Kadın erkek ayırımcılığı tartışmasının temelinde herhalde iki cins arasındaki fiziksel farkla, bu farkı erkek egemen toplumlarda kadınların aleyhine işleten erkeklerin kaba davranışları yatar.
Aslında bu fiziksel fark, kadınla erkeğin birbirini tamamlamasında, toplumun temel taşı olan aile bağını kurmasında ve cinsel olarak olağanüstü bir mutluluk yaşamasında rol oynayan en önemli faktördür.
Meselenin bu yönünü tamamen göz ardı ederek,  bazı cahil veya ruh hastası kişilerin kadına uyguladıkları şiddet eylemini ön plana çıkararak sürekli feminist bir yaklaşımla âdeta bir “erkek düşmanlığı” yapılmasını ve buna dayalı olarak sürekli kadınları korumaya yönelik uygulamalara ağırlık verilmesini yadırgamamak mümkün değil.
Evet, zaman zaman kocaları veya sevgililerinin şiddetine maruz kalmış kadınların “acıklı” hikâyesini gazetelerde okuyoruz. Olayın altında yatan sebebi hiç düşünmeden bu kadınlar için üzülüyor veya bu kabalığı yapan erkeklere de kızıyoruz.
Ancak bu kadar kötü bir sonuca bu erkekleri sürükleyen nedir, diye hiç sormuyoruz. Olayların meydana gelmesine sebep olan kadınların yaptıkları doğru mudur, ahlâkî midir, yasal mıdır, vicdanen kabul edilebilir midir, hiç düşünmüyoruz.
Eğer mesele sadece, erkeğin fizik olarak güçlü, kadınınsa güçsüz olmasından kaynaklanıyorsa, yani bir kavga sırasında kadının daha fazla hırpalanmasına, erkeğin boyunun posunun, kilosunun fazla olması sebep olmuşsa, burada bir acıma duygusunun devreye girmesi çok normal.
Ancak unutmamak gerekir ki, erkekler de aynı tornadan çıkmış gibi  yaratılmıyorlar. Onların içinde de uzunu, kısası, zayıfı, şişmanı, boduru, hantalı yani her çeşidinden insan var. Peki, bir kavga esnasında boyu kısa veya kilosu düşük olduğu için dayak yiyen erkekleri korumaya yönelik bir girişim, bir çaba, hatta bir düşünce var mı? Yok…
Öyleyse neden sadece kadınları koruma altına alma ihtiyacı duyuyoruz?
Haksızlığa uğrayan her insanı korumak devletin yasal görevi, insanların da vicdan borcudur. İnsanlık ve genel ahlâk elbette bunu gerektirir. Ancak “haksızlık”, sadece dayak yemekle ölçülebilecek ve değerlendirilebilecek bir kavram değildir. Tıpkı dayak atmakla haklı olunamayacağı gibi…
Toplum olarak en çok değer verdiğimiz kavramlardan biri ailedir. Ailenin de en büyük zırhı namustur. Dikkat ederseniz kadınlarla erkekler arasında çıkan tartışmaların temelinde hep bu “namus” meselesi yatar. Elbette sokakta rastladığı eski bir arkadaşına selam verdi diye bir erkeğin karısını çekip vurmasını ya da bıçaklayıp delik deşik etmesini savunacak değiliz. Ama gerçekten aile değerlerini hiçe sayıp, kimsenin kabul edemeyeceği bir hayat tarzı yaşayan kadınlara da alkış tutulması doğru mu?
“Olur mu öyle şey, kim bunu yapar” filan demeyin. Bu ülkede en çok satmakla övünen bir gazetede “Kocalarını Aldatan Kadınlar” başlığıyla hazırlanmış bir yazı dizisi aylarca sürdü. Aynı şekilde bir başka gazete bu başlıkla yayınına yıllarca devam etti. Bir kadının kocasını aldatmasını bu şekilde davul zurnayla dünyaya ilan etmesinin bir izahı var mıdır?
****
Evet kadınlara sevgimiz ve saygımız büyük. Biz, cennetin anaların ayağı altında olduğuna inanan bir kültürden geliyoruz. Kurtuluş savaşında sırtında top mermisi taşıyan analarımızı, evlatları için her türlü zorluğa göğüs geren kadınlarımızı tabii ki unutamayız.
Ama öte yandan sırf fiziksel yapısı daha narin diye, kadınların yaptığı her şeyi de masum gösteremeyiz. Sürekli kadınların mağdur edildiğini düşünmek, pozitif ayırımcılığın da ötesine geçen bir alışkanlık bir önyargı haline gelmiş sanki toplumumuzda.
Kadın haklarını koruyan dernekler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları, sürekli kadınlar lehine değişen yasalar, sığınma evleri, mor çatılar, devlet kademesinde bakanlık düzeyinde sahip çıkmalar… Acaba erkeklere biraz haksızlık etmiş olmuyor muyuz?
*****
İşine giden erkek hastalanıp eve geliyor. Anahtarıyla kapıyı açtığında içerden acayip sesler kahkahalar duyuyor. Yatak odasına girdiğinde, yatağında karısı ile sevgilisi çırılçıplak…
50 yaşını aşmış evli bir kadın yarı yaşında bir sevgili bulmuş, hafta sonları gece yarılarına kadar sevgilisi ile beraber. Sabaha karşı eve geldiğinde  kocası nerdesin diye sorunca; “gençken sen de bu saatlerde eve geliyordun ben sana sorabiliyor muydum ki sen bana soruyorsun” diye cevap veriyor.
Kadın çocuklarını kocasına bırakarak bulduğu genç sevgilisinin evine yerleşir, giderken tüm ziynet eşyalarını, kocasının biriktirdiği paraları da götürür. Eve geldiğinde şok geçiren koca banka hesabındaki paraların da çekildiğini öğrenir. Günler sonra gelen telefonda karısı, “boşanmak için seni mahkemeye verdim beni uğraştırma senin için iyi olmaz” diye tehdit eder.
Kendinden 10 yaş küçük sevgilisi olan  okul servisindeki hostes kadın, bir süre sonra kendinden 17 yaş küçük, oğlundan 3 yaş büyük başka bir gence aşık olur. Kadın bu iki adamı da mutlu etmek için tüm dişiliğini kullanır. Çalıştığı dağıtım şirketinin  arabasını hem otel, hem meyhane olarak kullanan evli genç adam sevgilisine para yetiştirebilmek için geceleri korsan taksicilik yapmaya başlar. İki sevgiliyi birden idare eden kadın bu sefer kendinden 16 yaş büyük birini bulur. Aynı taktikleri kullanıp onu da kendine âşık eder. İhtiyar kurt üç ay sonra genç sevgilisi ile kadını bir sinemada yakalar. Kadında en ufak bir utanma yoktur. Yaşanacakmış, yaşandı der.
Evli bir kadın hemşire, evli bir doktorla ilişki kurar. Sonra ikisinin de hayatının sonu olur.
Medyada günlerce haber olan sosyetik kızın zenci çocuğunu hatırlarsınız. Çırağan sarayındaki muhteşem düğünden birkaç gün önce veda partisi veren gelin hanım, zenci dansçılardan biriyle birlikte olur. Dokuz ay sonra eşinin doğumunu videoya çeken damat bey, zenci bir bebekle karşılaşır.
Kocasını 300 erkekle aldatıp sonra da bunu kitaplaştıran kadının haberini de hatırlıyorsunuzdur.
İşte size çevremizde yaşanmış yüzlerce olaydan sadece birkaç örnek… Peki bu durumda erkek ne yapmalı?
*****
Öte yandan ailede şiddet mağduru olanlar sadece kadınlar değil. Maalesef erkekler de şiddete maruz kalıyorlar. Gerçi bir erkek kadın tarafından şiddet gördüğünü kolay kolay söyleyemez, söylese de dinletemez ama resmi kayıtlara geçen olaylar,  bunun hiç de küçümsenmeyecek boyutlarda olduğunu gösteriyor.
İşte en son ve en yeni haber: “Aile içi şiddet vakalarında 2012’ye göre büyük artış yaşandı. 2013 Aralık sonu 13 bin 184 erkek şiddet mağduru oldu. 2012 sonu itibariyle ortaya çıkan rakamlar, 2013 Aralık sonunda kadınlarda ikiye katlanırken erkek mağdurlarda ise sayı yaklaşık 8 kat arttı.”
Kısacası erkekler de toplumumuzda en az kadınlar kadar şiddete maruz kalabilmektedirler. Bu konuda bakanlığın neden tek taraflı hareket ettiği sorusunu gündeme getirmek isterken, Aile Bakanlığımızın ve bazı belediyelerin de artık kadınlar gibi erkekler için de sığınma evleri açtığı haberini aldık ve sevindik.
En güzeli elbette ki kadın erkek ayırımı gözetmeden şiddeti tamamıyla hayatımızdan çıkarmak ve hiç kimsenin  mağdur olmadığı bir hayat yaşamaktır…