Türkiye siyasetine bakıldığında birçok siyasi liderin artık metal yorgunu olduğunu görürsünüz. “Metal yorgunluk” terimini ilk kez yine siyasi isimlerle öğrenmesi ile öğrenen halk ise günlük jargon ve literatürüne bu terimi hamur yoğururcasına özümseyip, işledi. Fakat iyiyi ve güzeli seçmekte epey problem yaşandığını söylemeliyiz. Bu ülkede gerçekleşen ve geride kalan onlarca seçimde de görüldüğü üzere, her şey Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kazanması üzerine kurulmuş gibi. Senaryolar bu şekilde olsa da birtakım odaklarca demokrasi gereğince hareket eden herkesi ve her şeyi düşman ilan etme gibi bir durum doğduğunu biliyorsunuz. Tüm bu gerçeklerle birlikte bir seçim daha kapıya dayandı. Peki, bu kez bizi ne bekliyor olacak? 

31 Mart’ta gerçekleşecek olan yerel seçimler öncesi siyasi partiler ve temsilciler, stratejik hamleler yapmaya hazırlanıyor. Geride bıraktığımız genel seçimde Cumhur İttifakı kuran Milliyetçi Hareket Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi bu seçimde de bir arada sandığa gidecek. Fakat başkanlık sistemi geldiğinde söylendiği üzere koalisyon sona ermeyecek miydi? Doğrusu şaşıracağımız bir şey de değildi, ama ya başkanlık sistemi henüz Türkiye’ye entegre edilmedi ya da bizimle dalga geçiyorlar. Böylesi bir durumda ilk şıkkın ikincisine nazaran epey gerçekdışı olduğunu kabul etmeliyiz. Sorularım artıyor, ama öyleyse bu koalisyon değil de nedir?

Düşünün ki; bir ülkede bir siyasi lider çıkıp, kendi tabanına ve seçmenine yaklaşan bir seçim öncesi bir diğer partiye oy vermesini istiyor. Bu ne demokratik bir adımdır ne de etik. Çünkü bu, seçmeni yönlendirmek veya o oylarını “çantada keklik” görmekten başka bir şey değildir. Nitekim ne parti tabanı ne de Milliyetçi Hareket Parti’ye oy veren seçmen bu seçimde tekrar gidip bir önceki seçimde yaptığı bu hatayı yapmayacaktır. Çünkü verilen sözlerin hiçbiri, hiçbir zaman tutulmadı. Eğer seçmenlerde Stockholm Sendromu bulunmuyorsa, sağlıklı bir kimse gidip böyle bir davranış sergilemeyecektir. Ki buna zaten en başta Devlet Bahçeli dahi inanmıyor olmalı. Çünkü onun zeki bir insan olduğunu düşünüyorum.

Geçmiş dönemde Roger Garaudy’nin günümüze ışık tutan çok önemli bir anekdotu vardı. Dediği üzere “Hiçbir partiden çağımızın çapına yaraşır, büyük bir tasarı, geleceğe yönelik büyük bir proje gelmediğinden, seçimler siyasi entropinin bataklık kanununa uyarak %49 ile %51 arasında dağılım gösteriyor, ama karşı düşüncede olanlar yeni bir düzen tasarlayıp öneremediklerinden, eski düzeni ayakta tutma ve statükoyu sürdürme konusunda en güvenilir olanlar hafif bir üstünlük elde ediyorlar.” 

Bu aslında içerisinde bulunduğumuz durumu gayet iyi özetliyor. Siyasi arenada bir varlığı ve iddiası olmayan bir partinin tekil olarak seçimde başarı elde edemeyecek olması gerçeği ile hareket eden Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, 31 Mart'ta yapılacak yerel seçimlerle ilgili açıklamasında Cumhur İttifakı'nın bozulmaması gerektiğini vurgulamış ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin üç büyükşehirde, yani İstanbul dışında Ankara ve İzmir'de aday göstermeyeceğini belirtmişti. Bu üç büyükşehirde Adalet ve Kalkınma Partisi kimi aday gösterirse göstersin, Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu adaya destek vereceğini belirtmişti. Bu kararın sizce de ne akla ne de mantığa uygun bir tarafı olmadığı görülemiyor mu?

Üstelik Devlet Bahçeli’nin "Yerel seçimlere kendi adaylarımızla, kendi amblemimizle gireceğiz" açıklamasından sonra Cumhurbaşkanlığı sarayında Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşme sonrasında "Milliyetçi Hareket Partisi, İstanbul’un yanı sıra Ankara ve İzmir büyükşehir belediye başkan adaylarını da göstermeyecek" demiş olması ciddiyetsiz değil mi? Bu kararın ardında elbette bir pazarlık söz konusu olsa da hiçbir pazarlığın gerçekleşmediğini belirtiyor. Fakat kimsenin kimseye günahını vermediği bir çağda, Adalet ve Kalkınma Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi’ne ne verecek? Veya Milliyetçi Hareket Partisi’nin onlardan “püskevit” isteyecek halleri yok. 

Çeşitli söylentiler de var tabii ki. Bunu Adalet ve Kalkınma Partisi ise çeşitli illerde aday göstermeyecek ve seçmenleri toplu bir şekilde oylarını Milliyetçi Hareket Partisi’ne vereceği de konuşuluyor. Bu sebepten ötürü Adana, Manisa ve Mersin ile birlikte Osmaniye’de bu tür senaryonun konuşulduğunu söyleyebiliriz. Hayata geçirilip, geçirilemeyeceğini ise pek yakında göreceğiz.  Fakat süregelen tüm bu süreçlerde iyiye doğru değişen hiçbir şeyin olmaması Adalet ve Kalkınma Partisi’ne mal olacak. Çünkü halk, ekonomik kriz, yanlış politikalar, cebinde az miktarda kalanı da kaybetme ihtimali ile ne yapacağını şaşırmış bir durumda. Siyasi taraftarlığın bir kenara bırakılması ve katilini sevme sendromuna yakalanılmaması gerekiyor. Aksi halde bu günleri bu halk, bu günleri mumla arayacak!