Herhangi bir ülke bütünlüğünü teşkil eden insanların bütününe günümüz tabiriyle “Halk” tabiri kullanılmaktadır ki, bu deyim benim bakış açıma ters düşmektedir. Zira, bunu kabullendiğiniz zaman, hemen peşinden “Halklar” tabiri yer alacak ki, zaten öyle olmaktadır ve ülkemizin bütünlüğünü teşkil eden vatandaşlar söz konusu olduğunda: “Türkiye Halkları” tabiri kullanılmaktadır. Bu hem yanlış ve hem de “bölücü” zihniyete pek yatkın bir ifade tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır... 
Bir şehrin, bir kasaba’nın sakinlerine halk tabirini kullanabilirsiniz. Ve lâkin: söz konusu olan ülke bütünlüğünü kapsayan kesim ise, O’nun adı “Halk” değil, “Millettir!” 
Efendim, benim etnik kimliğim nevinden şikâyeti söz konusu olduğunda da, etnik kimliğinin varlığını zaten muhafaza ettiğini ve kendi lisanlarının öğreticisi olan mekteplerinin varlığı gösterilebilir!... 
Ancak, “Halk veya Halklar” tabirleri bizim ülkemize siyasî maksatlarla dıştan sokulmuş değildir. Bu bizde kendi insanlarımız tarafından meydana getirilmiş ve “Türk ırkını” ülke bütünlüğünün yegâne sahibi, yegâne efendisi olduğu, iddiası ileri sürülürken, kantarın topuzu biraz kaymış ve imparatorluktan kalma diğer kavimlere hemen hiçbir hak tanınmak istenmemiştir... 
Kendilerine “Türkçü” diyen ve ülkenin kaderini paylaşan diğer vatandaşları adeta hiçe eşit tutmuşlardır. Ve meselenin en garip tarafı da, kendilerini ülkenin yegâne efendisi sayan ve diğer kavim mensuplarına üst düzeyden bakarak, her daim küçümseyen, onları iç düşman olarak vasıflandıran sözde “Türkçüler!” diğer taraftan bilhassa “Paris” menşeli bir hayat yaşamaya da özen göstermekteydiler ki, günümüzde de “Amerikan” tarzı esas alınmıştır!?.. 
Görüldüğü gibi bunlar aynen bukalemun misali, her an renk değiştirebilir, kılıktan kılığa girebilirler. Çünkü bunların bir tek derdi vardır; “zengin ve lüks bir hayat sürdürebilmek!...”
San’at âlemi de onların tekeli altındadır ve istediklerini şöhrete kavuşturur, istemediklerini de adeta yerden, yere vururlar... 
Bunlardaki “vatan sevgisi” ise, ülke idaresine hâkim olmaları şartı ile son derece vatanperver(!) görünürler. Dolayısıyla ülke idaresinin her daim kendilerinde olabilmesi için son derece gayret sarf ederler!.. 
“Alavere, dalavere, Kürt Mehmet Nöbete!” tabiri ile, Kürtleri de kendilerinden saymamışlar. Böylece günümüzdeki çirkin manzara meydana gelmiştir. 
Böylesi çekişmeler içinde nihayet sosyal bir sınıf ve bu sınıf içinden adeta fışkıran “sıradan insanlar” halk ekseriyetini teşkil etmiş ve sıradan insan olmanın dayanılmaz ezikliği, vatandaşlarımızı pek ziyade üzmüş ve hâlâ aynı durum devam etmektedir!.. 
Sıradan vatandaş olmanın en acı tarafı, kimsenin gözüne çarpmamak, bir şekilde gasp edilmiş hemen hiçbir hakkını koruyamamak, koruyabilecek avukat tutamamak gibi durumlardan bir türlü sıyrılamamak gibi sorunlardan müteşekkil problemlerle yaşamaya mecbur kalışıdır!.. 
Bu meyanda, şansı yaver giden veya vücut güzelliğini dikkatlere çektirebilenler: “San’atçı” kisvesi altında, sıradan olanların arasından sıyrılıp, imtiyazlı bir sınıfa dahil olarak: “Halk san’atçısı” oldukları iddialarıyla, o zavallı sıradan insanların sayesinde böylesi tantanalı hayat yaşayıp, günlerini gün edebildikleri halde, bir sefer olsun, o fedakâr insanların yaşadıkları semtlere ancak, “film çevirdikleri” zamanlar o malûm semtlere uğrayıp, sözde “sosyal içerikli” mevzularla, kazançlarına, kazanç katarlar!... 
Sıradan insanların akşamdan, akşama tek eğlenceleri olan TV’ler ise, onlara değil eğlenceli saatler yaşatmak, tam tersi, sıradan insanın seyretmeye çalıştığı: “Dizi film, aktüalite, haberler vs.” sadece muhtelif reklamlardan küçük boşluklar kaldığında, sıradan insan akıllara gelmekte ve böylece “Reklam arası” olan minik boşluklar değerlendirilebilmektedir!.. 
Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, “Sıradan insan” asla ses duyuramaz. Çünkü sıradan insanın, kıymet-i harbiyesi yoktur. Meselenin en acı tarafı da, bunun böyle olduğunu kendisi de bilmektedir. Dolayısıyla, teselliyi Hz.Allah’a yakarmakta arar!..
Sıradan insanın en azından arada bir de olsa Devleti temsil edenler tarafından aranmaz mı? Tabii ki, seçimden seçime aranır, eh bu kadarı da herhalde yeter de artar bile!.. 
Üst düzeyden olanlarca: “Parlamenter, san’atçı ve iş adamı” sıradan insanın değerini gayet iyi bildikleri hâlde, her ne hikmeti var ise, onun sosyal hayatı ile pek ilgilenmezler!.. 
Bu bir şehrin semtleri hakkında yazılan kitaplarda dahi aynen böyledir. Meselâ; herhangi bir semtin özelliklerinden söz ederken, Semt Kıraathânesi veya Pastanesi bahsinde olduğu gibi, meşhur meyhanelerinden de söz ederken sakinleri bahsinde; “ya meşhur bir yazar veya bir sinema sanatçısı” söz konusu olur ve mezkûr semtin sakinleri ki, asıl sözü edilmesi icap eden kişilerdir. Hiç mi hiç hatırlanmaz ve bir nebze olsun sözü edilmez!.. 
Niçin edilmez? Çünkü, onlardan sıradan insanlardır ve hiç kimsenin ilgisini çekmez!.. Bu haksızlıklarla iç, içe kenetlenmiş kalıp öylesine mahir şekilde oturtulmuşdur ki, söz konusu olan o sıradan insan dahi bu durumu benimseyebilmiş ve böylece kimliksiz bir fert olarak yaşamayı hiç mi hiç yadırgamamaktadır. 
Hemen her ülke idarecileri rejimin şekli her ne olursa olsun: “Demokratik haklardan, kısaca demokrasiden” söz etmeden durmaz. Meselenin aslı ise şudur: (Demokrasi anlayışı sadece sözde muteberdir.) İcraatta ise bu sihirli nesnenin zerresini dahi göremezsiniz.. 
Demokratik haklardan dem vurulur. Bu aslında bir oyundur, hem de pek kalleşçe oynanan bir oyun... Şöyle ki, herhangi bir ülkeyi içten bölüp, parçalamak isteyen şer güçleri için biçilmiş kaftandır. Demokratik haklar derken, olmadık istekleri ard arda sıralarlar... 
Sir Winston Churchill (1874-1965) Demokrasi için: (Ülke idaresi açısından pek elverişli bir tarz değildir ama, diğerleri içinde en zararsızı olduğu için, onu seçtik) buyurmuşlardır. 
Biz “sıradan insanlara” gelince. Bizler hakkında, daha doğrusu, en azından insani haklarımızı Parlamento’da kimler temsil ediyorsa, onun vardığı neticelere ‘Evet!’ demeye mecbur bireyleriz!.. 
Parlamenter de, sanatçı da, fabrikatörü de söz konusu halk oldu mu: (Benim halkım) tabirini kullanmaktan geri kalmamakta ve bir nebze olsun düşünmemektedir ki, kendileri de dahil ülke nüfusunun yüzde yüzü, sadece devletinin halkıdır yanî milleti. 
AK Parti Hükûmeti ülke bütünlüğüne olumlu mesajlar verebilmek gayesiyle özel bir Âkli heyet seçtiğinde, “sanatçı ve yazar” sınıflarından seçmeler yaptı. Bu doğru değildi. Zira, bir insanın san’atçı olması onun diğer vatandaşlardan daha akıllı olduğunu belirtmez. Adam san’atçı olur da ilerisini görebilme yeteneğinden yoksun olabilir. Çünkü san’atın zekâdan ziyade, ferdi kabiliyetle bağlantısı vardır. 
Ama, seçilen ferdin havalı olması elzem olduğundan, bilhassa tiyatro ve sinema dünyasından, tanınmış aktör, jön ve aktristler tercih edilmiş ve neticesi sıfır olmuş, dahası seçilenlerden “Murat Belge” ise, ayrı yolda gemiyi terk etmekle olumsuz bir icraatın içinde yer almak istememiştir. 
Halbuki, konu halkı ilgilendirdiğine göre, hemen her semtten birer birey seçerek, “sıradan insanlardan kurulu” bir heyet denenmiş olsaydı, herhalde daha hayırlı bir çalışma olabilirdi inancındayım!... 
HEMEN HER ŞEY HALK İSTEĞİNE GÖRE Mİ DİKKATE ALINMAKTADIR!... 
Hayır asla! Halkın herhangi bir isteği hiçbir zaman dikkate alınmamış ve sadece siyasî kuruluşların kendilerince “halk adına” hareket ettikleri söz konusu olmuştur. 
Keza, Taksim Gezisi gösterileri dahi halk adına, halk isteğine göre uygulandığı söz konusu olmuştur. Halbuki, mezkûr hareket tamamen siyasi olup, “Ana-muhalefet Partisi ile MHP ve İşçi Sendikaları” gibi kuruluşlar ve mezkur kuruluşların el altından kışkırttığı “Üniversite gençliği” ile akşamları tencere tava şakırtılarıyla mezkûr gösterilere iştirak eden, bir kesimin mensubu aileler. Ve görülüyor ki, malûm gösterilere halk değil, bir siyasî kesim ve onlarla aynı görüşü paylaşan, illegal kuruluşlar ki, bunlar çoğunlukla talebe kesimini seçer ve onları devlete karşı kışkırtırlar.. 
Kattiyen yanlış anlaşılmasın; ben Sayın Tayyip taraftarı değilim ve zaten hemen hiçbir siyasî kuruluşun saflarında yer almış değilim. Ben sadece başımızı kum’a gömmekten kurtulalım diyorum o kadar!.. 
Sayın Başbakanımızın hataları elbette ki vardır ve bizler bu durumu hep birlikte görmekteyiz. Ancak, diğer siyasî kuruluşların Başkanları da kusurda hiçbir zaman geri kalmamaktadırlar ve meselenin bu yönünü de dikkate almadan sadece iktidarı eleştirmek, onun bünyesinden doğmuş Sayın Başbakanımızı yerip durmak; sadece abesle iştigal etmekten ileri gitmez!.. 
Hemen her daim; “Sizler ABD’ye hizmet vermektesiniz!” diyerek, iktidarı ABD beslemesi olduğu fikrini savunmaktayız!... 
Bu doğrumudur?.. Tut ki, öyledir. Peki, önceki hükûmetler neydi diye soran olmaz mı!... Zira; Türkiye-Amerika ilişkilerinin koyu bir beraberliğe dönüşmesinin temeli 1940’lı yıllarda atılmıştır ve tabii ki CHP iktidarı yılları ki, o yıllar “Millî Şef” dönemi olarak bilinir. 
Her ne ise geçelim ve biz günümüzdeki vahim bir dönem içinde bulunan Türkiye’nin acı da olsa gerçeklerini görmeye çalışalım ve bilelim ki; sadece ölüme çare yoktur. Kalan her şey bir şekilde hâl edilebilir!..
Hiçbir zaman unutmayalım ki, bizler dünya çapında bilim adamından ziyade, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş misali, siyaset kurbanı gençleri istemeden yetiştirdik!... Bugün de kalkmış: (1968 Kuşağı) gibi sloganlarla bir de övünç payı çıkartıyoruz!?.. 
Görülüyor ki, halkımızı temsil edenlerin sesi ayrı, gerçek halkı temsil eden “sıradan insanların” sesleri ayrı, ayrı çıkmaktadır!.. O halde, bu seslerin birleşerek, “Aziz Vatanımızın” düşmanlarına karşı müşterek mücadele vermesi elzemdir!.. 
TV’lerdeki “Talebe dizileri” ve mezkûr dizilerdeki sözde talebe tipleri ki, bunlara talebe diyebilmenin imkânı yoktur. Aşk, meşk karelerinde hemen her genci kışkırtabilecek sahnelerle bezendirilmiş olarak seyirciye sunulmaktadır. Söz sırası ders saatlerine gelince: (Salak veya bunak öğretmenlerin) akla gelmedik zavallılıklarının muhtelif kareleri ile süslenmiş sahneler bir diğerini takip etmektedir!... 
Baş tarafta temas etmiştim, zaruri gördüğümden yeniden temas etmeyi uygun bulmaktayım. Bütün TV’lerde ancak ve ancak şayet boş kare kalmış ise, reklam arası herhangi bir diziden bölüm verilmektedir ve böyle olmasına rağmen, dizi karelerinde ara reklamlar bir diğerini kovalamakta: “Hanımların aylık rahatsızlığıyla ilgili olmak üzere bazı markaların minik reklamları sokulmakta ve ayrıca muhtelif mikropları anında temizleyen nesneler, midemizi bulandıracak görüntülerle ekranları adeta esir almaktadır!...” 
Şimdi soruyorum bütün bunlar gerçekten sıradan insanlara faydalı bilgiler verebilmek için mi, ekranlara getirilmektedir?... 
TV-Haberleri saatinde arz-ı endam edilen muhtelif reklamlar ise, akıl alır iş değildir. Çünkü, haber saati hemen her sıradan adamın özellikle dikkate aldığı haber saatleri, böylece hibe edilmektedir. Ancak, şu hususu bilhassa dikkatlere çekmek isterim ki gerçekten elzemdir: TV’lerin haber saatleri, haber değil açıkça “Magazin saatleri” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, herhalde bu sebepten dolayı olsa gerek, çünkü mezkûr saatte haberden ziyade magazin sunulmaktadır!.. 
Türkiye’nin varlığından sorumlu olduğunu iddia eden hemen her ferde veya zümreye sesleniyoruz, hemen hepimizin de bildiği gibi, Türkiye gayet zor bir dönem geçirmektedir. Dolayısıyla, iç politikada uyguladığımız inatlaşmanın ne yeri ve ne de zamanıdır. İktidarı ve Ana-muhaletefi başta olmak üzere külliyen birleşmeli yek vücut olmalıyız. Sayın Tayyip Erdoğan, Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Bahçe, lütfen silkinerek kendinize gelin. 
Tut ki, iktidar hükumeti bıraktı ve çekildi. Peki yepyeni bir programımız var mı? Bildiğimiz kadarı ile yok. O hâlde böyle bir durumda ülkemizin hâli nice olur, hiç düşünüldü mü?... 
Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir yazımda buluşabilmek umudu ile hepinize sıhhatli ve mutlu yarınlar dilerim efendim.