-Tarihimizin ölü doğan antlaşması-

Osmanlı Devleti malumları Birinci Dünya Harbi’nden 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak çekilmiş, Romanya ile Bulgaristan Osmanlı’dan önce, Avusturya ve Almanya ise Osmanlı’nın hemen ardından savaştan çekilmişlerdi.

Artık sıra savaşı sonlandıracak barış antlaşmalarına gelmişti. Ve bu amaçla savaşa sembolik olarak katılanlar dahil galip devletler 18 Ocak 1919’da Paris’ta toplanmışlardı. Her ne kadar konferansa 32 devlet katılsa da İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD’nin hakim olduğu toplantılarla barış şartları ancak üç buçuk ayda belirlenebilmişti. Bilahare barış antlaşmalarının ilki 28 Haziran’da Almanya ile daha sonra 10 Eylül’de Avusturya ile, 27 Kasım 1919’da Bulgaristan’la, 4 Haziran 1920’de de Macaristan’la yapılmış, Osmanlı Devleti en sona bırakılmıştı.

Değerli okurlarım, bilindiği gibi 19. yüzyılda artık Osmanlı, Düvel-i Muazzama diye anılan Avrupa emperyalizminin sarmalında ve yapılan bütün paylaşımların adeta hedefi halinde idi. Balkan Harbi sonunda bütün Rumeli’yi kaybeden Osmanlı toprakları üzerinde bütün Avrupa’nın gözü ve hedefi vardı.

Rusların Boğazlar ve Doğu Anadolu ile sıcak deniz isteklerine karşı İngilizler de Boğazları kapatarak Rusları sıcak denizlerden uzakta tutmak ve petrol alanlarını kontrol etmek istiyordu.

Fransızlar Suriye ve Çukurova’nın, İtalyanlar Batı Anadolu’nun, Yunanlılar da Anadolu Yarımadası dahil Büyük Yunanistan’ın peşindeydiler.

İstanbul’u Ruslardan başka Yunanlılar da Bulgarlar da istiyordu.

Almanya için ise Osmanlı coğrafyası, Asya ve Afrika’ya uzanan ve en kolay geçilebilecek bir köprü gibiydi.

Ve Osmanlı coğrafyası; bağımsızlık için kendi aralarında adeta yarış içinde olan ve bütün Avrupa’nın desteklediği pek çok ayrılıkçı unsurları da barındırıyordu.

Değerli okurlarım, yukarıda belirttiğim gibi topraklarının talibinin çok olduğu Osmanlının Birinci Dünya Harbi sırasında, İngiltere ile Fransa arasında 3 Ocak 1916’dan, Sykes-Picot Anlaşması ile taksimi kararlaştırılmıştı.

Daha sonra Rusya’nın da katıldığı bu antlaşma ile;

- İngiltere’nin Bağdat-Basra dahil Irak’ın güneyi bölgesini alması,

-Fransa’nın Beyrut ve Suriye’nin Akdeniz sahil şeridi ile Kilikya ve Sivas’a uzanan bölgeyi alması,

Filistin’in uluslararası bir bölge haline getirilmesi,

-Suriye ve Irak’ta İngiltere ve Fransa’nın himayelerinde Arap devletlerinin kurulması,

-Rusya’nın da ticari gemilerin geçişinin serbest olması şartı ile Boğazları ve ayrıca Doğu Anadolu’da da Erzurum, Trabzon, Van, Muş, Siirt bölgesini alması kararlaştırılmıştı.

Daha sonra Üçlü İttifak Blok’una giren İtalya’ya da İzmir, Aydın, Antalya, Konya illeri verilmiş ama Rusya anlaşmanın bu bölümünü kabul etmemişti. Bilahare İngiltere’nin İzmir’i Yunanlılara peşkeş çekmesi İtalya’nın müttefikleri ile uyuşmazlığı düşmesine neden olmuştu.

Malumları Mondros Ateşke Antlaşması’nın 7. maddesi ile Osmanlı, müttefiklerin lüzum gördükleri bölgeleri işgallerini kabul ederek, aslında topraklarının barış antlaşmasından önce paylaşılmasına zemin hazırlandığının, maalesef farkınde değildi. Nitekim ateşkesten hemen sonra İstanbul, Müttefik Donanmaları’nın üssü haline getirilmiş, Halep’le İskenderun ve Musul İngilizler ile Fransızlar tarafından, Antalya ve Kuşadası da İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Ve ayrıca Türk Ordusu’nun güneyde Toroslara, Kafkaslarda da 93 Harbi hudutlarına kadar topraklarımızın boşaltılmasına da başlanmıştı.

Anadolu’da bu işgaller devam ederken müttefikler Paris’te 30 Ocak 1919’da Osmanlı ile ilgili olarak şu kararı almıştı.

“Ermenistan, Suriye, Irak, Kürdistan, Filistin ve Arabistan Osmanlı Devleti’nden ayrılacaklardır.

Bu karardan hemen sonra Yunan Başbakanı Venizelos; Trakya ve Batı Anadolu’nun (Meis Adası’ndan kuzeye Marmara Denizi’ne kadar çizilen hattın batısının) Yunanistan’a verilmesini teklif etmiş, İtalya’nın itirazına rağmen İngiltere desteği ile Ayvalık-Soma-Alaşehir bölgesinin Yunanistan’a verilmesi kararlaştırılmıştı.

Konferansa katılan Ermeniler de bütün Doğu Anadolu ile Diyarbakır-Maraş-Adana ve İskenderun’da büyük devletlerin himayesinde bir Ermeni Devleti kurulmasını, tabii Kürtler Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Pontis Rumları da Kuzey Karadeniz’de bağımsızlık talep ediyorlardı.

Butun bu talepler için başta Venizelos, Pontus Rumları adına Trabzon Metropoliti Hrisantos, Ermenistan Cumhurbaşkanı Bogos Nobar ve Kürtleri temsilen de Şerif Paşa Paris Konferansı kulislerinde Osmanlı mirasından pay peşine düşmüşlerdi.

Mayıs ayı sonunda müttefiklerin görüşlerini almak üzere Paris’e davet ettikleri Sadrazam Damat Ferit Paşa konferansta yaptığı açıklamalarla; Anadolu’nun doğusunda bir Ermeni devletinin kurulmasına muhalefet etmemiş, Osmanlı’ya bağlı Arap ülkelerinin özellikle Hicaz’ın Osmanlı sınırları içinde kalmasını sağlamaya çalışmış, Türklüğün sınırının Toroslar olduğu gibi abes değerlendirmeler de yapmıştı.

Değerli okurlarım, bütün bu olumsuzluklara rağmen Anadolu’da Milli Hareket ayağa kalkmış, Misak-ı Milli ilan edilmiş ve Ankara’da TBMM de açılmıştı.

Birinci Dünya Harbi her yerde bitirilmiş ama Anadolu’da silahlar susmamıştı. Bu kargaşa içinde nihayet 24 Nisan 1920’de müttefikler Osmanlı Barış Antlaşması’na son şeklini verip 11 Mayıs’ta da Paris’te Tevfik Paşa’ya tebliğ etmişlerdi.

Anlaşma kabul edilebilir gibi değildi. Özetle: Boğazların yönetimi uluslararası bir komisyona bırakılmıştı. Trakya ile İmroz-Bozcaada ve Ege Adaları Yunanistan’a, Oniki Ada da İtalya’ya verilecekti. İzmir ve bölgesi Osmanlı egemenliğinde bırakılmakla beraber bu hakkın kullanımı beş yıllığına Yunanistan’a bırakılacaktı. Güneyde hudut Mardin-Urfa-Antep’in kuzeyinden geçirilmiş, Doğuda Erzincan-Erzurum-Muş-Mitlis-Van illerinde bağımsız bir Ermenistan’la Siirt-Hakkari illerinde özerk bir Kürdistan kurulacaktı. Ayrıca Diyarbakır-Elazığ-Sivas-Tokat Fransa’ya, Antalya-Muğla-Denizli-Konya İtalya’ya nüfuz bölgesi olarak tahsis ediliyordu. Ve Osmanlı Silahlı Kuvvetleri’nin sayısı 50.700 olarak belirlenmiş, kapitülasyonlar geri getirilmiş ve Osmanlı’nın bütçesinin de müttefiklerin denetimine tabi olması kabul edilmişti.

Ve bu çok ağır şartların zorla kabul ettirilmesi için Yunan Ordusu görevli değil miydi? Yunan Ordusu’nun Bursa’yı işgalinin hemen ardından 16 Temmuz’da Barış Antlaşması’nın on gün içinde imzalanması için Paris’te Osmanlı temsilcisine ültimatom verilmiş, daha sonra bu süre 10 gün daha uzatılmış, Yunan Ordusu da Trakya’yı işgale başlamıştı. 

Devleti Aliye’nin idam hükmü kadar ağır bu antlaşma için, yeni bir meclis toplamak mümkün olmadığına göre Saltanat Şurası’nı toplamaktan başka çare yoktu. Padişahın çağrısı ile memleketin önde gelen politikacı, din adamı ve askerlerinden 43 kişilik şura, padişahın başkanlığında toplanarak barış şartlarını görüşmüş ve Yunan Ordusu Trakya’da, Lüleburgaz’a girdiği sırada bir çekimsere karşı 42 kabul oyu ile onaylamıştı.

Daha sonra 10 Ağustos 1920’de Paris’te İstanbul Hükümeti adına Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis beyler tarafından izmalanmıştı. Evet imzalanmıştı ama Ankara’da TBMM; 7 Haziran 1920’de, İstanbul Hükümeti’nin yapacağı anlaşmaların hükümsüz olduğunu belirten bir kanunu kabul ederek yayınlamıştı. Ankara’nın bu antlaşmayı kabul etmediğini herkes gibi İngiltere de biliyordu.

Ayrıca Güneydoğu Anadolu’da Fransızlara karşı verilen milli mücadele Fransızları, Ankara ile temasa zorlamış ve Suriye’deki Fransa’nın Fevkalade Komiser Muavini 30 Mayıs 1920’de TBMM Hükümeti ile kısa bir süre için de olsa bir ateşkes imzalamıştı. Ve Fransa, İstanbul yerine Ankara ile bir anlaşma yaparak zımmen de olsa TBMM Hükümeti’ni tanımış oluyordu.

Ankara’da TBMM Hükümeti’nin en önemli meselelerinden biri de Ankara’nın yalnızlığının giderilmesi idi. Daha Fransa ile yapılan anlaşmadan önce 11 Mayıs’ta Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, Moskova’da Sovyetlerle bir dostluk antlaşması görüşmelerini başlatmıştı. Böyle başlayan Ankara-Moskova görüşmeleri sekiz ay sonraki Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması’nın yolunu açacaktı.

Değerli okurlarım, bu çalışmaların yanında malumları Ankara, hem Yunan Ordusu’nun taarruzları hem de Ankara’yı doğusu ve batısından sarmalayan İstanbul destekli ayaklanmalarla büyük baskı ve tehdit altında iken, bağımsızlık tutkusundan güç alan Anadolu’nun cefakar, fedakar, kahraman Türk halkı dimdik ayaktaydı.

Churchill’in, “Barışı onaylamak için Türklerle savaşmak gerekiyor” sözleri adeta durumun özeti idi. 

Kahraman Türk halkı, bütün varlığı ile çarpışacak ve ölü doğun Sevr’i tarihin tozlu raflarına atacaktı.

Değerli okurlarım, tarihte eşi menendi olmayan muhteşem Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere kahraman silah arkadaşları ve kahraman Mehmet, mücahit ve mücahideleri büyük bir tazimle anıyorum, ruhları şad, mekanları cennet olsun.