Sokaklarında yürürken, kendinizi medeniyetle inancın kalbine, dillerin, dinlerin ve hoşgörünün ortak paydasında birleşen kadim bir kentte bulabilir, tarihsel bir keşfe çıktığınızı hissedebilirsiniz.. Çocuksu  bir tebessüm ile bilgelik tadında karşılıyor insanı,  tılsımlı Mezopotamya…

Küratör, sanat yazarı, sevgili Derya YÜCEL  İle Mardini, sanatı ve Mardin Bienali’ni kendi perspektifinden yorumlamasını  istedim…

Zamana ve savaşlara inat tüm ihtişamı ile Mezopotamya’ nın en görkemli şehirlerinden biri olan Mardin, özünü kaybetmemiş nadir bir kent.

Örneğini sadece Avrupa’da görebileceğimiz özelliklerle karşımıza çıkıyor.

Tarihi mekanlarında hayatın devam ettiği şehirlerimizden biri. Öyle ki kamu kurum ve kuruluşları yüzyıllardır taş duvarların içinde günlük hayatlarını sürdürmekteler.

Eskiye dair her şeyi yok ettiğimiz, harabeye çevirdiğimiz bu zaman diliminde kentine sahip çıkan, yıkmaktan çok kucaklayan, güzel insanlar ile dolu bir şehir.

Kültürel mirasına sımsıkı bağlarla bağlı olduğuna da şehri gezerken şahitlik ediyorsunuz.

Her halktan ve her inançtan insanı aynı ortak paydada sarmalayan kenti, bir çok proaktif alanda da görme şansına sahibiz.

Mimari yapılarıyla, Dara gibi antik kentleriyle, Mezopotamya’nın en büyük dini inanç merkezleriyle (Darül Zaferan/ Kasımiye Medresesi) özellikle halkın da sanata olan ilgisiyle, şehir ön plana çıkmakta.

Bu vesileyle hem Mardin' i hem de sanatın şehir ile buluştuğu 2010 yılından bu yana her yıl yapılan MARDİN BİNEALİ ni Akademisyen Derya YÜCEL ile konuşmak istedim.

Derya hanım, Türkiye’de başarılı bir çok işte imzanızın olduğunu görmekteyiz. Akademisyen kimliğinizin yanında sanata ve sanatçılara verdiğiniz önemi takdirle takip ediyorum. Sanatla iç içe olmanız, farklı mekânlarda ve projeler de yer almanız, işinizin bir parçası olmuş. Yakın zamanda ki o önemli işlerden biri de küratörlüğünü üstlendiğiniz, Mardin Bienali oldu.Öncelikle sizin Mardin Bienali' nde yer almanızla ilgili bir soru aklıma geldi. Bu bir tercih miydi, yoksa spontane gelişen bir durum muydu? Bienal ile ilgili karar verme sürecini bizlere anlatabilir misiniz? 

Bienal direktörü Döne Otyam’la daha öncesinde bir iletişimimiz ya da başka bir sanatsal iş birliğimiz olmamıştı. Ben de her sanat profesyoneli gibi bienali ilgiyle izliyordum. Üçüncü Mardin bienali sonrasında bölgedeki dinamikler nedeniyle bienal ertelenmişti ve dördüncü bienal için bir önceki gibi kolektif ve çoğul bir çalışma pratiği tercih edilmişti. Dolayısıyla Fırat Arapoğlu ve Nazlı Gürlek ile birlikte Mardin Bienali küratör ekibinde yer almam için davet aldım. İlk toplantımız sonrasında da kabul ettim. Sanat alanında merkez dışı bienallerin gerçekleştikleri kentle ilişkilerinde bir aşk-nefret ilişkisi olduğunu gözlemliyordum. Ben de bu ilişkiyi yerinde okumak, yakından bakmak, tanık olmak ve yeniden tarif etmek adına oldukça hevesliydim.

Kent özelinde diğer küratörlüğünü yaptığınız sergilerden farklı bulduğunuz yanları oldu mu, Mardin' i diğer işlerden ayıran yanlarını ve sizin gözleminizi merak ediyorum?

Elbette, Türkiye’de görsel sanatın üretimi değil ama paylaşım, dağıtım ve “piyasa” ortamı anlamında merkez olarak konumlanan istanbul’a göre öncelikle bağlam ve koşullar oldukça farklıydı. Coğrafyanın hafızası, imkanları ve olanakları ötesinde Kobani olayları sonrasında bölgede gerçekleşen sokağa çıkma yasakları ve olağanüstü hâl ilanı akabinde gerçekleşen bir bienaldi. Hem son derece hassas hem de son derece sert bir atmosferde “dışardan biri” olmanın sorumlulukları, endişeleri, muhasebesi yanında hevesini ve gururunu da yaşadım. Dolayısıyla evet, Mardin’de üstlendiğim iş benim için ayrı bir yerde konumlanıyor. Ayrıca küratörler olarak sosyal medya üzerinden "Fon GoGo" isimli ekonomik ve şeffaf bir imece ile kendi bütçemizi oluşturmaya çalıştık, tabi 100'ün üzerinde bireyin gönüllü olarak kaynak sağlaması da bütçeyi desteklemişti. Kolektif fonlama anlamında daha önce pek şahit olmadığım bir çaba ve deneyim oldu benim için.

Aynı zamanda bir sanat eleştirmeni gözüyle baktığınız da Mardin Bienali sanatsal içeriği ve çeşitliliği hakkında keşke bunu da yapsaydık diyeceğiniz bir şey oldu mu?

Bienalde üst başlık olan “Sözden Öte” bir bakıma sözün, dilin, ifadenin, iletişimin bittiği ve başladığı yere işaret ediyordu. Geniş bir bağlamda baktığımızda gerçekleştiği kent için de son derece güçlü bir metafor olduğunu düşünüyorum. Üst başlık altında her bir küratör kendi sözünü söylüyordu, Fırat’ın "Sonsuz Bakış", Nazlı’nın "Beden Dili" alt başlıkları yanında benim çerçevem coğrafya, toprak, mekân ve kamusal alana odaklanan "Sınırlar ve Eşikler" teması oldu. 50 sanatçı ve inisiyatifin çalışmalarını kapsayan sergide kamusal alana, sokağa çıkan işler de benim davet ettiğim sanatçılarla hayata geçti. Bunu oldukça önemsiyordum ve kentin koşullarında zor olsa da hayata geçirebildik.. Hazırlık sürecinde Batman, Diyarbakır, Şırnak kentlerinde yaşayan sanatçı, mimar, tasarımcı gibi kişilerle iletişim kurdum, ama ne yazık ki o günün koşulları içinde benden kaynaklı olmayan nedenlerle süreci ilerletemedik. Ama Huo Rf’nin Disfonksiyonel haritalara dayanan “Buyurgan Sessizlik” işiAlman Karargâhı dışında iki farklı mekâna yerleşti. 

Mardin tarihi dokusu ile farklı kültürleri bir potada birleştirmeyi başarmış bir kent. Yerli ve yabancı birçok turistin Mardini ziyaret ettiğini biliyoruz ki, yabancı turistlerin ilgisi büyük, peki yerel halkın Bienali' ne olan ilgi nasıldı? il özelinde ve çevre illerdeki yerel halkın sergiye, sanata ve içeriğe bakış açısı, ilgisi sizce nasıldı?Beklentinize karşılık buldunuz mu?

Bienalin gerçekleştiği coğrafyanın büyüsü tartışılmaz. Bu büyülü kent için bienal, çekim noktalarından sadece biri. Ama bienalin kendine özgü zorlu koşullarını kavramak uzaktan bakmakla ya da birkaç gün açılış etkinliklerine katılıp kenti deneyimlemekle pek mümkün olmuyor, hep daha fazla yaklaşmak yakınlaşmak gerektiriyor. Bienal farklı dinamiklerin birlikteliği içinde uzlaşılan bir alan haline geldidiye düşünüyorum ve elbette her seferinde yeni şeyler öğreniyor. Kentte yaşayan sakinlerin çok küçük bir azınlığı bienal sürecini en başından sonuna takip ederek tüketebiliyor. Bu nedenle diyaloğu artıracak kamusal programlar ile çevre kentlerdeki sivil toplum kuruluşları ve inisiyatifler ile ortaklıklar kurulmalı. Genç kuşak farkındalığı çok değerli, hatta kentte yaşayan sanat öğrencileri 4. Mardin bienali ile eşzamanlı olarak paralel ve eleştirel/kontra (karşı-bienal) organize etmişti ve ben de ziyaret ederek onlarla tanışmıştım, bugün de hala iletişimimiz sürmekte. Dolayısıyla Mardin'de gerçekleşen bağımsız sergi ve performanslar çok değerli. Özellikle kentte yaşayan ve çalışan sanatçıların üretimlerini görebilmek için önemli bir fırsat. Ayrıca, genç kuşak sanatçıların bu yöndeki enerjisi dikkat çekici ve bienal dinamiklerinin bunu ıskalamaması gerekiyor.

Değerli fikirlerini paylaştığı için sevgili Derya YÜCEL’e teşekkür ediyor, Mardin özelinde bölgede bu tarz sanatsal etkinliklerin devam etmesini temenni ediyorum.

Sağlıkla sanatla kalın…..