Sene 2009, ülkemden uzakta, büyük kızıma hamileliğimin 8. ayında, günlerim, uçan kuşa ağlamakla geçiyordu. Özellikle ailemizin rutini, akşam haberleri; izlediğim her şeyden kendime dair bir şeyler çıkarmam ve yaşama kahretmemle sonlanıyordu. Haberlerde talihsiz olayların kurbanları ya kardeşimin yaşında ya babam gibi giyinmiş ya da yüz hatları anneme benziyor gibiydi. Bazen de tüm bu üzücü haberlere neden olan insanların, gördüğüm özelliklerinden biraz da kendi içimde olup olmadığını ve Dünya’nın çocuk doğurmak için yeterince güvenli bir yer olup olmadığını sorguluyordum. Hamileliğimin son günlerine doğru bir akşam, kucağımda yerinden söktüğüm televizyon vericisi ile salya sümük ağlarken buldum kendimi. Dünya’da o an ki gücümle kaldırabileceğimden çok daha fazla acı vardı ve sanki buna karşı yapabileceğim hiçbir şey yoktu. O gün bugündür, bizde hâlâ akşam haberleri izlenmez, televizyonun yüzüne, seçe seçe evimize dahil ettiğimiz şeyler dışında, pek bakan yoktur. Onun yerine, okuduğumuz kitaplar çeşitlidir, ilgi alanımıza giren konuları her bakış açısından okur, vizyonumuza bir şey kattığına inandığımız köşe yazılarını elektronik olarak düzenle inceler, sosyal medya platformlarında kimleri takip ettiğimize özen gösteririz. 

Son 11 yıldır, biz değiştik, hayatta olan her şeye karşı yapabileceğimiz bir şey olduğunu, onun da kendimizi değiştirmekle başlaması gerektiğini öğrendik. Oysa haberlerdeki acılarda değişen bir şey yok. Annelerin gözleri yaşlı, çocuklar babasız, korkunç bir kadın kıyımı, açlık, çevre katliamı, ırkçılık ve uzayıp gidiyor. 

Parçalayıp bölme, her acının anası; bizlerin ilkel yanı. Hani ilkel dediysem, bilgiye dayalı eğitimin olmadığı, teknolojiden uzak bir topluluktan bahsetmiyorum nitekim tecrübelerim, bana bu topluluklar arasında bizlerin ulaşamadığı bilgeliklerde olanlarının da bulunduğunu gösterdi. Benim ilkellikle kastettiğim, en okumuşumuzun, teknolojinin en âlâsının bin bir çeşidini parmak uçlarında döndürenlerimizin bile ruhlarına inmesini, tanımasını engelleyen bir çeşit ilkellik.  

Bugün, parçalama bölmenin yüzeyde görünen temsillerinden biri; ırkçılığı konuşuyoruz, merceği sadece iki “insanın” üzerinde tutup siyah ve beyaz diyerek. Siyah dedikçe her birimizin nefesi kesiliyor. Bazılarımızın beyaz dedikçe varlığı acılar içinde. Bu sahneyi doğuran, besleyen koca bir sistem, görünürdeki iki insanın arkasına saklanmış. Görünmeyene inersek, iki kişi de kurban, her birimiz de suçluyuz. Sadece farkındalığımızın yettiği kadarını görüp farkındalığımızı artırmak için paramızı, güzelliğimizi, gücümüzü ve bilgimizi artırmak için gösterdiğimiz gayretin milyonda birini göstermediğimiz için suçluyuz. Parçalama bölmenin kökü, ilkel bıraktığımız varlığımıza, ruhumuza inemediğimiz yaşantımıza, kendimizi bile içimizde bölüp parçalamamıza dayanıyor. Bir insanın kendini bölüp parçaladığı tamamen kabul edemediği bir dünyada “başkasını” yaratması sonra yok etmesi neden sorun olsun ki? Suçluyuz: Kendimizi tanımadığımız, bütün olarak kabul edip geliştirmediğimiz için, Şahıs bazında yargılamalarla bir yere varılacağını düşünüp görünürdekileri cezalandırarak aklımızı rahatlatıp sorumluluk ve değişimden kaçtığımız için. 

Çözümün farkındalıkla geleceğine, vicdandan daha büyük bir zindan olmadığına inanıyorum. Artık beyin makineleri yetiştirmeyi bırakmamız gerektiğini, beynin kafaya koyduğu, eğitildiği alanda her veriyi doğru kabul edip manipüle edilebileceğini görüyorum. Gelecek nesillerin, ruhlarından bağları hiç kopmayarak, en büyük başarının parçalayıp bölüp kalabalıktan yükselmek, öne çıkmak değil kendi gelişimsel sınırlarını aşmak olduğu farkındalığıyla, bütüncül bir yaklaşımla yetiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve tüm bunları parmağını devlete, şahıslara, sisteme sallayan, kısasa kısas arayan bir “masum”un perspektifinden yapamayız. Kendiyle bütüncül bir yaklaşımla ilgilenen, her ilgilendiğinde hayata karşı duruş ve tercihlerinde daha bilinçli davranan, yaşantısında, eleştirdiği sistemi besleyen şeyler bulmanın üzüntüsünü yaşayan ve bu noktada kendini değiştirme sorumluluğunu üstlenen ruhlarımızın perspektifinden yapabileceğimizi hissediyorum. Şu ana kadar uygulanan çözümler, günü kurtarıyor sadece. Bir köklü dönüşüm geçirmezsek, bugün, siyah ve beyaz olarak karşımıza çıkan parçalanıp bölünme; yarın, kadın ve erkek, çocuk ve yetişkin, insan ve hayvan vs. olarak karşımıza çıkmaya devam edecek.