Sevmek vermektir, katlanmaktır, onu merkeze alarak yaşamaktır. Onun tebessümüyle mutlu olmaktır. Onun hayat şartlarını kolaylaştırmak, onun başarısına hizmet etmekten zevk almaktır. Sevmek zor iş ve ödemesi yüksek bir hesaptır.
Sevgi, sevmek fiilinin, mastarının isim hali. Sevgi hayatımızın merkezindeki bir duygu. O duyguyu yönelttiğimiz nesneler, varlıklar, hedefler değişik elbette. Hayatta karşılaştığımız her şeye, nesneye, mekana, insana, başka canlılara sevgi duyabiliriz. Gözlerinde masum bir ışıltı olan çocuğa, türlü şekillere girmiş dallara, kar altında dalcıklara, renkli kuşlara, balıklara, çatılara yığılmış kara, sarkmış buzlara her şeye hazla, zevkle bakarız ve onlara karşı bir sevgi duyarız.
Daha kalıcı hallerde devam eden sevgi duygumuz da var. Anne,baba, kardeşler, kan bağı olan akrabalarımız, evimiz, mahallemiz, sokağımız, binamız, komşularımızın kimileri, güzel bahçemiz, kullandığımız herhangi bir eşyamız sevdiğimiz olabilir. Arkadaşlarımızın kimilerini diğerlerinden daha fazla sevdiğimizi hissedebiliriz. Demek oluyor ki sevmenin dereceleri var. Daha az, daha çok sevmek.
Herkes hatırlar: Çocukluğumuzda sormuşlardır, ‘Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?’ Her çocuk bu ikilem karşısında ne diyeceği konusunda biraz duraklar ve sonra da zekice cevap verdiğini düşünerek ‘İkisini de’ der.
Demek ki ikisi de kesinlikle sevilmesi gereken kişidir. Birinin ötekinden çok sevilmesinin söylenmesi tehlikelidir. Çünki daha az sevildiğini düşünen kırılacaktır. İşin içine bir hesap girmiş, hakikati itiraf etmektense gönül alıcı bir -belki de ilk- yalan söylenmiştir. Bu ilk, hayat boyu takip edeceğimiz yolun da bir çeşit eğitimini vermiştir.
Sonra bir başka yalanla karşılaşır insan. Din ile barışık yaşayanların yalanıdır bu. Mecazi aşktan hakiki aşka geçmek. Aşk, sevginin alev almış hali, köpürmüş hali, tutku derecesi, aklı tatile çıkaran durum. Gözleri kör eden fırtına. Bu yüzden aşkın gözü hep kördür. Ama sevginin değil. Sevgide akıl var, insaf var, vicdan var, ahlak var. Topluma saygı ve onun değer yargılarına hürmet var. Sevgi insana ait, çok insani bir duygu. Aşk öyle değil. Ona biraz şeytan karışır biraz da nefis. Aşk kudurtur. Halk arasında beylik bir söz vardır: Aşk dediğin bir sudur, İç iç kudur. Basit ve çok kalıpsal ama aynı zamanda çok hakikati içinde barındırır.
Aşk karşılık bekler, verdiğinden çok almak ister. Reddedilmeyi hazmedemez. Maşukunu malı kabul eder. Onu kimseyle paylaşmaz. Onu bizzat kendisine bile çok görür. O sadece aşık için olmalıdır. Aşık bencildir. Sevgi ile aşk arasında neredeyse bütün bağlar kesilir. Sevgi vermeyi hedeflerken, aşk almayı hedefler.
O zaman Türkçe’nin bir meselesi ortaya çıkıyor. Sevgili kelimesi çok yanlış kullanılıyor. Aşıkın maşukuna yaptığı her türlü haksızlık, bencillik, ‘bana yar olmayanı kimseye yar etmem’ herzesiyle birlikte bıçak darbeleriyle ya da kurşunla maşukunun canına kıymasını ‘sevgiliye 8 kurşun- sevgiliye 29 bıçak darbesi’ diye haber yapmak çok yanlış olmalı. Çünki onu yapan sevgili değil,aşık. Tartışılmaya çok açık bir mevzu.
İnsan sevdiğini paylaşır mı?
Toplumsal anlayışımız çerçevesinde bu soruya evet diyene takılacak sıfat bellidir. ‘Haydi oradan deyyus’.
Ama toplumsal genel kabuller her zaman doğru olsaydı bu kadar çok cinayet işlenmeyebilirdi. En iyisi, doğru bellediğimiz şeyleri bile kimi zaman gözden geçirmekte yarar var.
Bir Hatıra
Üniversite yıllarında laiklik çok güçlüydü. Laik iktidar ve erk dindar insanları tamamiyle kuşatmıştı.
Tabi derslerde herkes kendi inancı doğrultusunda bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Purofesör Doktor Takıyettin Mengüşoğlu şöyle diyordu öğrencilerine. ‘Sen inanıyorsan inan ama kimseye anlatma.’ Bu inancı insan beynine, gönlüne hapsetmenin, hayata müdahalesini önleminin en sağlam yoluydu.
O hocaya söylenenler aklıma gelince sevginin paylaşılıp paylaşılamayacağını merak ettim.
‘Efendim, her şehrin bir makbul yiyeceği vardır. Büryan kebabı, Cağ kebabı, etli ekmek, baklava gibi.
Şimdi düşünün, ben bir dükkanda oturmuş o güzel lezzeti massediyorum. Dükkanın önünden çok sevdiğim bir arkadaşım geçiyor. Ona olan sevgim yalan değilse, şu lezzeti onunla paylaşmam gerek. Sevgi bir deniz. Şu lezzet de benim sevgi denizimde, o arkadaşım da. Onu ona nasıl sunmayabilirim? İkisi de benim lezzet deryamda iseler buluşacaklar.
Hoca ısrar etmedi. Çok muhtemeldir ki ne demek istediğimi anlamamıştı.
Aşık maşukunu paylaşamaz. Ama seven sevdiğini paylaşır.
Allah’ı severiz, O’nu başkalarının da sevmesini isteriz. Peygamberimizi, dinimizi, kitabımızı, ahlakımızı, aklımızı, hatta kendimizi, milletimizi, ailemizi severiz ve başkalarının da sevmesini isteriz. Sevdiğimizi yani sevgilimizi paylaşırız.
Sevdiğimiz kişiyi durmadan anarız, onun niteliklerinden, iyi hasletlerinden, güzel huylarından, çağcıl söyleyişle onun artılarından söz ederek onu başkalarının da sevmesini isteriz.
Son Nokta
Tasavvuf ehlinin çokça başvurduğu mecazi aşktan hakiki aşka geçmenin çok benimsenmiş bir yalan olduğunu söyledik. Aşkın anlatılan özellikleri dikkate alındığında, mecazi aşkın muhatabının bir karşı cins bireyi olduğu dikkate alındığında sevgiden, aşktan başka şehvet duygusu işe karışır. Şehvet duygusu insana hakim olduğunda diğer bütün duygular, din, ahlak, insaf, vicdan, merhamet sessizce çekilirler bir kenara beklerler. Şehvet nöbeti geçmeden o insan insanlığından sıyrılmış bir yaratık olmuştur.
İşte o yüzden saldırılar, cinsi tecavüzler, öldürmeler, alıkoymalar, günahlar işlenir. Muhatabın kaç yaşında olduğuna, çocuk mu ergin mi olduğuna bile bakılmaz. Onun istekli olup olmadığına bakılmaz. Hatta o tehdit edilerek, bir zaafı kullanılarak istismar edilir. Sevginin huzur ve sükun dolu ikliminden uzaklaşmak her zaman tehlikelidir. Aşk ve şehvet insanidir ama insanı insan olmaktan çıkarabilir.