Spor Dünyasındaki Aydın Profilimiz

Abone Ol

Oysa özellikle dış dünyadaki gelişmeler arasında o kadar çok yazılacak şey vardı ki. Bilhassa çeşitli ülkelerde birbiri peşi sıra gerçekleşen seçimlerin sonuçlarının Türkiye’ye açısından değerlendirilmesini yazmalıydım… Tam da bunları tasarlarken, taraftar olmanın verdiği bağlılık dolayısıyla hiçte yazmak istemediğim bir konuda, sporumuza yön veren okumuş-yazmışlarımız hususunda olaylar öylesine birbirini takip etti ki, doğrusu bundan kaçınmanın doğru olmayacağına karar verdim.  Öncelikle geçen yılın Temmuz ayından itibaren Türk spor camiasına “şike” adıyla sunulan olayların akış seyrinde, meselenin giderek kaotik bir ortama sürüklenmesindeki asıl sorumluluğun, hani kendilerine şu veya bu şekilde aydın vasfını takmaktan kaçınmadığımız kimselerden kaynaklandığını görmemek mümkün değildi. Geriye dönerek baktığımızda il andan itibaren, savunma içgüdüsüne kimsenin bir itiraz olamazdı. Ama peşinen mahkûm etmek ne kadar uygunsuzsa, kendini savunurken kasıtlı olarak başkalarını işin içine çekerek temize çıkarma anlayışının bir davranış biçimi olarak gündeme gelmesi ürperticiydi. Amma, çok paralar kazanarak bir yerlere gelmiş okumuş-yazmışlar tarafından, içgüdüyü bile aşan ısrarlı bir davranış biçimi hâline getirilmesi, ibret alınacak bir davranıştı!..
Telâşın garabetle buluştuğu ilk nokta ise, hemen futbol dünyasında ileri denilen ülkelerin hiç birinde olmayan “play off” uygulamasına, kulüplere sorulmadan, karar verilmesiyle başlamıştı. Uygulamanın, ülkemizdeki taraftarlığın “döner bıçaklı” seviyeyi hâlâ aşmadığını hiç bilmezmiş gibi(!) gündeme getirilmesi, âdeta kaosa çağrıydı. Fakat bizim futbolu yönetmeğe talip aydınlarımız, böyle bir uygulamanın arkasında bazı kimselerin söylediği gibi bir hesap yoksa, herhalde başka dünyada yaşıyor olmalıydılar! Daha ilk adımdan itibaren olayların akış seyrinde, meselenin neresinden tutmağa kalkarsanız kalkınız elinizin hiçte temiz kalmadığını görmek üzüntü vericiydi ama görülen köyde ortaya çıkanlar, birilerinin vicdanı sızlayarak yüzleri kızarır mı bilmem ama ibretlikti!
Özellikle suç sabit olmadan birilerini suçlamak yahut kendini aklamak için başkalarına çamur atmak nasıl bir ahlâkî yapıydı? Bunlar kolay kestirilecek şeyler değildi ama vakıa olarak yaşananlardı! Fakat şurası muhakkak futbol dünyamızda ortaya çıkanlar okumuş-yazmış profilimizin spor dünyamıza yansımasından başka bir şey değildi. Gelişmelere bir taraftan idareci kisvesi giymiş aydınlarımız(!) katkıda bulunurken basının çokbilmişlerinin bundan uzak kalmalarının mümkün olamayacağı ise açıktı!.. Böylece inanılması zor bilgi kirliliğinde, belki de masumiyetleri belgelenecekler suçlanırken, bazıları da, “biz yanarsak onlar da yansın” havasını umursamazca devreye sokmakta sakınca görmeyeceklerdi. Aydın(lar) ise kafa karışıklığı ve bilgi kirliliğiyle şike konusunu içinden çıkılamaza sürüklerken, birisi hedeflediği kulüp başkanlığı hayallerinden vazgeçme pahasına, tası tarağı toplayıp, Federasyon başkanlığından kaçmayı yeğleyecekti!..
Küme düşürme, düşürmeme. 58nci maddenin değiştirilip değiştirilmemesi gibi tirajı-komik davranışların yanına başlangıçta gündeme sokulmuş olan play off’ta puanlar üzerindeki hesaplamaları hiç değerlendirmeye bile almak istemiyorum. Ama, özerk olduğunu iftiharla söylemeye çalıştıkları Futbol Federasyonun, sadece seçimleri sırasında değil, olayların akış seyrinde de, federasyon yöneticilerinin siyasileri işlerine karıştırmalarına nasıl bir ad verilebilir, dersiniz? Ben fazla bir şey söylemek istemiyorum! Ama özerklik nutukları atmalarını “spor aydını” profiline bağlayarak bir prototipin varlığı tescil ettiklerini dile getirmek istiyorum… Kaçıp gidenlerin ardından yeni Federasyonun teşkilinde siyasilerin nerelere kadar müdahil olduklarını sanırım söylemeye bile gerek yok. Acı olan yeni gelenlerin “şikesiz-şike” kararlılıklarına, adı etik olan kurullarından başlayarak hemen bütün diğer organlarında alınan kararların “gerekirse veya birilerinin işine gelmesi halinde değiştirebilir(!)” mantığını ilâve edişleri, sanırım Federasyonun yönetenden çok yönetilen hüviyetine sahip olduğunu kamuoyu nezdinde belirginleştirmesi çok şey söylüyor olmalıydı. Hele şikesiz-şikenin hemen tek taraflı sorumluluğunu sadece bir kişinin omuzlarına yükleyen etik(!) anlayışı, sanırım, izah etmek çokta kolay olmasa gerekir. Amma ne yapalım ki bu aydınlar zümresinin piri, “dün dündür bugün bugündür” mantığının mucidi, halen dimdik ayaktadır!..
Bu yazboz kararsızlıklarının son kertesi, Saraçoğlu stadında kupa töreninde öylesine bir noktaya varacaktı ki, Başbakan meseleye müdahil olsun! Ve Futbol Federasyonu da, hâlâ, özerk olduğundan dem vurulabilsin! Bilmem değerli okuyucular böylesi bir talimatlı uygulamadan sonra, sizler, bulunduğunuz makâmı işgal etmeye devam edebilir miydiniz? Ama burası Türkiye mi demeliyiz? Bence hayır… İşte bizim aydın profilimiz ve yetiştirdiğimiz aydınlarımız bunlar dememiz daha doğru olacaktır. Çünkü örnekler bunlarla bitmiyor. Bir spor müsabakası sonrasında yaşananlara ve de özellikle şampiyonluğa uzanan takımın aşırılığa varmayan sevinç gösterilerine müdahale etmek isteyen rakip takım taraftarlarının önce saha içinde, sonra da stadyum çevresinde yaptıklarına baktığımızda söylemek istediğimiz daha açık ortaya çıkacaktır. Zira gözaltına alınan 59 kişinin içinde, sonradan salıverilseler de, doktor, mühendis, öğretmen, iş adamı gibi mesleklere sahip olanların bulunduğunu duyunca sanırım ürpermek bile hafif kalacaktır. Ha sahi, koltukları kırarak polislere ve karşı takıma saldıranlar düğün davetiyesi vermek için girmişler sahaya!.. Pes filan demiyorsunuzdur İnşallah!
Bütün bunlara neden şaşırmadığımı kendime sorduğumda, önce aklıma, hani seyircisiz oynatma kararını övgülerle ortaya koyduğumuz “bari hanımlarımız, çocuklarımız futbol sahalarına gitsinler de biraz erkeklere çeki düzen versinler” uygulamasının acısı içime oturuverdi. Çünkü TV kanalları ne kadar sesleri kısmaya kalksalar da kulakları tırmalayan sinkaflı küfürlerin hanımların ağzından çıkışı bir başka veçheye ışık tutuyordu. Yetişkinlerimiz, erkeği bir taraf bırakınız, anne kisvesini giymiş veya giyecek kadınlarımız çocuklarına nasıl örnek oluyorlardı! Kadınlarımızın bu küfür girdabı içerisinde çocuklara söyledikleri kelimeleri nasıl izah ettiklerini doğrusu merak etmek bile istemiyorum. Ama bir sorum var “acı biberi kim kimin ağzına koyacak ve hangi hakla!”
Gelelim son noktaya. Hafta sonunda Saraçoğlu stadyumunda, tam da tezgâhlandığı üzere, bir final maçı oynandı. Biri kazanacak öteki kaybedecekti. Ama hesap galiba tutmadı! Kupanınsa, tarafların ve Federasyonun kararına ihtiyaç olmaksızın tabii olarak sahada verilmesi gerekiyordu. Fakat play-off uydurukçuluğundan itibaren taraftarlığın holiganlaşmaya dönüştüğünün farkında olmak istemeyen anlayış, bunun bir yeni kaosa dönüşeceğini idrak ettiğinde iş işten geçmiş olacak ve yeni utanç tabloları yaşanacaktı. Işıklar kapatılacak, polis koruması gerekecek, kupanın odada verilmesi gibi bir garip teklif gündeme getirilecek ve nihayet özerk Federasyona ve yetkililere siyasî otoritenin talimatı verilecekti. Buna ortalarda görülmeyen rakip takım idarecilerinin davranışlarını ve yarı karanlıkta yapılan kupa törenini ilâve ettiğimizde spor idarecilerimizin aydın kisvelerine, bir kere daha ve bir kere daha bakmamızda yarar olduğu ortaya çıkacaktır..
Ve hâlâ bir taraftan rakip takımı kutlar görünürken suçlamalara karşı tarafı ve de emniyet kuvvetlerini de karıştırmayı marifet gibi ortaya atan, bunu yavuz hırsız misali gündeme getiren anlayışın artık spor idarecisi profilimiz olmamasını temenni ederken, yıllar öncesinde aynı tribünde rakip takım taraftarlarıyla maç seyrettiğimiz günlerin hayaline dalmaktan başka çaremin kalmadığını düşünüyorum… Ne acı!