Eğer Türkiye’de Kürt sorunu varsa, Laz sorunu da vardır! Çerkez sorunu da vardır! Arnavut sorunu da vardır! Velhasıl var oğlu vardır! Bunun arkası, iplik söküğü gibi gelir. Ve önü bir türlü alınamaz.

O kapı açılırsa, arkadan bir kere

Sayıkla artık sen, nerde diye tezkere

Hangi ülke razı olur, olmak için bölük pörçük?

Var mı gafletin bu denlisi, olmak için küçük?

Sel bulmaya görsün, ufak bir gedik, büyüttükçe büyütür,

Sonunda barajı da yıkar, etrafı durmadan öğütür.

Türkiye’de herkes Türk Milleti’nin bir ferdidir. Menşe ve kökeni ne olursa olsun. Çünkü millet doğuş değil oluşun birliği ve dirliğidir. Şüphesiz herkesin doğuşta bir olması, nur âlâ nurdur. Ama bu; her ülkede mümkün değildir. Hele imparatorluk kalıntısı, sayısız milletleri idare etmiş, onlara kanat germiş, sıkıştıklarında kucak açmış bir devletin; kökeni farklı kavimlerden oluşması çok doğaldır. İşte Türkiye Cumhuriyeti böyle bir devlettir.

Aslî / asıl unsuru Türktür. Ama diğerleri de Türkleşmiş Türktür. Yani müslümandır. Resmî dil Türkçedir. Nitekim her kavim Türkçeyi bilmekle bu milletin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Çünkü millet; müşterek / ortak dili olan ve bunu konuşan bireylerden oluşur. Ortak dil Türkçedir. Türkçe ortak dil. Türkçe; kişinin milliyetini de gösterir. Yani Türk milletinden olduğunu. Hamurunda ise nice yabancı kelimeler yoğrulmuş, karılmış; Türkçeleşmiş, Türkçe olmuştur.

Türkçenin harcında özellikle Arapça ve Farsça kelimeler yoğrularak imparatorluk dilini meydana getirmiştir. Yani dilimiz sırf Türkçe kelimeleri değil; aynı zamanda Türkçeleşmiş kelimeleri de içermektedir. Tıpkı çeşitli kavimleri harcında öğüterek, ruhlarını İslâmla yoğurup bedenlerini İslâma kale yaptığı gibi. Artık Türk kardeşleriyle beraber onların da aklı Kur’an, milliyeti İslâm olmuş. Kavmiyetleri bu yeni mânânın bekçiliğini yapagelmiştir asırlarca.

Durum bu merkezdeyken; yeni ruhunu bir kenara itip, kabuğu olan kavmiyetini öne sürerek, onunla insanları nitelemek yani “Kürt Aydını” yaftasını yapıştırmak Türkiye Cumhuriyeti kalesinde gedik açmaktır. Eğer Kürt aydını varsa, Çerkez aydını da var! Laz aydını da var! Arnavut aydını da var! Var oğlu var! Oysa bu farklı bedenlerin tek bir ruhu vardır. Tek bir milleti oluşturmaktadır. Renklerini, dillerini, kökenlerini öne geçirerek, söz sahibi kılmak, Türkiye bünyesinde kanserli bir yara açmaktan farksızdır.

Unutmıyalım ki, aynı vatanda yaşamakta, aynı dili konuşmakta, aynı dine inanmakta, aynı bayrağa sahip olmaktayız. Gerisi lâfı güzaf. Teferruat. Ayrıntı. Onları inkâr etmiyoruz. Ama öne çıkarıp mes’ele de yapmıyoruz. Doğal hâlleriyle kabul ediyor. Öyleyse tarihi süreçlerinde tabii seyirlerini sürdürmelerini istiyoruz. Sun’î ve yapay olarak ortak paydalarımızın önüne geçirilmesini fevkalâde / son derece tehlikeli ve sakıncalı görüyor. Herkesi böyle mayınlara basmaktan korunmaya ve kaçınmaya çağırıyoruz.

Bir gün değil, bir ay değil, bir yıl değil, tam bin senedir; dilimizle, dinimizle, devletimizle aynı vatanda kaynaşmış bir kitleyiz. Terkîbiz. Senteziz. Asla mozaik değiliz. Birbirimizden ayrılmaya, kopmaya müsait ve uygun değiliz. Millet, vücut gibidir. Vücudun uzuvları ancak vücut birliğinde varlıklarını sürdürebilirler. Vücuttan ayrıldıkları an; bir hiç olurlar. Son pişmanlık da fayda vermez. Koptukları vücudun da, artık yerinde yeller eser! Öyleyse sıkı duralım. Ortak paydalarımıza sım sıkı sarılalım. Yoksa mahv oluruz mahv. Bu işin tecrübe ve denemesi olmaz. Keşke olsaydı. “Bir musibet bin nasihattan yeğdir.” gerçeği anlaşılsaydı. Tecrübesi olmıyan şeyi tecrübeye kalkmak, berhava olmanın ta kendisidir.

Sorun; sorun getirir, ağrımayan başa

Aklın varsa, yapma sorun, güzelce yaşa

Güldürme düşmanları, aklını al da başa

Yoksa vurursun başını, taştan taşa