Sâmiha Ayverdi-3
Oğuz Çetinoğlu: Mânevî Anneniz Sâmiha Ayverdi alnızca mânâ âlemiyle mi ilgilendi?
İsmet Binark: Tasavvufi, fikrî, edebî ve içtimaî görüşleri yanında; millî değerlerimiz, vatan sevgisi ve târih şuuru, millî kültürümüz ve toplum hayatımız konusundaki tesbit ve tahlilleri, ülkemizin ve milletimizin birlik ve beraberliğini, geleceğe güvenle bakmasını ön plânda tutan, bu yüce kavramları ebedî kılmaya mâtûf mesajlar taşımaktadır.
O; batı’nın ilim ve tekniğini bilen, mâzîsiyle barışık, millî kültürünü yaşayan, örf ve âdetlerinin, iftiharlarının, dilinin ve dininin değer ve zenginliklerine yaslanmış, ilim ve irfan sâhibi Türk insanı eli ile Türk’ün rönesansına, yeniden doğuşuna ve dirilişine inanmaktadır. O’nun varlık sebebi ve gayesi, bu yolda hizmet etmek, gayret kemeri kuşanmaktır. O’nun için de, kalemi, dâvasına hizmet yolunda bir vasıtadır. O, dâvasına hizmet etmeyi, insan olarak yaradılmasının şükrünü ödemek olarak anlamıştır.
Çetinoğlu: Üslûbu hakkında okuyucularımızı aydınlatmanız mümkün mü?
Binark: O’nun üslûbunda Türkçenin bin yıllık büyük macerâsının izlerini görürüz. O, ilhamı zengin, dili mükemmel ve üslûbu zengin, velûd bir sanatkârdır. Eserlerini sağlam şahsiyetli ve süslü bir Türkçe ile yazmıştır. Tereddütsüz denilebilir ki, Sâmiha Ayverdi’nin üslûbu, tevhidî üslûptur. O’nun telkin ettiği duygu ve düşüncenin kaynağı ilâhî aşktır, vecddir, îmândır.
Muhterem İlhan Ayverdi’nin ifâde ettikleri gibi…
Çetinoğlu: Ağabeyi Ekrem Hakkı Ayverdi’nin muhterem eşleri…
Binark: Evet! O’nun hayrü’l-halefi olan İlhan Ayverdi Diyor ki: ‘Sâmiha Ayverdi, hayâtı boyunca ulvî kaynaktan haber verendir.’
Çetinoğlu: -Tâbir yerinde ise- bir mısra-ı berceste ile Sâmiha Ayverdi Hanımefendi’yi anlatmak gerekirse ne söylenebilir?
Binark: Sâmiha Ayverdi, çok yönlü bir insandı. O’nu tek cümleyle anlatmak mümkün değildir. Birkaç cümle ile belki…
* Gönül zenginlikleriyle tevhîd bayrağının bayraktarlığını yapmış bir sanatkâr, bir mütefekkir, bir insan-ı kâmildir. O’nun, yazdıkları ve söylediklerinde, insanları tevhîd anlayışında buluşturmak için kullandığı temel fikir ‘sevgi’ ve ‘îmân’dı. Tevhîdde birleşmek, birlikten doğan îmân kuvvetiyle bütünleşmek, Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanmak, O’nun gayesi idi...
*Yirminci asrın ve gelecek asırların Türk insanına, mânâ güzelliklerini, hakikat sırlarını duyurmak misyonunu üstlenmiş olan Sâmiha Ayverdi, ‘Îlâ-yı Kelimetullah’ kavramını, günümüz Türkçesine ve nasîbli gönüllere kazandırmış bir âbide şahsiyettir.
*O’nun kaleminde her dilsiz varlık dile gelmiş, cansız da can, canlı da mânâ ve ruh zenginliği kazanmıştır. İfâde edilebilir ki, Türk toplumunun îmân, fikir ve kültür hayatında bir Sâmiha Ayverdi Türkçesi ve üslûbu, bir Sâmiha Ayverdi imzası ve bir Sâmiha Ayverdi gerçeği vardır.
Çetinoğlu: O, bir ‘tebliğci’ idi. Tebliğlerinin esasları hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Binark: Sâmiha Ayverdi, yazdıkları ve söyledikleri ile Türk insanının fikir, îmân ve gönül dünyâsına yeni bir soluk aldırmıştır. O’nun ‘Îlâ-yı Kelimetullah’ anlayışının özünde, herşeyden önce, insanın kendi iç dünyâsını düzene koyması, süfli hırs ve heveslerden kendini arındırması, benlik dâvasından kurtulması, mânâsını zenginleştirmesi, dünyâya geliş ve varlık sebebini idrâk etmesi, kendisi ile barışık olması, güzel ahlâk sâhibi örnek bir insan olarak, ruhen sağlama basacak kemâle ulaşması, kendini bilmek idrâkinde yaşaması, bu ölçüler ve hassasiyetler içerisinde şahsiyetini vatan toprağı sevdası, millî kültüre ve mâzîye sahip çıkma ve ‘halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğu’ şuuru ile bütünlemiş olma düşüncesi ve ideali vardır.
Sâmiha Ayverdi, eserlerinde madde dünyâsından mânâ âlemine yol bulmuş ve her iki dünyâyı da ahenkli bir terkîb içinde birleştirmiştir. O, insanı insan yapan değer ve güzellikleri nefsinde ve dünyâsında yaşamış, bu zenginlikleri vücûdu teknesinde yoğurmuş müstesnalardandı. O, bu hüviyetiyle bir hakikat ehlidir. O, tasarrufları ölümlerinden sonra da devam eden ve yaktıkları ışık sönmemiş olan ölümsüzlerdendir.
Sâmiha Ayverdi, Hakk’ın rızâsından başka her şeyden vazgeçmiş bir ehl-i aşk, bir insan-ı kâmildir. O, İslâmı ve tasavvufu yirminci asrın idrâki ile yorumlarken, kendisine ilâhî aşk yolunun rahmet kapılarını açan hocasının, kâmil mürşid Ken’an Rifâî’nin takipçisi olmuştur.
Sâmiha Ayverdi, bu vatana seçkin aydınlar yetiştirmiş, bir irşâd geleneğinin de önde gelen temsilcilerinden olmuştur. Allah’ın, Rabb, terbiye edici sıfatı O’na rehber olmuş; insan yetiştirmek son nefesine kadar vazgeçmediği vazife ve mesuliyet anlayışının özünü teşkil etmiştir.
Sâmiha Ayverdi yazdıkları ile, ölümünden sonra da îmânlara ferahlık, yüreklere huzur veren, dolayısıyle irşâd vazifesini sürdüren bir mürebbî, bir rehberdir...
‘Bütün vatan çocuklarını evlâdım olarak görmek anlayış ve zevkinden Allahım beni mahrum etmesin.’ diyen Sâmiha Ayverdi, Türk’ün millî ve manevî değerlerine bir ana şefkati ile yaklaşmıştır. O’na ‘anne’, ‘Sâmiha Anne’ sıfatı ne kadar çok yakışmaktadır. Anne kelimesi, bizim dilimizde ve hayatımızda ne mübârek bir kavramdır. Anne, yaşadığımız müddetçe aklımızdan hiç çıkmayandır...
O’nu aramızdan alıp Hakk’a, Cemâl-i ilâhiyeye kavuşturan ecel, hakkında söylenen ‘anne’ sıfatını, bugün bize daha derinden bir özlemle hissettiriyor! Pek çok vatan evlâdının mânâsını yoğuran Sâmiha Anne, onları; vatan, bayrak ve Türklük sevgisinin, îmân, ihlâs ve riyasız sevginin yaşandığı bir kapıda buluşturmuştur. O kapının adı, ‘Rahmet Kapısı’dır.
O’nun evlâtları, talebeleri, şuûrlaşmış bir îmânın, olanca güzelliği ile ve hayata geçirilerek yaşandığını, talepleri ve kabiliyetleri ölçüsünde bu kapıda görmüşlerdir.
Çetinoğlu: Mürşidenizin irşatlarından örnekler verebilir misiniz?
Binark: Şahsiyetimizi yoğuran, îmânımızı bütünleyen, bizi biz yapan aslî değerlerimizle bizlere kimlik kazandırmış Sâmiha Anne’nin, evlâtları üzerinde asla ödenmeyecek hakkı vardır.
Bu mübarek anne, bir yazısında talebelerine şöyle seslenir:
‘... eğer bana zerre kadar bir minnet hissediyorsan, bunu insan olmakla öde...,
Bugün talebelerine düşen, Sâmiha Anne’nin ifadesiyle:
‘Şahsî menfaatler, şahsî endişeler ve gene şahsî ümitler ve korkular yüzünden düşünce ve duygularını içine saklamaktansa, samimî ve ihlâslı olmaktan dolayı kanaatini beyân etmiş bir suçlu olmayı tercih ederim...’ diyebilecek ahlâkî zenginlikte ve cesarette, Hakk nâmına ettiği ahdini unutmayan kemâle ulaşmış insanlar safında yer alabilmektir.
Sâmiha Anne’yi îmân hayatı ve hizmet anlayışı ile örnek almak, insanı insan olmanın şuuruna ve şükrüne götürecektir. Ancak bu, O’nun yazdıklarında kelâm kalıbı içinde gizlenmiş prensiplerin ve hakikat sırlarının yaşanması ve hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir.
Sâmiha Ayverdi bir yazısında diyor ki:
‘Şuna inanıyorum ki, bizi şuursuz, bozuk, sakat ve seviyesiz münevver yetiştirmek mahvetti. Ancak bunun aksini yapabilir, sağlam ve dört başı mâmur bir münevverler zinciri kurabilirsek kurtuluş ufku aydınlanabilir.’
Çetinoğlu: İrşatlarla ilgili sizin yorumunuzu alabilir miyim?
Binark: İnanıyoruz ki, ülkemizin ve Türk insanının temel meselesi ve hedefi, kendi kültür potası içinde yeni terkiplere ve hedeflere doğru yol almak, çağı yakalamak olmalıdır.
Millî kültürümüzün tartışılmaz değer ve zenginliklerini milletlerarası alanda rekabete açmak, Türk insanını mutlu ve yarınlarından emin kılmak, istikrarlı bir ekonomik büyüme ve sağlıklı bir demokratikleşme içerisinde dünya ile entegre olmak; yaradılışının gayesini ve varlık sebebini bilen, millî ve mânevî zenginliklerimiz ile şahsiyetini bütünlemiş Türk insanının, Türk toplumunun vazgeçilmez hedefi olmalıdır.
Türk insanı millî kimliğine sâhip çıkarak, zengin ve sağlıklı bir fikir muhtevası ile yeni bir diriliş döneminin hamlelerini yapmak ve bunun mesuliyetini de yerine getirmek durumundadır.
Bunun gerçekleşmesi yolunda, asla kaçınamayacağımız hizmet ve mesuliyetler yüklenmiş olduğumuzu ifâde etmek mecburiyetindeyiz.
Sâmiha Anne’nin talebeleri olarak, maddemizi ve mânâmızı biçimlendirmenin yanı sıra; ülke meselelerini, değişen dünya dinamiklerini, fikir ve kültür zeminindeki gelişmeleri görmek, değerlendirmek, kendini yenilemek, bilgi muhtevâsını zenginleştirmek ve Türkiye’nin gündeminde bu donanımla yer almak, aktif roller üstlenmek, hizmet yarışında olmak, ‘ben de..., biz de varız...’ demek mes’ûliyetindeyiz.
Sâmiha Anne’ye evlât olmanın mes’ûliyetleri bunlar olsa gerek! Bu mes’ûliyetleri görmemezlikten gelmek, rehâvete kapılmak, duyarsızlık kaftanına bürünmek, Sâmiha Anne’nin ruhunu incitir...
Unutulmamalıdır ki, atâlet içinde olmak, alışkanlıkların içinde kaybolmaktır!..
Zamanını, fikrî ve mânevi zenginliklerini dört duvar arasında dertleşerek geçiren, içine kapanık, kendini tekrarlayan topluluklar, fikirlerini, prensiplerini, dâvâlarını ve mesajlarını kitleye duyuramazlar. Bu topluluklar zaman içerisinde kemiyet ve keyfiyet olarak da müessiriyetlerini kaybederler. İnsanlar için de, topluluklar için de diri kalabilmek, hayâtı hayâtın içinde yeniden yorumlayabilmekle mümkündür. Günümüzün idrâki, bu toplumun ve bu toplumun insanının meselelerini sâhiplenmekle zenginleşecektir. Kendimizi ayrıcalıklı görüp, nefsimizi tavaf etmekten vazgeçip, dünyâ hayâtı ile derûnî hayâtın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunun şuuru içinde, îmân ve irfan zenginliğini bir dinamizm ve hizmet anlayışı ile birleştirerek kitleye aktarma, topluma aşılama vazife ve mes’ûliyetimizi yerine getirmeliyiz!..
Çetinoğlu: Büyük mürşidin önce öğrencisi, şimdi de tâkipçisi olarak sizin de manifesto-bildiri şeklindeki seçkin tavsiyelerinizi okuyucularımıza iletme fırsatını kullanmış olduk. İnşallah hayırlara vesile olur.
Binark: Sâmiha Ayverdi’nin hayr’ül-halefi Muhterem İlhan Ayverdi’nin dedikleri gibi:
‘Müstesna kimselere yakın olma nasibinin, insana bu nasibin bedelini ödeme mesuliyetini de yüklediğini’ hiç unutmamamız îcap ediyor!..
Sâmiha Ayverdi, mes’ûliyetlerimizi bizlere şu sözlerle hatırlatıyor:
‘... âdemoğlunun, hangi meslekte ilerlerse ilerlesin, zaman zaman başını meşgalesinin anaforu içinden çıkarıp hayâtın gerçekleri ile temastan kaçındığı takdirde, koflaşıp kültürden uzaklaşarak zihnî ve derûnî dünyânın câhilleri ve gafilleri arasında çakılıp kalması çâresizdir.
İktisatçı olsun, tâcir olsun, hekim olsun, hukukçu olsun herkesin, millî mes’elelere bigâne kalmaması, dilinden, dininden, târihinden, örf ve âdetlerinden dağarcığında birer tutam harç bulunması gerekir. Zîra bir insanın bütün millî zenginliklerden varlığında bir paya yer vermesi maddî - mânevî düşünce ve duygu kalıplarını açık tutması ki ancak onu, yarım insan olmaktan kurtarabilir.
Çetinoğlu: Fevkalâde… Lütfeder, devam buyurur musunuz Efendim…
Binark: Yine Sâmiha Ayverdi’den devam edeyim: ‘Mes’eleli olmaya mecburuz. Bakmayın bu kadar mes’elesiz insanlar yahut da yanlış mes’eleleri mes’ele yapan kimseler var... Bir dâvamız olacak. O dâva sizi nereye götürürse oraya gitmeye mecbursunuz. Ama genç ama yaşlı. Son nefese kadar bu böyle devam etmeye mecburdur.
Her insan, sâdece kendi kendisine karşı değil, kitleye karşı mes’ûl ve vazifelidir... Şahsını bir kitle fedaisi etmiş olanlar için bu vazife ve mes’ûliyet hissinin hududu yoktur.’
‘Muhakkak ki sohbet güzel. Okumak, yazmak, söylemek, söyleşmek güzel. Fakat bütün bunları hâl etmek hepsinden güzel. Yaşanan ânı faydalı geçirmenin çârelerini aramak lâzımdır. Çünkü geçmiş de, gelecek de hâlin içindedir.
‘Nasîb almak sâdece kuru başını kurtarmak değildir ki... Bir kere gönlünden cezbe ve şevk âlemine geçit veren kul, nesi var nesi yok insanların önüne döküp, aldığını bulduğunu onlarla paylaşmak, dertleriyle dertlenmek, sürûrlarıyla sevinmek, yokuşlarını düzlemek, düğümlerini çözmek, onlara kul köle olmak zorundadır. Hayat demek, bir bakıma mes’ûliyet demektir.’
‘Bizce iyi insan demek, yalnız kendi iyi olan değil, kendinde olan iyilikleri beşeriyetin dalâletten hakikate yönelmesi için harcayan ve kendini kütle hizmetine adayan kimsedir.’ Her memleketin münevveri, o memleketin târihî ve içtimaî değerlerinin birer taşıyıcısıdır ki bu üstün zümre taşıdıkları kıymetleri halk tabakalarına nakletmekle mükelleftirler.’
Çetinoğlu: Bu tebliğ, bizleri birer kitle fedâaisi olmaya dâvet ediyor!
Binark: O, kendi ifâdeleri ile ‘Vatan ve îmân şuurunu ilmî ve millî bir platform üstünde aktif bir enerji hâline getirerek memleket hizmetinin tek çıkar yol olduğuna...’ inanmıştı. Talebelerinden de bunu beklemek hakkı olsa gerek! Sâmiha Ayverdi’nin kapılarını açtığı yolda hizmet etmek, bu ülkeye, bu ülkenin insanına ve hiç şüphe yok ki, Hakk’a hizmettir...
O’nun yolunda yürümeğe çalışan bizler, fikir ve prensiplerinin, ahlâk ve hizmet anlayışının, örnek alacağımız hayat tarzının, gayesinin takipçisi ve mânevi mîrasçılarıyız. Sâmiha Ayverdi’deki mânâ zenginliklerinin vârisi olmak, bizlere kaçınılmaz mes’ûliyetler yüklemektedir. Bir mirasyedi durumuna düşmek, O’nun talebelerine yakışmayacaktır!
Çetinoğlu: Sâmiha Ayverdi Hanımefendi, hazinesindeki birikimlerini 1938 yılında ‘Aşk Budur’ isimli romanı ile okuyucuya yansıttı. Sonra ‘Batmayan Gün’, ‘Mâbedde Bir Gece’, ‘Ateş Ağacı’, ‘Yaşayan Ölü’, ‘İnsan ve Şeytan’, ‘Son Menzil’, ‘Yolcu Nereye Gidiyorsun’, ‘Yusufçuk’ ve ‘Mesih Paşa İmamı’ isimli toplam 10 roman yazdı. Üç yıl ara verdikten sonra, 1951’de ‘Ken’an Rifâî ve yirminci Asrın Işığında Müslümanlık’ isimli biyografik inceleme kitabı ile yazı hayatına döndü.
Çok başarılı idi. Roman yazmayı neden bıraktı?
Binark: Bu sorunuzun cevâbını, O’nun çok değerli evlatlarından Yüksek mimar Özcan Ergiydiren’in kaleme almış olduğu ‘Hayâli Cihan Değer – Sâmiha Ayverdi ile Hâtıralar’ adlı kitapta buluyoruz. Muhterem Özcan Eriydiren, buna Sâmiha Anne’ye sorar… Şu cevâbı alır:
‘Memleket meseleleri, sosyal hâdiseler, o kadar ağır bastı ki romanı bırakmak, içtimâî ve kültürel yazılar yazmak mecburiyeti hâsıl oldu.’
Çetinoğlu: Sorumluluğunu müdrik bir vatansever davranışı…
Efendim! Zat-ı âliniz tam bir Sâmiha Ayverdi uzmanısınız. O’nun aziz ve necip hâtırasını tâzim babında -şâyet izniniz olursa- sizinle Sâmiha Ayverdi ile ilgili olarak başka çalışmalarımız dolacak. Özellikle kitaplarının muhtevâlarını merak edenleri, kitapları okumaya yönlendirmeye vesile olması niyazı ile her bir kitabını özetin özeti şeklinde tanıtmak ve kitaptan cümleler aktarmak suretiyle muhtevâlarından okuyucuyu haberdar etmenin faydalı bir hizmet olacağını düşünüyorum.
Hanımefendi, ‘Edebî ve Mânevî Dünyası İçinde Fâtih’, ‘İbrâhim Efendi Konağı’, ‘Boğaziçinde Târih’, ‘Türk-Rus Münâsebetleri ve Muhârebeleri’, ‘Türk Târihinde Osmanlı Asırları’ isimli tarih konulu kitaplarıyla da târih alanında çok önemli bir isim olduğunu herkese kabul ettirmiştir.
Mürşidenizin tarihle ilgili görüşlerini özetlemek suretiyle bu konuşmamızı nihâyete erdirebilir miyiz?
(DEVAM EDECEK)