Bir panik, bir endişeyle sorup duruyoruz “Acaba kur ne olacak?”... 

Öncelikle ‘Kur’; en basit ifadesiyle seyirdir. 

Kur; Bir yerden başka bir yere giderken olumlu ya da olumsuz gidişattır. Yaşarken aldığın karar, yaptığın seçim sürecidir. Seçtiğin, gittiğin yoldur. 

İnsan evladı süreçler sinsilesi ile yaşar. Bu sinsile, disiplin, düzen, alçakgönüllülüğü, ruhsal yetkinliği bir toplumun, diğer bir millet hatta ürün karşısındaki değeri olur. İzlediğin yol-yöntem, güzellik-çirkinlik yüzdendir. 

Güzellik-çirkinlik katsayısını en net anlatmanın yolu matematiktir. Ekonomik olarakta milletler, kendi para birimiyle ölçümesi kabul edilmiştir. 

Örneğin; Türk milleti yürüdüğü yol boyunca, insan onuruna yakışır şekilde çalışmış, öğrenmişse... Yaradılış gereği her bir insandan beklenen düzeyde kendini geliştirmiş, adaletli olmuş, hak yememiş, yiyenlere müsade etmemiş, yaradılışa uygun faydayı hem insana hem dünyaya sağlayabilmişse... Kendi ile kıyas yapılacak mal ya da başka millet karşısında değeri artar. Tam tersi ise; Karşı taraf bu erdem ile yaşamış ve yaşıyorsa... Onun değeri artacaktır. 

Erdem, erdemsizlik farkının açılıp açılmadığını rakamsal değer gösterir. Hatta bazen ara öyle açılır ki! Milletlerin aralarında devasa değer farkları oluşabilir. Örneğin; Bir ülke de domatesin süreci, kuru, kilosu 2 TL ise insanı ile arasında değer farkı vardır. Ama domates 15 TL’ye çıktı ise orada uçurum vardır. Domatesin kilosu 15 TL olan bir memlekette; “1 kilo domates ile 15 vatandaş fayda olarak eşdeğerdir” anlamı çıkar... 

Biraz daha açarsak; Domates, hayata fayda ilerleyişi esnasında o topluma kıyas ile Dünya’ya, İnsanlığa 15 kat daha fazla fayda sağlayabilmiş demektir. Kendi yaradılış misyonu içinde vitamin vermiş, kalbi güçlendirmiş, diyabeti kontrol etmiş, kabızlığa iyi gelmiş, cildi güzelleştirmiş, kansere karşı etkili olmuş demektir. Diğer taraftan o toplumun insanı da ahlak, kibir, hırs-ızlık, açgözlülük, liyakâtsizlik, eğitimsizlik, bilinçsizlik yani onurlu insan vasıflarından o denli uzaklaşmış demektir.

Milletler nezdinde de durum aynı şekilde hesaplanır. Mesela ABD dolarının, Bulgar Leva kuru (süreci) an itibarıyla 1,96 Leva ise... Bulgar Merkez Bankası verilerine göre; 2 Bulgar ile 1 Amerikalı aynı faydayı dünyaya ve insanlığa sağladığı anlamı çıkacaktır.

Neydi temel felsefemiz?.. Hayat boyu yaptığımız seçimler, seçkinliğimizi, dünya görüşümüzü belirleyendi...

Bize uyarlarsak merkez bankamızca dolar kuru olarak 1 Amerikalı, 18 vatandaşımıza eşit anılıyor... Yakın bir zamanda 1 Amerikalı daha fazla Türk’e eşit anılır mı? Yoksa daha az Türk’e eşit mi anılır?... Buna genel gidişata bakarak, sorgulayarak, buluşlara, teknolojiye, yabancıya borçlanmalara, sanata, edebiyata, siyaset dışında tartışılabilen konulara bakarak kendiniz karar verebilirsiniz...

Demem o ki! “Yaaa ne olacak? Paradır artarda azalırda...” diyerek konuya sadece “bir kağıt parçası işte” diye bakamayız. Çünkü paranın, para olmak dışında bir vasfı yoktur... Hiçte olmamıştır. Ona özel yazılmış bir yaradılış da misyonu yoktur... Para denilen şey bildiğiniz kağıttır en nihayetinde... Olabildiğince basit bir araçtır. Ama o para, güvenilmez ellerde çok acımasız, şeytansı hallere dönüşebilir.

Güvenilmez ellerde zenginleşme ve fakirleşme uçlara çıkar. Uçlara ulaşması her zaman yanında risk getirir. Uçuktur hani, sınırdadır. Her an aşma, taşma, taşırma riski vardır. Ötekileştirme içerir. Ayrışma içerir. Bölücülük içerir. İşte bu sebeptendir ki islam öğretisi her alanda ‘ılıkta kalma’ olmuştur. Ilık; Dengedir, sulhtur, barıştır, kardeşliktir. 

Goethe’nin 1700’lü yılların sonlarında yazdığı şu sahne bir çok şeyi olabildiğince netleştiriyor;

Ülkenin İmparator’u çok harcama yapmaktadır. Haliyle saray hazinesi de olabildiğince borçlanmıştır. İmparator’un daha fazla para bulması gerekir. Simyacılara bir talimat yayınlar. Derhal metal hurdaları altına çevirecek bir buluş yapmalarını ister. İmparatorluk adeta borca batmıştır. Kabaca kurtuluş mucizelere kalmıştır. Ama imparator, halâ tasarruf etmekten imtina etmektedir. İnsani hazları yaşamayı, toplum itibarsızlaşsa da kişisel itibarını bırakmak istemez. Yine bir gün çok masraf yaparak bir maskeli balo düzenler. O baloya Mefistofeles’te gelir. İmparatorla sohbet ederken, yemeklerin tazelenmesi istenir. Bir süre sonra yanına hazineden sorumlu kişi gelir. Ve alacaklıların artık mal vermediğini, vadelerin geçtiğini, sermayelerinin kalmadığını, çok fazla borç olduğunu, yemek alamadıklarını anlatır. Hatta askerlerin ve hizmetlilerin sadakatinin azaldığını, çünkü maaş ödeyemediklerini anlatır. İmparator zor durumdadır. Mefistofeles hemen fırsatı değerlendirmek ister. Ve kendisine hurdadan altın yapmaya benzer bir öneri de bulunur. “Kağıttan altın yapalım” der. İmparator “kabul ederler mi ki!” diye şaşkınlıkla sorar... “Sizin imzanızla bu kağıt parçalarını kullanırsak, pazar yeri, insanlar bunu kabul edecektir, merak etmeyin.” der. 

Ve para dediği kağıda şöyle yazar;

“İlgililerin dikkatine; Bu belge bilinsin ki bin kron değerindedir. Yasal olarak geçerli bir paradır. İmparatorluğumuz, sizin adınıza bu meblağı yeraltında güvenli olarak saklamış, muazzam zengin rezervlerimiz ile teminat altına almıştır.” 

İşte size Mefistofeles... Yani namı değer Hristiyan mitolojik şeytan...

Henüz çıkartılmamış altın ve değerli taşları, yani ileri de çocuklarının, torunlarının çıkartacağı değerli taşları şimdiden tüketmeyi ve çocuklarının açlığını, yok oluşunu sağlayacak fikrin, en yalın hikayeleştirilmiş hali... Bu şeytani fikir asırlar boyunca bir çok milletin canını yaktı. Ser sefil bıraktı. Para basılan, bollaştırılan yerlerde, tembellik yavaşça imparatorluğu sardı. Üretim nüfusa oran ile azaldı. Taa ki o son buğdaya kadar... Enflasyon ile başlayan maceranın ardından açlık, sefalet, hastalık, veba ülkeleri sarıvermişti. 

Elbette bu tarihsel dersi alan toplumlar, fazladan para basmanın şeytana hizmet ettiği bilinciyle en kötü anlarında dahi para basmadan yollarına devam etmeyi seçmişlerdir... Hatta bir çok ülke bunu düşmanına savaş takdiği yapmaktan da çekinmemişdi. Piyasaya fazladan para sunma “İtina ile gelecekleri tüketmenin en kıymetli silahı” oldu. 

Kapitalist ve koyu hristiyan olan İngilizler, ötekileştirme sömürgeciliğinin mimarı İngilizler, İstanbul’u işgal etmeden hemen önce bire bir Osmanlı parası basarak, uçak ile Anadolu semalarından bu paraları atmışlardı. Ve para bollaştı. Az olan ürüne daha çok talep doğdu. Az olan ürün fiyatı yükseldi de yükseldi. Zaten sorunlu olan Osmanlı ekonomisi kısa sürede daha da kötüleşti. İngiliz, Mefistofelesin öğretisini işgal için kullanmıştı... 

Fazladan para basmak, piyasalara fazlaca para sunmak, itina ile gelecek tüketmekten başka bir işe hiç yaramaz... Aynı anda kur, süreç, yaşam, vatandaş eksiye ve daha eksiye gider...