"LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI": "İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında aktedilen o malûm Sevres Antlaşması'nın değişik bir versiyonu, yânî "bir aldatmaca ürünü" olduğunu, daha sonraki yıllarda meydana gelmiş, daha doğrusu emperyalistlerce getirilmiş bir takım beynelmilel hadiseler daha bariz bir açıklıkla görünür hâle gelmiştir!... Tam adıyla, "LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI"nın iki çehresi vardır: "ATATÜRK'ÜN LOZANI" ve "İTTİHATÇILAR'IN LOZANI". Dolayısıyla bu ikisi arasındaki farkı görebilmek hemen her açıdan sadece önemli değil, aynı zamanda "Türkiyemizin istikbâli açısından da" son derece elzemdir!.. Meselâ, Yüce Önderimiz Atatürk'ümüzün, "Lozan"ında, "Mübadele" dışında hemen hiç bir "azınlıklar" problemi olmamıştır. Gerçi Lozan'da bir "Azınlıklar meselesi" ele alınmış ve "Gayr-ı Müslimler" bir şekilde "yarı vatandaş" durumuna düşürülmüşlerdi. Ne var ki, Atatürk için bu durum büyük çapta bir problem teşkil etmemekteydi. Zira, Yüce Önderimiz, "Gayr-ı Müslim" vatandaşların niçin bir etnik ve dini ayırıma tabi tutulmuş ve sözde Batılı Devletlerin himayesine muhtaç hissiyatının onlarda meydana getirilmiş olduğunun altında yatan iğrenç hesaplar hakkında yeterli derecede bilgi sahibi idi. Daha doğrusu, Batılı Devletlerin ne yaman plânlar peşinde olduklarını, belki inanmayanlar olacaktır ama, olağanüstü bir önsezi neticesi, onlar henüz yeni, yeni tasarılar plânlarken, Yüce Önderimiz, önceden tasavvur edebilmekteydi. Dolaysiyle, "1923'te Cumhuriyet Devletimiz tesis edildiğinde. İlk Parlamentoya; "Kuva-yı Milliye" hizmetkârlarından "Berç Keresteciyan (Türker) Efendi"yi Afyon-Karahisar'dan milletvekili seçtirdi. Daha sonra ise daha başka sahalarda da aynı sistem uygulandı ve Atatürk şöyle buyurmaktaydı: (Kalbinde başka bir ulusun sevgisini taşımayan ve kendisini doğrudan Türk kabul eden her fert Türk'tür!) Bu durum, Türkiye üzerinde bazı hesaplar peşinde koşanların elbette ki, hiç mi hiç işlerine gelmemişti. Çünkü "ırkçı" değil, "birleştirici" özellikleri vardı!.. Çünkü bu görüş, bu fikir, bu felsefe, Atatürk'ün karakter yapısında mevcuttu. O eşsiz Halâskâr, hiç bir zaman ayırımcı olmamış, her daim birleştirici bir düşünceye sahip bulunmuştu. İşte bu durum onların, yânî Türkiye'yi parsellemek isteyenlerin işlerine gelmemekteydi... Ne gariptir ki, Atamız'ın ömrü vefa etmeyecek ve böylece uğursuzların kurmak istedikleri kumpas için, diledikleri imkân doğacaktı... Nitekim, "10 Kasım 1938" günü, eşsiz Önderimizin ebedi hayata intikal etmelerinden sonraki yıllar, devamlı olarak ve fakat her daim kabuk değiştirerek, Türkiye'nin kader çizgisine bir nevi hâkimiyet kurabilecek derecede müessir olabilen bir ayrı (LOZAN ANLAYIŞI) yerleşip, daha güçlü gelişmelerle varlığını gösterdi ki, hâlâ aynı menfi gelişmeler sürüp gitmektedir... Onların mantığına ve etnik değerlendirmelerine göre: (Türk ırkından olmayanlar için iki hak vardı; Uşaklık veya kölelik!) Böylesi bir sakat mantığın savunacağı fikir veya adalet anlayışı, nasıl bir insani duyguya sahip olabilirdi ki?!.. Dahası, muhteşem bir Cihan İmparatorluğun yoklara karışmasında bu düşünce yapısının başlıca rol oynamış olduğunu hiç bir zaman unutmamak lâzımdır. Lâkin, çoktan unuttuk gitti bile hem de aynen bir basiretsizlik misâli!... Ancak ne acıdır ki, bu basiretsizlik başlangıç olarak, "etnik ayırım" fikriyatından ziyade; "Türk Boyları arası" başa geçebilme mücadele ve savaşlarıyla birlikte başlamıştır ki, "Sultan Fatih ile Uzun Hasan" arasında geçen (OTLUK BELİ SAVAŞI - "1473") bunun en bariz ve en köklü misâlidir diyebiliriz. Ne acıdır ki, günümüzde dahi mezkûr savaşın; aslında nasıl bir yıkıcı ve yok edici yönleri olduğunu anlayabilmekten uzaktır!... Cesur, kahraman ve bütün Boylar'dan üstün olabilme mücadelesindeki temel inanç Türk Boyları arasında tarih boyunca pek trajik mücadeleler geçmiş ve nihayet kısmen olsun son bulmuş ve fakat, onun yerini de "Gayrı Türk" fobisi almış ve en garibi de diğerinden de güçlü şekilde topluma tesir edebilmiştir. Gerçi garip diyorum ama, aslında emperyalist devletlerin Türk toplumu üzerinde uyguladıkları "azınlık düşmanlığı" propagandalarının rolü büyük olmuş ve olmaktadır. İşte "İkinci Lozan Anlayışı" böylesi bir inanca tabidir ve "Irk mevhumu" mezkûr düşüncenin temel felsefesini teşkil eder. Böylesi bir düşünce yapısında "Sosyal hayat", ancak tek bir Irk anlayışıyla değerlendirilir ve ona göre hareket edilir!... Ancak, meseleye mantık açısından eğilecek olursanız. Şu gerçek sizin için en doğru olanıdır: (Hz. Allah cümle âlemindir; ne tek bir ırkın ve ne de tek bir dinin.) Nitekim, "Cihan Hâkimiyetinin" kapılarını açan, Selçuklular ve onlardan bayrağı devralan Osmanlılar, bu faktörü en âlâ şekilde bildiklerinden, ona göre değerlendirmekte ve en mahir şekilde terazide denge sağlamaktaydılar. Bu denge ne acıdır ki, (1700'lerden sonra) kademeli şekilde bozulmaya başlamış ve nihayet koca bir İmparatorluğun başı yendikten sonra günümüze kadar gelinmiştir!... İşte: "Kızıl-Elma, Dünya-Türklüğü" neviinden özel ideolojilerin konusu dikkate alındığında, bu faktörün asla unutulmaması elzemdir!.. Ancak ne yazık ki, son derece önemli hem de ülkemizin varlığı açısından çok önemli olan bu hususu, hilafsız diyebilirim ki, düşünüp, tatbik sahasına koyan yalnız ve yalnız, Yüce Önderimiz Atatürk olmuştur. Şayet öyle olmasaydı, herhâlde günümüzde de "İttihatçı zihniyetle" hareket eden, "etnik ayırımcılar" olmazdı!... Ancak, bu tutarsız ve mantıksız fikir yapısını sürdürten tabii ki "Batı Emperyalistleri" olmaktadır. Zira, bizim "istisnalar dışında kalan" bir takım sözde aydınlarımız, hâlâ uyanmış değil ve batı kültürünün efsunu ile aynı yanlışı devam ettirmektedirler... Türkiye içinde yaşayan değil, aynı zamanda "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı" olmakla da varlıklarını sürdürmelerine rağmen, hâlâ sadece dini değil, aynı zamanda milletin bir nüvesi olmakla birlikte; "azınlık ve potansiyel unsur" olmaktan ileri gidilebilmiş değildir!... Bürokrat ve parlamenterlerimiz arasında yer alan bir çok fanatik ırkçı: "Bizleri Türk Milletine her daim düşman, yânî "iç düşman" olarak göstermekten hiç vazgeçmemekte ve aynı yanlışlarını sürdürmekte berdevamdırlar. Hem de bu tutumlarıyla ülkemize ne yaman zararlar verdiklerini hiç mi hiç düşünemeden!..." Böylesi bir ortamda "Demokrasiden dem vurmak", adaletten söz etmek tabii ki, biraz düşündürücüdür?... Çünkü, demokrasinin var olduğu ülkelerde "etnik ayırım" asla yapılamaz. Ama bizde eski parlamenterlerimizden, eski bakanlarımızdan da olsa, bazıları TV'lerde boy gösterip: "Lozan bahsinde": (Tabii ki etnik açıdan Lozan'ı düşünmek lâzımdır!...) diyebilmektedirler?!. Gerçek şudur ki, yegâne Halâskârımız Atatürk'ün "Lozan'ı" ile vefatından sonraki "Lozan görüşü" hemen bir çok açıdan yekdiğerine benzer olmaktan uzaktır hem de hayli uzak!.. Demokrasinin gerçekten var olduğu ülkelerde, hemen hiçbir fert kendi vatandaşına kalkıp da "Azınlık veya etnik potansiyel" neviinden tabirler kullanmaz. Ve zaten kullanamaz da. Soruyorum şu an sayın parlamentomuzda; "Ermeni veya başka azınlıktan" herhangi bir "Milletvekili" var mı?... Yoktur ve olmadığını da hepimizde bilmekteyiz. Niçin yokturu sormuyorum. Çünkü, sebebi yukarıdaki satırlarda açıklıkla görülmektedir. 1950'li yıllarda (DP) iktidarı döneminde üçüncü Cumhurbaşkanımız merhum Celâl Bayar'ın, Türkiye Cumhurbaşkanı sıfatıyla ABD'yi ziyaretlerinde, Türkiye göçmeni Ermeniler'in kendilerini sevinçle karşılayıp: Türkçe olarak: (Sayın Cumhurbaşkanımız Amerika'ya hoş geldiniz!) şeklinde hitapları, İstanbul basınında da yankı bulmuştu. Peki nasıl oldu da 1970'lerden sonra, bu olumlu münasebetler, tam tersi durumuna geldi veya getirildi?!.. Haklı olarak soruyorum: ABD'ki o olumlu Ermeniler'den niçin istifade edilmedi? Niçin onlarla yakın dostluklar kurulmadı?... 1965'lerde başlayan "Beyrut-Ermeni gösterileri" niçin yeterli derecede dikkate alınmadı?... Daha bir çok sual sorulabilir ve bütün bu suallerin cevapları hiç mi hiç müşkül değildir. Yeter ki, samimi olunsun ve doğrular meydana konsun. Şayet nasipse, önümüzdeki Cuma makalemi bu konuya ayıracağım. Yeni bir Cuma'da buluşabilmek ümidi ile, tüm değerleri okuyucularıma sonsuz başarılar ve mutlu tatiller diliyorum efendim. Önemli Not: Bu makale: (4 Nisan 2009 Cumartesi) günü yazılmıştır.