Kitap Dünyası 

Damladaki Okyanus

Sosyal medyada geniş izleyici kitlesine sahip yazar Mümine Yıldız tarafından iyilik hikayelerinden derlenen “Damladaki Okyanus” Tuti Kitap farkıyla  okuyucuları ile buluştu. Hz. Mevlânâ’nın“Sen okyanustaki bir damla değilsin, damladaki okyanus işte o sensin.”sözünden aldığı ilhamla yola çıkan Damladaki Okyanus; iyiliği ve güzelliği hatırlatmaya, yaymaya, bizzat uygulamaya dönük bir iyilik hareketidir. Bu minicik hikâyelerin hem yapanların hem okuyanların hem iyiliğe maruz kalanların içinde iyileşmeye vesile olduğunu, okuyana hem ilham hem de iyilik yapabilme cesareti verdiğini, duydukça içimizdeki iyinin ümitlendiğini ve ayağa kalktığını, iyiliğin iyiliği tetiklediğini ve iyiliğe uğrayana da bir başkasına iyilik yapma isteği verdiğini bizzat görüyor ve o halde devam etmeliyiz diyoruz. Damladaki Okyanus kitabının geliri ile Nefes Yayınevi, Tuti Kitap ve Genç Tuti bünyesinde “İyilik Yayıncılığı” adı altında başlatılan sosyal sorumluluk kampanyasına katkı sağlanacaktır. Bu eserin geliri Türkiye Tanzanya Büyükelçiliği ile ortak bir çalışma olarak başlatılan su kuyusu açtırma çalışmalarında bir kuyusu açmak üzere kullanılacaktır.

DENEMECİLİK

BRIAN DILLON   DENEMECİLİK     Everest Yayınları’ndan çıktı.    Çeviren: Selahattin Özpalabıyıklar

“Deneme, konusunun özünü yani püf noktasını ifade etmeyi, dolayısıyla bir tür cila ve bütünlüğü amaçlar, aynı zamanda da sahip olduğu bakış açısının kısmi olduğu, eksik olmanın da kendi içinde bir değer olduğu, çünkü yazan zihnin cesur ve meraklı ama tutuk doğasını daha iyi yansıttığı konusunda ısrar etmek ister.” Brian Dillon, çağdaş sanatta ve kültür teorisinde harabeler, ünlü hastalık hastaları ve kent hafızası üzerine kitapları olan, kendi hayatından yola çıkarak, kayıplar ve kalanlar üzerine yazdığı In the Dark Room kitabıyla da ödüle kavuşmuş bir yazar, Cabinet dergisinin editörü ve bir akademisyen. Brian Dillon, Denemecilik’te, bir tür olarak denemeciliği; kökenler, listeler, dağılma, üslup, savurganlık, ayrıntı, tutarlılık, merak ve avunma gibi çeşitli başlıklarda irdeliyor, parçalara ayırıyor ve sonra bir araya getiriyor. Deneme teriminin etimolojik kökenlerine, Montaigne’den başlayarak günümüz yazarlarına, W. G. Sebald, Georges Perec ve Elizabeth Hardwick gibi isimlere değinen kitap; denemenin kapsamlarına ve olanaklarına ışık tutuyor. “Vaazlar, diyaloglar, listeler ve anketler, basılı küçük anaforlar ya da tekil denemeler olarak yorumlanan kitaplar” la örülen Denemecilik, Dillon’ın kendi kişisel ve edebi geçmişinden de birçok iz taşıyor.

MONTESSORI EĞİTİMİ

LEYLA ÖZTÜRK’ün MONTESSORI EĞİTİMİ Alfa Yayınları’ndan çıktı. (190 Sayfa)  

Finlandiya Eğitim Sistemini Model Alan Anne Baba Rehberi

Montessori Eğitim Koordinatörü Leyla Öztürk’ün Finlandiya eğitim sistemini model alan Anne Baba Rehberi Montessori Eğitimi adlı kitabı Alfa Yayınları’ndan çıktı. Çocuklarda bireysel becerileri geliştirme ve ilgi alanlarına uygun olacak şekilde eğitim verme alanı olan montessori eğitimini, Türkiye kültürüne ait kodlarla harmanlandı. Montessori Eğitim Sisteminin sadece materyallerden ibaret olmadığını hatta bir bilim dalı olduğunu keşfeden Öztürk, Montessori Eğitimi kitabında, birçok materyali evlerdeki malzemelerle nasıl yapılabileceğini ve bunlarla nasıl çalışılabileceğini, ayrıca sadece çocuklarda değil, anne babada da değişimin fark edilmesini sağlayacak ipuçlarını anlatıyor. Kitap, okuyucuyu hem anne babanın hem de çocuklarının kendilerini keşfedecekleri büyük bir yolculuğa çıkarırken, anne baba ve çocuk iletişiminin güçlendiği, bilimle donandığı bir düzen için rehber niteliğinde. Çocuğunuza gösterecek bir şeyiniz olduğunu söyleyerek onu renk tabletlerinin olduğu yere davet edin. (özellikle her etkinlikte her şeyi çocuğun önüne koymayın, onun almasını sağlayın). Onu raflara getirin ve ona renkli tabletleri kullanacağınızı söyleyin. Kutuyu iki elinizle nasıl taşıyacağınızı gösterin, doğru kutuyu getirmesini ve onu masaya yerleştirmesini sağlayın. Kapağı iki elinizle çıkarın ve doğrudan kutunun önüne yerleştirin. Her iki elinizi kullanarak kutuyu kaldırıp dikkatlice kapağın üzerine yerleştirin. Kırmızı, sarı ve mavi tabletleri (eşleşen çiftleriyle) iki elinizle kutudan çıkarın ve renk kısmına dokunmadığınızı bilmesini sağlayın. Her tableti rastgele,kutunun yanına masaya yerleştirin. Kutuyu kaldırıp kapağın arkasına koyun, daha sonra kapağı masadan kaldırın ve yerine koyun. Tabletin çerçeve kısmını tutarak kırmızı tabletlerden birini alın. Kırmızı tableti masanın üstüne, diğer tabletlerden ayrı bir yere koyun. Ardından çocuğa,“Ona benzeyeni arıyorum,” deyin.Sonrasında her renk için bunu tekrarlayın. Ardından çocuğa bulunduğunuz yerdeki bu renk nesneleri getirmesini isteyin. Getirdiği nesnelerin ne işe yaradığı hakkında onunla sohbet edin.  Kazanım: Çocuk hem renkleri ve eşleme yapmayı öğrenir hem de yeni nesneler öğrenip odada aynı rengi bulmak için odaklanır.

Söylenmemiş Sözler 

İCLAL AYDIN’ın Söylenmemiş Sözler Artemis Yayınları’ndan çıktı.  İclal Aydın’ın  merakla beklenen son romanı Söylenmemiş Sözler raflarda yerini aldı. Daha önce okur tarafından çok sevilen Üç Kız Kardeş ve Kalbimin Can Mayası isimli eserler birbirini takip eden iki roman iken, Söylenmemiş Sözler bağımsız hikâyesi ve yeni kahramanları ile İclal Aydın okurlarına Ege’nin bir başka kasabasından yepyeni bir kapı açıyor. 

Bir zamanların ünlü gazetecisi Oktay Onur Yortan’ın ülkenin ve hayatın  her yanını saran değer yitimine, bu kayıplar üzerinde kurulan yeni düzene tahammülü kalmamıştır artık. Bir gece onu İstanbul’a ve gazetesine bağlayan son pamuk ipliği de kopar. Her gece gittiği restoranda yaşadığı bir ruhsal patlamanın ardından bir daha dönmemek üzere İstanbul’u terk eder ve Urla’ya yerleşir. Tüm yanlışlarını, pişmanlıklarını, saf çocukluk anılarını ve kayıp aşkını düşünmek için önünde uzun bir zaman vardır artık. 

 “Her şey bitti” diye uyandığı bir sabah, “Aslında şimdi başlıyor” diyen o 100 yıllık fısıltı haklı mı çıkacaktı gerçekten? İnsanın yaşayamadığı ve bu yüzden eskitemediği bir aşk sahiden eski bir aşk mıdır? Yoksa bazı aşklar kendi yıkıntısından yükselip, eski acısından güçlenerek yeniden doğabilir mi? 

İki yorgun, kırık âşık Filiz ve Oktay, iki genç yeni yolcu Zeynep ve Kerem’le bu soruların yanıtlarını ararken kendilerini Urla’nın masalsı sokaklarında geçen olağanüstü bir başka hayat hikâyesinin ortasında buluyorlar. 

Söylenmemiş Sözler, geçmişe rağmen yeniden başlamanın gücüne inandıran, yaz sevinci gibi ilham verici ve umutlandıran bir roman.

Arka Kapak

Üzüm ve zeytinin, yağ, bal ve şarap küplerinin, kadırgaların, binbir şifalı otun en eski vatanı Urla. Dünyanın zalimliği ve insanın vahşiliğinden şüphesi olmayanları, dünyanın güzelliği ve insanın iyiliğine inandıran bir yer burası. Bir zamanların efsane gazetecisi, dünyaya küskün Oktay Onur Yortan’ın ise çocukluğunun huzurlu bahçesi. Dünyadaki değer yitimine isyan edip tüm kariyerinden ve hayatın yüklerinden vazgeçip sığındığı liman. Kaçıp geldiği geçmişinden ve eski güzel günlerin anısından seçip sakladığı eski aşkı Filiz Canan şimdi kıymeti bilinememiş, kaçırılmış bir mutluluk fırsatı artık.

Söylenememiş sözlerin altında kalan koca bir ömürde ikisi de birbirinin hikâyesini yarım bıraktı. Ama okumaları ve bitirmeleri gereken asıl hikâye, Urla’daki o evin fotoğraflarından gülümseyen, sevgiyi bir yaşam direnişi olarak kucaklayan ve sıradanlığıyla bir hayat kahramanı olan Nona’ya ait. Nona’nın yaşadığı yüzyılın sonlarına yetişen Kerem ve Zeynep’in de dahil olduğu 48 saatlik maceraya sığan bir asırlık ömrün dökümünde, Nona sadece onlara değil, bu yüzyılın tüm insanlarına sesleniyor:

“Acı dediğin taş, insan dediğin su gibidir. Taşın üstünden kayar gider, toprağa karışır. Taşa her vurduğunda acır canın. Ama toprakla buluştukça acın azalır. Acıdan sonra bir bakmışsın ki o toprakta ne çiçekler, ne hayatlar dirilmiş. Hem su deyip geçme; o su, taşı bile aşındırıp yıpratır.”

Peki ya Oktay Bey? Karşısında oturan iki gence bütün kalbiyle, “Ölmekten değil yaşamaktan korkmamaktır kahramanlık,” derken haklı mı? 

Yazar : İclal Aydın 

Editör : Tolga Meriç, Yeliz Üslü

Kapak Tasarım : Asmin Ayşe Gündoğdu

Türü : Roman

1. Baskı : Mayıs 2021

Sayfa : 416

Tedirgin Sohbet 

TEDİRGİN SOHBET Everest Yayınlarından çıktı. 

1945 sonrası Avrupa edebiyatının, özellikle de Alman dilinin en sarp ve son büyük şairi olan Paul Celan, hayatını Seine Nehri sularında noktaladığı 1970 Mayısı’nın son anına dek, ailesini ve akrabalarını katledenlerle paylaştığı bir anadilde yazıyor olmanın travmasıyla yaşamıştı. Kendisini “dünyaya fırlatılmış biri” diye niteleyen şair, Naziler eliyle kirletilmiş bir dilin Almanya’da savaştan sonra da hükmünü yürüttüğü inancıyla gönüllü ve bilinçli bir sürgün olarak Paris’te ömür sür(ü)dü…

Yazın seyri boyunca Heidegger’in sanat ontolojisinden yoğun etkiler devşiren Celan, yirmi yıl boyunca bilhassa dil tasavvuruna büyük bir hayranlık beslediği düşünürü Nazi geçmişinden ötürü kamusal bir özre teşvik edebilme arzusunu taşıdı. Hölderlin, Rilke, Trakl gibi ‘sezinç’ sahibi şairlere kuşatıcı bir bakışla eğilip felsefesinin (de) özünün “şiirde ve şiirle mukim” olduğunu ortaya koyan bir düşünür olarak Heidegger ise, Celan’ın şiirine on yılı aşkın bir süre boyunca büyük bir ilgi ve beğeniyle yaklaşmıştı. Bu zaman dilimi içerisinde mektuplaşmalar ve aracılarla süren diyalog, nihayet 1967 yılında yüz yüze görüşmeye evrildi.

Paul Celan ile fenomenolojik yaklaşımıyla modern düşünceyi köklü bir biçimde etkileyip dönüştüren, Nasyonel Sosyalist Parti üyesi ve taraftarı Martin Heidegger arasında 24-25 Temmuz 1967 tarihinde Todtnauberg’te gerçekleşen “loş” buluşma, 20.yüzyıl entelektüel tarihinin dönüm noktalarından biri kabul edilmektedir…

JAMES K. LYON   PAUL CELAN & MARTIN HEIDEGGER

TEDİRGİN SOHBET 1951 -1970

Düşünce

Çeviren: Cem Yavuz

1.Baskı Nisan 2021

392 sayfa

Yalancı İçin Bir Boşluk 

Simlâ Sunay’ın Yalancı İçin Bir Boşluk adlı eseri Everest Yayınları’ndan çıktı. Kökleri yerkürenin çekirdeğine kadar uzanan yalanlarca oyulmuş karanlık boşlukları dolanıyor Simlâ Sunay'ın öyküleri, "dünya" diye yazılıp "ev" diye okunan o boşlukları sessizce dolduran ilk günah kadar eski yalanlara gözcülük ediyor: Her hakikat belli bir mesafeyi, her mesafe bir boşluğu ve her boşluk bir yalanı arzuluyor.Dilin sınırlarını yoklayarak okurun ezberini bozarken öykü türü içinde yepyeni mümkünler de yaratan Yalancı İçin Bir Boşluk, yalanla başlayan hikâyelerin boşlukla sarmalandığı, boşlukla sınanan herkes bir yalana sığındığı yerle gök arasındaki bu tekinsiz sahnede sıkışıp kalmışları oyunun sonuna çağırıyor: Perde açılıyor; söz'ün nerede? "Ölçüp biçmenin bir faydası yok. Ne söylesem gürültü, çamur geliyor sana. Duyamıyorsun. Uğultu. Seni yalnız bırakan bu yabani yanından tuttuğum için üstüme yığmaya çalıştığın bu aynı çığ. Senin yalnızlığında olmaya çalışan ben. Senin herkeslerinden olmamak için hep bir uçurumun kenarında bekleyenim ben. Sen benim sevgimin büyüklüğünü kamaştın. Kendi sevgine bundan yamalar diktin. Bir ışık ne kadar iğne tutarsa."

Sanki Her Şey Daha Dün Gibi

Sanki Her Şey Daha Dün Gibi kitabı Oktay Akbal tarafından kaleme alınarak, Everest Yayınları tarafından yayımlanmıştır.

"Üç sayfayı doldurduk galiba. Bana kalırsa daha da yazarım. Yağmurlu Fatih gecelerini. Beyazıt'ta bir lokantada içilen biraları. Yolları ve anıları. Eski zaman aşklarını. Dostumuz Faik Baysal acaba yine sigara dumanlarıyla ılıklaşmış gürültülü kahvelerde, mermer bir masada demli çaylar ve askıda yavaş yavaş kuruyan yağmurlu paltoların arasında iğrilmiş oturup yazıyor mudur? Çifte Kumrular Sokağı'na çıkan yeni asfaltın köşesinde yükselen büyük yapıların önünde, o köşebaşında bir gün olur yine durur uzun uzun konuşur muyuz? Bana yine tıpkı Paris’te son gördüğün 'Tempete sur Washington' filmini anlattığın gibi, yeni filmleri, aydınlık lacivert bir ilk yaz gecesinde, Tepebaşı’ndan Unkapanı’na doğru inerken anlatır mısın? Aradan uzun günler geçmesine karşın, seni sanki biraz önce olmuşçasına taşkın, kararsız ve kesik kesik yüreklendiren bir anıyı, sözgelimi Vatan’ın tavanarasında geçmiş, ya da şimdi Ahmet İhsan’ın daracık ve yumru yumru merdivenlerinden çıkan birini... Bir askerî tıbbiyeliyi, Ankara’da içkili bir geceyi... Yine anlatır mısın? Bir gün Fatih’le Saraçhanebaşı arasına, ya da Edirnekapı’ya kadar yine ağaçlar olacak. Ama hep vardılar onlar değil mi Oktay Ağabey?"