Unutkan bir İnsana her fırsatta yaptığı gibi, Şeytan musallat oldu! Ve başladılar mücadele ve kavgaya. Müvesvis / vesvese verici Şeytan dedi ki:
“Kur’an’ı dinlerken bir an için, tarafsız ol! Hele bir araştır bakalım; i’cazı / mucize oluşu nereden ileri geliyor?”
İnsan cevap verdi:
“Ey mel’ûn lânetlenmiş olan Şeytan! Bu hususta tarafsız olarak düşünmek, muvakkat / geçici bir dinsizlik sayılır. İltizamı / dinden taraf olmayı giderir. Oysa, iltizam / dine taraftar oluş, iman ve inancın bir gereğidir.”
Şeytan: “Farz et ki insan sözü! Bir de o nazarla bak! Kur’an’ın belâgati / düzgün ve hakikatli sözü, nasıl bir mahiyet gösteriyor?”
İnsan: “Ey racim / taşlanmış olan Şeytan! Tarafsız düşünmek başka, aksini düşünmek ve hattâ farz etmek, büsbütün başkadır. Zira o anlayış ve bakışta takılıp kalmak bir reddediştir. Çünkü biri adem-i kabul / kabul etmeme, kabulsüzlük. Diğeri kabul-ü adem, yani yokluğu kabul ediştir.”
Şeytan: “Muhâl / imkânsız olan da farz edilebilir. Farz ve takdir edilende, niza ve çekişme olamaz.”
İnsan: “Belâgat, sözün hâlin gereğine uygun düşmesidir. Halbuki mütekellim / konuşan, muhatap / hitap edilen ve güdülen maksadın esası; anlaşma ve uyuşmada; şüphesiz üç temel esastır.”
Şeytan: “Muhakkik / tahkik edip inceleyen, bir hâkimdir. Hâkim ise bîtaraf / tarafsızdır!”
İnsan: “Ey mel’un! Bu ilmî bir mes’ele değil, bu bir iman mes’elesi. İltizam / tarafgirlik ve itikad her dem onun özelliğidir. Başkalarıyla kıyas edilmez. Çünkü o bir vicdan mes’elesidir.
Bir mes’ele ki, tarafeyn / iki taraf yakındır birbirine; ortası düşünülür. İki taraf da razı olsa, el de yetişebilir.
İki tarafı birer ihtimalle hissesine rabteder / bağlar. Fakat bir tarafı Ülker Yıldızı üstünde, diğeri yerin altındaysa; o zaman iki taraf ortası olarak tarafsız düşünmek, hiçbir vakit olamaz. Orta yerde durmak; yani biri dünyada, diğeri gökte olsa; iki tarafa elini uzatıp, birer hisseyi vermek, tahkike hiç sığmaz. Mesafenin yarısında, aşağı tarafında farz ile bir meyelân, hem vehim ile ne kadar indirirse ona temayül etse, tarafgirlik olur. Fakat fena tarafta vesveseye itaat, insafa isyan olur.
Madem orta yeri tutulmaz; ya yerden farz edilir, o halde bahaneler gerekli olur ve çoğalır. Delil ve bürhanla ispata ihtiyaç olmayacak derecede açıklık kesinleşir. Mânileri / engelleri kıracak fevkalâde bir kuvvet; tâ farzedileni yerden Ülker Yıldızı üstüne çıkarsın. Böylece Kur’an, en yüksek mevkie oturtulmuş olur.
Tahkikin / araştırma ve incelemenin özelliği ise şudur: Madem Süreyya’da görünmüş, o sureti göstermiş; orada farz etmesi, tahkik metodunda her an farz ve vacibtir.
Onu orada görecek. Arş-ı A’lâda tutup onun bürhan ve delillerini mismar / çivi gibi takacak.
Evet, delilin sütununu imanın emin ve güvenilir eli ile, birer birer takacak.”
Şeytan: “Zannınız, nazımdaki letaif / lâtiflik ve güzellik; i’cazın / sözün mucize oluşunun göstergesidir. Kelâmın meziyeti şu farz ile değişmez!”
İnsan: “Tam bâtılı iltizam / benimsemek demek olan bu farz edişten, sahte bir kelâm sahibi çıkar ki, vicdan bundan dehşete düşer! O farzedişten öyle müthiş noktalar gelir ki, değil belâgatin i’cazını, belki bütün meziyeti mahveder.”
Şeytan: “Neden öyledir?”
İnsan: “Zira tahkik ve insafa zıt. O kâfirce sanışını da, -Allah korusun- bir riya ve bühtan / iftira ve yalanlar toplamı olarak farzetmek gerekir. Bu farzedişe Şeytan olan sen dahi, elbet cesaret edemezsin!.”
Şeytan: “Şeytan olmasaydım, seni tasdik ederdim ey İnsan!
Fakat işte bu noktadan kâfirlere şüpheler, mü’minlere vesvese veririm!”
Bu cevapla Şeytan, artık cevap veremeyecek durumlara düştü.
Başka şüphe verişlere doğru oradan uzaklaştı.