Her gündoğumu yeni bir hayattır.  Dünyanın içindeki tüm canlılara enerji veren sabah saatinde, hayatımın en anlamlı gününde; "Hadi Nezoş gidelim bir yerlere" diyen telefondaki  ses ile güne başladım. Hem sonbahar hem yağmur hem zaman bize eşlik etti. Okul koridorundan onca ses arasından sıyrılmıştık. İçtiğim kahve nasıl da geçmiş zaman kokuyordu. Kronolojinin üzerinde bir cambaz misali yürüdük. Pozitif olmanın ve savaşmanın filmini izler gibi. Debisi yüksek nehirler gibi ne çok anlatacaklarımız varmış. Bebek sahili yağmur çiselerken herkesi şaşkına çevirecek güzellikte siyah beyaz film tadında. En öndeki masayı seçtik.   Denizin rengi gümüşümsü maviydi. Bir tane yavru ördeğin yüzmeyi yeni öğrendiği nasıl da belliydi.  Deniz kıyısında   bir daha - bir daha  batıp çıkıyordu. Hem de tek başına. Evreni düşündüğümde adaletli akan zamansız bir ortamdaydım.  Kızım gibi, bir sıcaklıkla, çikolata tadında sohbet uzadıkça uzadı. Göz göze geldiğimiz anlar ilahi adaletin nasıl da tecelli ettiğini görüyorduk. Bize ayrılan zaman yine sınırlıydı.

Unutulmaz bir gün bitmek üzereydi ki Pelin'in bana yazmış olduğu mektup geldi.

"Aslında uyumaya çabaladığım yatağın hiçbir suçu yoktu..

İnsanoğlu herşeyin misafiri..

Kendi yatağının bile..

Eşyaların misafiri, çaldığı piyanonun, tuttuğu fırçanın, baktığı resmin..

Annesinin, babasının..

Eşinin ve dostunun..

Hatta canından kopan canın; evladının da misafiri..

Uykuya dalmadan evvel konuştuğun üç beş kelimenin ötesinde.. Ruhunu ve bedenini dünyadan öteye taşıyan bir minderden ibaret yatağın..

İnsanoğlu o yatağın da misafiri..

Neyse..

Yatağın bir suçu yoktu..

Minik köpeğim Emma bile.. Bedenimi ve ruhumu dünyadan soyutlamama yardımcı olamadı..

Bir şekilde sızdım uykuya.. Sabah da "Olmam gereken yere gitmem lazım" , der gibi uyandım..

Günlük telaşların ötesinde.. Kısa bir telefon görüşmesi yapıp evden çıktım.

Sezgilerimin söylediği üzre... Arabamın kontağını açtım.. Arabanın da misafiriyim tabii..

Arnavutköy'e gittiğimde, Kerem ve benim uğrağı olduğumuz caddenin köşesinde arabamı valeye teslim ettim..

Arnavutköy sahili - Kerem babası ile keyifte.. Düşünme, dedi..

Yanımda

Nezahat Göçmen

(Nezoş) hocam..

Gözgöze geldiğimizde, iki insan değil. Zamanın içinde sürüklenen iki ömür gözgöze gelmişti.. Annem.. Babam.. Oğlum.. Evlatları, eşi.. Ve sevilmişliklerimizi kucaklayıp getirmiştik birbirimize..

Özleşmiştik.

Anne ve babamın yanında, babamın elini tutmuş yürürken, bir yandan da Nezoş öğretmene bakar gibiydim.. Oysa görünüşte iki beden yanyana yürüyordu ıslak caddede, denizin kenarında.. Yağan yağmur aslında zamanın hediyesi gibiydi..

Ben küçükken, öyle rengarenk çocuk textili yoktu.. Nezoş öğretmen benden çok daha iyi bilir diye dillemeye gerek duymadım.. Zira Nezoş öğretmen babamın jenerasyonu idi ve O da kızına çorap alma telaşı ile bizimkilerle emsal bir tuhafiyenin yolunu tutmuştu muhakkak..

Mevsimin bu vakitlerinde illa ki yün külotlu çorap giydirirlerdi! HİÇ SEVMEZDİM!.. Zira hepsi azıcık kısa gelirdi uzun bacaklarıma, ben bu sıkıntımı hiç dilleyemedim zira almaya beraber giderdik ve en uzunu bu olduğunu bizzat duymuş olurdum ! İşkence gibi Pelin'e giydirilecek, üstüne de fırfırlı elbisesi giydirilecek ve gün başlayacak! Pelin, gün içinde, defalarca çorabını yukarı çekip esnetmeye çabalayacak ama yün çorap çokça esnemediği için, sıkıl pıkıl gezecek! Pelin'in kaderi bu! O yüzden dillemeye gerek yok!..

Küçükken en sevdiğim koltuk babamın kucağıydı..

Babamın kucağına oturur gibi oturdum kahve içmek üzre bize gösterilen koltuğa..

Nezoş öğretmen konuşmaya başladı.. Nezoş öğretmen konuşurken ben.. Yanaklarını anneme, konuşma üslubunu babama benzetirken.. Küçükken babamın kucağında mayışmışım gibi mayışı verdim koltukta.. Bir yandan da ayağımı sallarken.. Gözüm botlarıma takıldı.. Kırmızı ve janjanlı değil, süet kumaştan ve lacivertti. Kendime geldim kii.. Babamın kucağında değil.. Arnavutköy Sütiş'te Nezoş öğretmenle sohbet ederken ballı sütümü içiyorum!.. Anne olduğumu bile unutmuşum! Şu Kerem, kendi keyfinde şimdi, dedim içimden..

Birşeyler içtikten sonra, Bebek' e kadar yürüdük Nezoş öğretmenle..

Anlatılar birbirini sürüklerken.. Ömürlerimiz de birbirini sürüklemiş, dedim içimden...

Çok güzel bir histir ki, yanınızdaki insanın jenerasyonu sizden öteyse bile.. Sizinle aynı jenerenin ruh&beden sağlığında ise.. Fresh geçiyor zaman.. Aynı yaşlarda gibiydik.. Endişeye mahal, sorumluluk hissi uyandıracak bir sorunu yoktu.. Tek sorun benim kilotlu çorabımdı ve ben hala babamın elinden tutmuş sekiyormuşum gibiydi..

Bebek'te tam da arzu ettiğim bir noktada durduk. Yağan yağmurun botlarımı ıslatmasından keyif alacağım kadar sahile sokulmuş bir yuvarlak masanın yanında iki sandalyede.. İki ömür.. Arzu ettiğim tabloya baktık..

Dalgaların rüzgarla hemfikirliğine rağmen hareket eden tekneler ve duran teknelerin üzerindeki deniz kuşlarının heyecanlı hasbihalini izlerken.. Ben hala 5 yaşlarındaydım ve Nezoş öğretmeni dinliyordum..

Saatler zihnimi yormamış, ruhum da beş yaşına dönmüşken.. Herşeyin sevilmişliğine takılmanın da şans olduğunu düşündüm..

Tıpkı babamın kucağında oturup, ayağımın birini sallarken tüm reflexlerinden sıyrılmış bacak kaslarım gibi.. Bedenim de relax konuma geçmişti..

Ensem gevşemiş, omuzlarım düşmüştü..

Velhasıl..

Günlerin getirdiği en güzel haftasonlarından biriydi..

İki ömür.. Sevilmişliklerini toplayıp, sahilin kenarında dinlenmişti işte!..

Eve döner dönmez duş alıp, uyudum..

Henüz kalktım, kahvemi içerken..

Gülümsedim..

Şu kilotlu çorap, neden hep acucuk kısaydı acep???

Anne ve babama özlemlerimle...

Seni çok seviyorum Nezoş öğretmen.. Yaklaşık 12 sene evvel bir okul koridorunda kesişen ömürlerimiz çok şanslı."

Pelin

****

Teşekkürler

Pelin, kesişen ömrümüzde kaldığımız yerden el ele tutuşup aktığımız güzellikler için.

İnsanoğlunun yazdığı ilk mektup değildi ama benim için yazılan en özel en güzel mektuptu.  Tekrar teşekkürler Pelin...