"Sabır insanı gerçeğe, Gerçekse Hz. Allah'ın adaletine götürür." - Levon Panos Dabağyan- "Soydaş olmak", yânî bir ırkın soyuna mensup olmak. Bu bir insana ne kazandırır, ne kaybettirir?.. Bu problemi en âlâ şekilde çözebileceklerden birisi muhakkak ki, bendenizim. Zira; "Ermenilerle soydaş olduğum için", Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğum hâlde, bazı açılardan "tam vatandaş" sayılmamaktayım. Bu iddiamın doğruluk derecesini öğrenebilmek için münecim olmaya lüzum yoktur. "Günlük Gazetelerde" Ermeniler hakkında verilen haberleri, yakıştırmaları vs. gözden geçirmek bence yeterlidir. Hemen hiç bir okul ders kitabında; "Ermeniler dışında" herhangi bir kavim hakkında yerden yere vurucu, vatan haini gösterilen, kayıtlar mevcut değildir. Bu özellik (!) sadece Ermeni soyundan olanlara mahsustur denebilir. Bilhassa Batılıların parmaklarına doladıkları (1915 Tehciri) meselesi başta olmak üzere, Ermeni problemi hiç mi hiç bitmek bilmemiş ve bitirilmemesi için de bazı devletler ellerinden geleni yapmış ve yapmakta berdevamdır... Ellerinde bulundurdukları ve hemen her açıdan kumpaslar kurarak, diledikleri yönde değerlendirdikleri bir takım kozlarına bir de hiç beklenmedik şekilde meydana getirilen (Azeri-Ermeni düşmanlığı) meselesini de dilediklerince değerlendirdikleri yetmezmiş gibi, bir de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bulunan Ermenileri de zor durumda bırakabilecek değerlendirmeler, bu meseleye daha başka boyutlar kazandırmaya başlamıştır ki, böylece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı konumundaki Ermeniler de ister istemez mezkûr siyasî mücadelenin içine sürüklenmek istenmektedir ki, bu durumda Türkiye'nin sadece bazı açılardan kaybı olur. Bu kayıp, o uğursuz meselenin böylece son bulamaması ile âlâkalıdır ki, pek öyle küçümsenecek cinsten sayılamaz. Çünkü, "Azeri-Ermeni anlaşmazlığı" probleminden istifade eden devletlerin böylece ekmeklerine yağ sürülmüştür olmaktadır!.. Bu duruma göre, olsun Azeriler ve olsun Ermeniler aralarındaki anlaşmazlığın hâl yolunda, "Süper güçlü devletlerin" müsaadeleri nisbetinde yekdiğerine anlaşabilme önerileri sunabilmektedirler. Bu ise, her ikisinin de "tam mânâda bağımsız olmadığının" açık ispatıdır. Ne acıdır ki, böylesi durumlarda, "Ermenistan gibi tamamen güçsüz devletler", elbette ki, ülkesi yararına pozitif neticeler elde edebilmekten yoksundurlar. Niçini ise basittir: "Devlet olarak; yoksul, güçsüz ve kuvvetsiz. "Evet, haklı iken, haksız olmanın" en acı görüntüsü budur!.. "Azeri ve Ermeni" konusunda haklı olan Ermenistan'dır. Bunun böyle olduğunu hemen hepimiz de bilmekteyiz. Ancak, Türkiye şayet isteseydi, "Azerileri de, Ermenileri de" memnun kılabilecek bir çare bulabilirdi. Ne var ki, bazı bizce meçhul kimselerin telkinlerinde kalınarak, sadece "Soydaş mevhumu" üzerinde duruldu ve hâlâ aynı mihvâl üzerinde durulmaktadır. İşte benim soydaşlığımın, Azeri soydaşlarının yönleri böylesi ölçülere tabiidir. Meselâ: (Ermeni soydaşlığı her an negatiftir. Azerilerin ise pozitif.) Öylesine karmaşık ve öylesine maddiyatçı bir dünyada yaşıyoruz ki, izahı gayrıkabildir?!. Türkiye-Ermenistan arasındaki bir takım meselelerin problem şekline dönüşmesine gelince, bunun problem şeklini almış olması, doğrudan: "Ermenistan ve Türkiye siyasilerin" bir takım düşüncelerine göre zemin aramalarından doğan sun'i anlaşmazlıklara, sun'i düşmanlıklara dayanmaktadır ki, bu durumun mimarları da, malûm bir takım devletlerdir... Bunun asıl yanlışı da, bizlerin kendi düşüncemize göre değil de, yabancıların düşüncelerine göre, daha doğrusu telkinlerine göre, hareket edişimizden doğmaktadır!.. Azerbaycan: Kendisi Federal-Rusya'ya sokulabiliyor ve dilediği şekilde pazarlıklara girişebiliyor. Lâkin, biz Türkiye olarak, Ermenistan'a yakınlaşacak olursak, anında feryadı basmakta ve tirajı yüksek ve Ermeni düşmanlığını kendisine malzeme edinmiş günlük gazetelerimizden birisinde birinci sahifeden büyük puntolarla devletimize seslenmektedir: (MENİ YAMAN GÜNE KOYMA AY BALA! Mahmer nine: "Yoh, kurban olum açmayın. Gül Erdoğan'a deyin ki, icaze vermesin." Talat Müellim: "Demirel olsa bunu yapmazdı. O Heydar Baba'nın en yahşı arkadaşıydı." Sevda teyze..: "Türkiye yardım etsin toprağımızı alalım. Sonra ne isterse yapsın.") "Karabağ"ın nüfusu: "Azeri değil, Ermeniler açısından kuvvetlidir." Bunun aksini iddia etmek, doğrudan "soydaşlığa göre" değerlendirme yapmaktır. Bizler Türk Milletini, sırf "soydaşlığa" göre yönderirsek, her geçen yıl da değil, her geçen gün, dünya meseleleri karşısında daha da cahil ve tamamen bilgisiz duruma düşürülmesi demektir!.. Yukarıda bilhassa dikkatleri çekmeyece çalıştığım, "siyasî inançlara göre" meseleleri değerlendirdiğiniz zaman, konuya üç boyutlu yaklaşmanız ve bilhassa: "Soydaşlık din kardeşliği" gibi mevhumları külliyen mezkur konunun dışında tutmamız, katiyetle elzemdir. Aksi taktirde herhangi bir başarıya ulaşılsa bile bu geçici bir başarı demektir. Yânî hakiki mânâda başarı sayılamaz. "Tarihi bilgiler içinde milletleri, ülkeleri tanıyabilmek" elbette ki, çok önemlidir. Lâkin, günümüz gençliği genel kültür açısından ne dereceye kadar sıhhatli bilgilere sahiptir?.. İşte en açık numunesi: İstiklâl Marşımızın yazarı, Mehmed Akif Ersoy'u lise talebelerinden tanıyanlar şu merkezde: Erkek Kız 49 41 Tanımayanlar Erkek Kız 51 61 Antalya'da "TÜBİTAK" için 4 Lise'de, "289 öğrenci ile" yapılan bir araştırma, öğrencilerin Türk ve Dünya tarihinin tanınmış simalarından fazla haberi olmadıklarını ortaya koydu. Bakınız: (18 Nisan 2009 Cumartesi- "MİLLİYET GAZETESİ"). Ancak buna rağmen, "siyaseten konuştuğumuz zaman, aynı yakıştırma hataları devam ettirmekte adeta inatlaşmaktayız!... Meselâ en taze bir misâli aynen geçiyorum. Geçenlerde Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan, "Medeniyetler İttifakı Konferansı"nda şöyle buyurmuşlardı: (Bizans eserlerinden "Ağtamar Kilisesi".) Bu tanıtım tamamen yanlıştır. Çünkü, dünyaca meşhur "Ağ-Tamar" Katetrali: "Bizans değil, Ermeni Kilisesidir" ve mimarisi de "Selçuklu Mimarisidir." Selçuklular ile Ermeniler, aynı mimariye sahiptirler ve ayrıca, Selçukluların da "Ermeni Mimarları" bir çoktur. Dahası, Türk ile Ermeniler'in aralarındaki "kan bağını"da asla unutmamak lâzımdır. Selçuklu-Ermeni, müşterek sikke basmışlar, müşterek para kullanmışlardır. Bütün bunlar bir sır değil, uydurma da değil. Açık delilleri mevcuttur. Arzu edilecek olursa, bu sütunda mezkûr paranın fotoğrafını neşredebilirim. "Azeri-Ermeni Meselesinde" Ermeniler haklıdır. Dedimse bunun o malûm "soydaşlık" saplantısıyla bir âlâkası yoktur. Zira benim öylesi saplantılarla uzak, yakın bir ilişkim olmamış ve zaten olamaz da. Benim hatırlatmak istediğim özetle şudur: (Ermenistan fakirdir, açtır, güçsüz ve kuvvetsizdir.) Bir ülke böylesi hayati problemlerle karşı, karşıya ise, hiç bir kural tanımaz ve sadece kendi varlığını düşünür ki, bu onun en tabii hakkıdır. Savaş esnasında meydana gelmiş veya getirilmiş bulunan trajik hadiselerden doğrudan sorumlu olan, hemen her zaman "zayıf ve fakir olan ile mağlûp olan ülkeler" olur. Yânî her zaman söylediğim gibi: (Tarihi her zaman galipler yazar.) Denecektir ki; "Ermenistan, işgâlcilikle suçlanmaktadır." Azeri topraklarını işgâl etmiş ve hâlâ işgâli altındadır. O hâlde haksız olan kimdir?.. İlk şu suali sormak lâzımdır. (Karabağ'ı, Ermeniler hangi kuvvetle işgâl edebildi? Sadece, "Hocalı değil: Bakü ve çevresi kimler tarafından katliamlara sahne edildi?...) Dahası: (Türkiye'de "Ermeni düşmanlığı" propagandasını kimler yürütmekte ve kimler haksız yere Türkiye-Ermenilerini potansiyel düşman konumuna düşürmektedir?... İşte bu suallerin cevaplarını düşünüp bulduğunuz zaman, gerçek düşmanın kimliği kendiliğinden meydâna çıkacaktır. Saygılarımla. Yeni bir yazımda buluşmak üzere hayırlı tatiller dilerim efendim. Cenab-ı Hak aziz milletimizi ve vatanımızı korusun. Unutmayalım: (Türkiye bizim öz vatanımızdır. Bu vatanın değerini iyi bilelim. Zira başka bir vatanımız daha yoktur!...) Önemli not: (Bu makale 17 Nisan 2009 Cuma yazılmıştır.)