Söyleyemem derdimi kimseye

Abone Ol

 
Şükrü Tunar’ın güfte ve bestesi olarak gösteriliyor kaynaklarda. Güftenin kime ait olduğu çok belli değil.
Hicaz makamında ve düyek usulünde hoş bir şarkı, Ya da ben ondan haz duyuyorum. Bir zamanlar sözlerini çok da doğru telaffuz etmeden ben de söylerdim bu şarkıyı.
 
‘Söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye
İnleyen şu kalbimin sesini ağyar  duymasın diye
Sakladım gözyaşımı vefasız o yar görmesin diye
İnleyen şu kalbimin sesini ağyar duymasın diye’
 
Bir başka şairimiz de ‘Dili yok gönlümün  lakin bundan ne kadar bizarım’ diyor.
Meşhur bir söz ortada dolaşır hep; ‘Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı’ şeklinde.
Basın İtibarını Arıyor adlı kitabımı bir dosta verirken ‘Yanlış anlaşılmaktan Allah’a sığınırım’ yazmıştım.
Hepsi nafile. Tükçe ile aram hoştur. Telaffuzumda yerel şiveden kurtulamayan bazı kelimeler vardır. Doğduğum şehrin de çocukluğumu yaşadığım şehrin de ağzını bilirim. Medeniyet Türkçesi adlı tezin de iddiacısıyım. Gelgelelim yine de duygu ve düşüncelerimi anlatamıyorum.
Sözüm ağzımda hazırdır. Duygu ve düşüncelerimi ben söylemesem de beden dilim anında ifade eder. Kaşım gözüm oynar, dudaklarım büzüşür. Gözlerimde kırılma sesleri açığa çıkar. Ya da bakışlarım parlar, konuşmamda bir akıcılık boy gösterir. Ama buna rağmen kendimi anlatamadığımı görüyorum.
Kimi insanları severiz hiç sebep yokken, kimilerinden bir tatsız duygu alırız. Bunun manevi alanda anlamı şudur. Barışık ve tanıdık ruhlar ve nizalı ruhların varlığıdır.
Ruh bilimciler ısrarla şuuraltı kavramına işaret ederler. Ama bir noktayı atlarlar. İçinden pazarlıklı insanların şuuraltları kalabalıktır. Hesabı-kitabı olmayan insanlar, bir çıkarı takip etmeyen insanlar, adalet duygusunu hayatına temel almış insanlar, içi-dışı bir insanlar için şuuraltı içine çok şey konulmayan bir depodur.
Onlarında şuuraltına attıkları vardır. Kırılmalar, darılmalar, ifade edilmeyen üzüntüler, sevgisizlik, söylenmesi ayıp olan arzu ve istekler, temayüller, hayal kırıklıkları, ifade edilmeyen elemler, böylesi insanların şuuraltına doldurulan şeylerdir.
Her iki tip insanın şuuraltı hem içine doldurulan şeyler bakımından, hem de rafların doluluğu açısından kıyas kabul etmez.
Ama buna rağmen, bu hakikatin farkına varamayan, azıcık ruh bilimden haberi olanlar hemen herkese şuuraltının patlaması anlayışını ifade ederler. Zulüm ederler.
Her söylediğimin doğru olmasına her zaman özen gösterdim. Ama her doğrunun her yerde söylenmeyeceği gerçeğine uygun davranamadım. Bu bana ağır faturalar getirdi. Çoğu zaman hayatım boyunca en son kıracağım değil, hayatım boyunca hiç kırmayacağım insanları kırdım.
Güzel dostlarımı gücendirdim, küstürdüm. Ama onlar bilmezler ki ben yaptığıma onlardan daha çok üzülürüm.
Hayatım boyunca eğlencelik konuşmadım hiç. Latife de yapsam, şaka da etsem, havadan sudan da konuşsam her cümlemde, her kelimemde bir imani, edebi, ahlaki hakikate gönderme olmasına itina ettim. İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilemiyorum. Kimi zaman keşke hayatı bu kadar ciddiye almadan yaşasaydım dediğim oluyor.
Kimseyi kızdırmayayım, ortalığı germeyeyim, eski köye yeni adet getirmeyeyim, insanların hoşlanmayacağı şeyleri söylemekten kaçınayım, derse bir insan, çevresiyle uyum içinde, üzüntüsüz, tasasız, korkusuz, hatta paylaşımdan beslenerek mutlu biçimde yaşayabilir. Ama bu insanın, insanlık değerlerine bir kum tanesi kadar bile katkısı olamaz. Hiçbir peygamber öyle demedi. Her peygamber mevcut nizamla kapıştı, kavga etti, savaştı, onlara yeni adetler getirdi, yeni kelimeler, yeni hükümler koydu ortaya. Eskiyi devirip yeniyi ikame etti.
Tabii ki bundan hoşlanmayanlar sadece düşmanları değildi, dostlarından kimileri bundan memnun olmadılar. Münafık sıfatını taşıyan insanlar düşmanlar arasından daha çok dostlar arasından çıkar.
Yine anlatamadım. Yine başka yerlere alıp götürdü düşünceler . Bir hamam kesecisinden aldığım dersi anlatacaktım. Bana, ‘abi gönlünde kimseye karşı kin tutma, sana zarar verir, kimseden nefret etme, dostsuz kalırsın, sevmeyi dene, sadet bulursun’ demişti. Tamam da kardeşim ben sevmeyi bilmiyorum. Hiç sevgi görmedim ki, nasıl bir şeydir o.
Ülkemde ikinci dünya savaşı yıllarının ailelerinde yaşamaya başlayan bir çocuktum ben. Büyüklerimizden hep endişe taşımayı öğrendik. Sorumluluk sahibi olmayı öğrendik. Saklamayı, tasarruf etmeyi, az tüketmeyi öğrendik. Ama sevgiyi öğrenmedik. Sevgi nasıl bir şeydir Allah aşkına, bilen varsa bana göstersin.
Şimdi toplumda herkes birbirine kıyıyor. Şiddet her derecede, her insandan, anneden, babadan, evlattan, damattan, kardeşten gelebiliyor. Çünki biz şiddeti öğrendik. Sertliği, gaddarlığı, zorbalığı, acımasızlığı öğrendik. ‘Hayatta başarılı olmak için acımasız olacaksın’ vecizeleriyle büyüdük, çocuklarımız böyle büyütüyoruz.
Sözün başındaki şarkı sözlerine dönersek; Bir çaresizlik, ama kimsenin sevgisinden emin olunamadığı için, iki gün sonra ‘seni nasıl da kurtarmıştım’ diye başa kakılması korkusundan derdini kimselere söyleyememek. Derman olur da sonra da başıma kalkar diye. Ya da derdinden o kadar mutlu ki, birileri derman olup da, mutlu eden dertten kurtulmak istememek. İki durum da hastalıklı. İkinci durumda da hazdan, sadetten değil dertten zevk almak gibi bir hastalık durumu var.
Etrafta yabancı ve düşman var, ağladığımın farkına varıp da mutlu olmasınlar diye, gözyaşını kimse görüp de ‘oh olsun’ diyecekleri sevindirmemek için inleyen kalbinin sesini susturuyor ve gözyaşlarını içine akıtıyor. Zevkle dinlenen bu şarkıyı ruh bilim, toplum bilim açısından incelemekte büyük yarar var.
‘Dili yok gönlümün lakin bundan ne kadar bizarım’ İşte beni tam anlatan kelimeler mimarisi.
Yine anlatamadım. Ama denemeye devam edeceğim.