Hükümet içindeki bir grubun IMF boyunduruğundan kurtulma çabalarına karşı ilk uyarı Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti'den geldi:
"Aman ha!.. 'Bu kadar faiz dışı fazla yüksek, biraz gevşeyelim' düşüncesinin ardından gelecek olan resmem krizdir..."
Serdengeçti, "Tek haneli enflasyonu kutlamak için erken olduğunu, ekonomide kazanılan başarı ne olursa olsun, geçmişin kötü izlerinin sürdüğünü belirterek, "Hayale kapılmayın, IMF ile devam etmek zorundayız. Sağlanacak güven ek bir çıpa olacak. Biran önce bu desteğe ihtiyaç var" diyor.
Aksi halde?..
"Aksi halde, hiç şakası yok, kriz olur! Bunun için reel faizlere bakmak yeterli..."
Koç Holding patronu Mustafa Koç da aynı görüşte:
"IMF ile, adı ne olursa olsun, kapsamı ne olursa olsun anlaşmalıyız. Türkiye'nin kendi programını ilan etmesinde de bir sakınca yok. Yeter ki IMF desteğinde olsun. IMF gibi bir emniyet supabı mutlaka işin içinde olmalı."
Sabancı Holding Patronu Güler Sabancı da, "Başbakan'ın IMF ile üç yıllık bir anlaşma yapılacağını duyurmasını istiyor ve "Göreceksiniz, bu açıklamayla birlikte faizler düşecektir" diyor. "IMF ile anlaşmayı sürdürülebilir bir büyüme ve istikrar açısından savunmalıyız."
BABACAN DA "IMF İLE YÜRÜYECEĞİZ" DİYOR
Uzun süredir tartışılan, Türkiye ile IMF arasında Şubat 2005'de bitecek anlaşmanın devam edip etmeyeceği konusu netlik kazanmaya başladı. Devlet Bakanı Ali Babacan'nın açıklamalarıyla, ekonomi patronları gibi, AKP hükümetinin de IMF ile yeni bir stand-by anlaşmasına sıcak baktığı anlaşılıyor.
Devlet Bakanı Ali Babacan başkanlığındaki heyetin hazırladığı yeni stand-by, bu hafta başlaması beklenen Türkiye-IMF görüşmelerinde masaya gelecek.
IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam, IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun 8. Gözden Geçirme operasyonunun ardından 661 milyon doları serbest bırakması konusunda yaptığı açıklamada, "Türkiye ile IMF arasındaki ilişkilerin nasıl olacağına Türk yetkililer karar verecekler. Türk yetkililer orta vadeli bir plan hazırlıyorlar. Bu plan, AB'ye üyelik öncesi bir plan ve buna paralel eylemler içeriyor. IMF ile Şubat 2005 sonrası ilişkilerde karar Türkiye'nin, bizim değil" demiş.
Moghadam'ın gururumuzu okşayan sözleri moralimizi yükseltti, sağolsun.
Sağolsun da, işin gerçeğini bilenler, Türkiye'nin IMF programlarını kabule mecbur olmasından dolayı endişeliler.
İşin gerçeği de, son üç yılın ekonomik ve siyasi gelişmeleride gizli...
IMF BAZI HALLERDE "RİSK VAR" DEMEK YERİNE ALKIŞLAMAYI TERCİH EDER
Yorumlarındaki tutarlılığı ile tanıdığımız genç ekonomist Yiğit Bulut'un IMF alkışlarına karşı büyük allerjisi var. Temmuz sonlarında yazdığı panoramik bir yorumunda şöyle diyordu:
"2000 yılı Ocak ayındandan itibaren, sermaye piyasasından çıkmaya başlayan yabancı ve yabancı süsü verilmiş Türk yatırımcılar, 2000 Ocak-2001 Şubat döneminde yaptıkları satışlarla borsa endeksini 3,7 centten 1 cent'e taşırlarken; IMF ve Dünya Bankası, neden 'Risk Var' demek yerine Türkiye'yi övmeyi tercih etti? Arkasında global bir beklenti olmasaydı, bu övgüler -kör göze parmak- bu kadar öne çıkar mıydı?
Yabancıların övgüsü ile not artışları, piyasaların gelişimine paralel bir şekilde, nasıl bu kadar denk düştü?"
Bu noktada, Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti'nin, "Bize rekor değil, sürdürülebilir bir büyüme lazım. 1993'ün üçüncü çeyreğinde yüzde 12 büyüdük, ardından da 1994 krizi geldi" uyarısını hatırlattıktan sonra, genç ekonomist Yiğit Bulut'un Türkiye'nin son üç yılı ile ilgili çok ilginç, ilginç olduğu kadar unutulmaması gereken saptamalarına geri dönelim...
Yiğit Bulut'un, herbiri üzerine kitaplar yazılabilecek soruları şöyle devam ediyor:
"(...) Ekonomik kriz olmasaydı, Türkiye'deki siyasi tablo bu kadar kolay manipüle edilebilir miydi?
Çıkan sentez, AB hedefi ile özdeşleşip, ortama böylesine hakim olabilir miydi?"
"(...) Kriz olmasaydı, Derviş, Türkiye Cumhuriyeti'ne 'Süper yetki ile donatılmış bakan' olabilir miydi?
Kriz olmasaydı, beklenen sentez olmasa bile, AKP sandıktan tek başına çıkabilir miydi?"
"... Kriz olmasaydı, dünya üzerinde 100 yıl içinde, emperyalizme karşı geliştirdiği devrim tezi ile başarı kazanan tek ülke olan Türkiye, (x) milyar dolar için, işgale direnen insanlar üstüne asker göndermeye yeltenebilir miydi?"
".. Son 60 yılda ülkeyi yönetenler 'ilk ABD dostu', Avrupa hayranı, ABD'de yetişmiş başbakanlar ve bakanlar olmasalardı, Türkiye bu halde olur muydu?"
Çok can yakıcı sorular değil mi?