Smokin ve lastik ayakkabı!

Abone Ol

Tam 71 yılı geride bırakan Formula 1 klasiğinde Türkiye Grand Prix’ini, Mercedes’in Finlandiyalı pilotu Valtteri Bottas kazandı. Aslında beklenti, Lewis Hamilton’un İntercity İstanbul Park’ın tozunu attırıp, tıpkı geçtiğimiz yıl olduğu gibi, kariyerine yeni bir yarış zaferi ekleyeceği doğrultusundaydı. Ancak bu senaryo gerçekleşmedi.

Geçen bu 71 yılda, hayli pahalı ve büyük yatırımlar gerektiren bir motor sporları branşı olması nedeniyle popülaritesi inişli çıkışlı bir grafik çizse de, tartışmasız dünyanın en önemli spor organizasyonlarından olan Formula 1 heyecanında önemli bir etabı daha geride bıraktık.

2005’ten, 2011’e dek aralıksız tam yedi yıl Ülkemizde İstanbul Park’ta yapılan ve ekonomik anlaşmazlıklar nedeniyle sözleşme iptali nedeniyle dokuz yıl uzak kaldığımız Formula heyecanına, geçtiğimiz yıl (2020) yeniden kavuşmuştuk.

Bu yıl da gelecek mi gelmeyecek mi sorusuna uzun süre yanıt alamadığımız soru, Singapur Grand Prix'sinin yerine Türkiye Grand Prix'sin takvime alınmasıyla yanıtlanmış oldu.

Gerçekten önemli bir organizasyon. Bunu inkar etmek tabi ki imkansız. Herşey bir tarafa, 2 milyarın üzerinde insanın ekranları başında, 50’si yabancı 100 bin kadar yarış severin de bilet satın alarak tribünlerde yer aldığı bir etkinlik, tabi ki hem ekonomik, hem de ülke tanıtımı anlamında son derece önemli.

Anadolu yakasındaki otellerin hemen hemen hepsinin ful çektiğini, hatırı sayılır rakamlarda bir döviz girdisinin de olduğunun altını çizersek, Türkiye Grand Prix’in değeri daha da net bir biçimde ortaya çıkıyor.

Ayrıca markaların delegasyon, teknik ekip ve yardımcı elemanlarından oluşan kitleyi de düşünürsek, cidden akıl almaz bir ekonomik potansiyeli görebiliyoruz.

Ancak, tüm bu enformatif ve ekonomik gücü barındıran bu dev organizasyonun bir de anlayamadığım, anlam veremediğim tarafları var. Ve bunların en önemlisi de ulaşım. Çok iyi hatırlıyorum, ilk organizasyonu gerçekleştirdiğimiz yıllarda, tesise giden yollar tam anlamıyla bir mezbelelik, tam bir çamur deryasıydı. Evet geçen yıllarda o facia yollar düzenlendi ve yerini asfalta bıraktı. Ancak, bu kez de kapasite yetersizliği nedeniyle tam bir trafik keşmekeşi haline dönüştü.

Bir kere her şeyden önce, hemen her tarafına metro hattı döşenen İstanbul’un bu önemli etkinlik merkezinin de metro gibi bir toplu taşıma ağına bağlanması gerekmiyor muydu?

Büyük paralar ödeyip, İstanbul Park’a gitmeye çalışan o insanların yollarda saatler süren eziyetini gördüğümde, hani eskilerin deyimiyle smokinin altına lastik ayakkabı giymiş birisine bakar gibi hissediyorum kendimi.

Diliyorum ki bu ucubelik aklı başında projelerle ortadan kalkar ve şu devasa  tesis ve organizasyonun ağırlığına yaraşır bir çözüm üretilir.

Hoşçakalın…