğuna göre, müftülüğün buraya taşınmasından daha tabiî ne olabilir?
Tamâmen başka maksadlarla yapılmış, bir örneği ancak, Japonya'da 5 Yıldızlı otellerde bulunan, binanın girişinde kesinlikle ayakkabılar çıkarılıyor, zeminden itibâren bütün katlar, ya çok kaliteli parke veya duvardan duvara birinci sınıf halı ile kaplı bulunan katlar, kütüphâneler, mescid, müzâkere salonları, bilgisayar odaları, yemekhane ve yatakhâneler'den müteşekkil, Nev-i Şahsına münhasır mimârisiyle temâyüz eden bu te'sis artık, bir resmî dâiredir, alt katlar müftülük, üst katlar müftü'nün lojmanı-Meşrûtasıdır.
O ilçe'ye bir müftülük dairesi, müftü Efendiye lojman-Meşrûta lazım idiyse, bunca mücâdeleye, kavgaya, cidâle hiç lüzum yoktu. Bu binaları, sırf buralarda Allah'ın Adı zikredilsin, Allah'ın Kitabı okutulsun, diye inşâ eden hamiyetperver müslümanlar, müracaat halinde, müftülük dâiresi de, müftü efendiye lojman-meşrûta da yapardılar.
(Mes'eleyi incelemeye devam edeceğiz.)