Sevmesek de…

Abone Ol

Cari açık ya da fazla, döviz karşılığında yurtdışına yapmış olduğumuz işler ile döviz karşılığında yurtdışından almış olduğumuz işler arasındaki maddi farklardır.
Yurtdışı alış ve satışlarımızın farkı, cari fazlayı ya da cari açığı, yani ülke kârlılığını gösterir. Yurtiçi satışlar ve alımlar ise, kendi içinde denge bulduğundan kârlılığa etkisi oluşmamaktadır.
Cari açığımız, Ocak – Eylül 2012 döneminde 38 milyar USD iken, Ocak – Eylül 2013 döneminde 49 milyar USD’ye çıktı. Geçen yıl ihracat gelirlerimiz aynı kalmasına rağmen, ithalat giderlerimizde 11 milyar USD artış olduğunu, yine Merkez Bankası verilerinden görebiliyoruz.
2008 mortgage ve İzlanda kriziyle başlayan küresel krizin, hâlen devam ettiğini ve önümüzdeki dönemlerde de devam edeceğini sürekli konuşuyoruz. Dünya piyasalarının kriz ortamında alımlarını durdurmuş olması, maliyetlerini ve kârlılıklarını en alt seviyelere çekmiş olması gayet normaldir. Bu nedenlede ihracatımızı artıramamış olmamız da gayet normaldir.
Normal olmayan ise ithalatımızdaki 11 milyar USD’lik artış. Her seferinde “Türkiye, özellikle bankalarının denetlenmesi ve iyi yönetilmesi sayesinde, krizi küçük sıyrıklarla atlattı” diyoruz.
Ama aşağıda detaylıca okuyacağınız sebeplerden, küresel pazarda küçülmemizi engelleyemiyoruz. Bu avantajı kullanamadığımızı görüyoruz.
Krizdeki ülkeler, kendi sorunlarını farklı yaklaşımlar ile çözmeye çalışıyor. En başta üretimlerini artırabilmek, küresel piyasada rekabet edebilmek için, maliyetlerini minimum seviyeye düşürüyor. Biz ise bu sayede Gaziantep’e adını veren, Antep fıstığını bile ithal eder duruma gelebiliyoruz.
Gaziantepli üreticiler de haklı; üretim yapmaları halinde, ulaşım ve gümrük masraflarına rağmen, yabancı ülkedeki üreticilerin satış bedelinin üzerinde maliyetler karşılarına çıkıyor. İneği bile Uruguay’dan getirmek daha uygun olabiliyor.
Demek ki, krizin teyet geçmesi, üretim yapılarımızı da bozmuş. Uzun vadede ise, üretmeden tüketmeye yönelen yapımız, bizi borç batağına daha da sürükleyebilir.
İlkokullarımızda, Türkiye’yi tahıl ambarı olarak öğrendiğimiz dönemlerden bugünlere geldik. 2013 yılının ilk dokuz ayında 40 bin ton kuru fasulye, 20 bin ton nohut, 210 bin ton kırmızı mercimek, 17 bin yeşil mercimek, 150 bin ton pirinç ithal ettik.
Dövizin bu denli yükselmesindeki en büyük sebep de budur.
Üretim biçimimizin değişmiş olması, tamamen ithal edebileceğimiz ürünler nispetinde üretim yapabilmemizi sağlıyor.
Üretimimizin tamamen dışarıya odaklı olduğunu, yine bize Eylül ayında 3,2 milyar USD, Eylül sonu itibarıyla 49 milyar USD oluşan cari açığımız açıklıyor.
Bu cari açığın bir de nakit akışı ayağı var. “Cari açık oluştu” tamam da, bu açık nasıl ödenecek?
Son çeyrekte ülkemize 10 milyar USD döviz girişi oldu. Dövizin hâlen ülkeye giriyor olması umut verici. Bu durum, Türkiye’nin kredibilitesinin devam ettiğini olduğunu gösteriyor.
Hâlen kredibilitemiz var iken, hem sanayide hem de tarımda doğru adımları atarak üretimizi artırmamız gerekir.
Tarım unutulmadan, azaltılmadan, teşvik edilerek büyümelidir. Sanayileşmede ise, sevsek de sevmesek de, küresel ekonomiye ayak uydurabilmek için, diğer uluslardan geri kalmamak için, kârlılığımızı artıran bu atılım yapmamız gerekir.
Ancak bu sayede, cari açığı cari fazlaya çevirebiliriz.
Ekonomiyi düzeltebilecek bu eylemler, parasal refahı yakalamamızı sağlar. Ama dünyayı ve maneviyatımızı korumayı sağlamaz.
Büyümeyi ekonomi, sosyal, kültürel alanlarda dengeli yapmamız için, dünya görüşlerimizi yükseltmemiz mutlak önceliğimiz olmalıdır.