Niçin sessizlik?.. Çünkü, "Türk-Ermenileri"nin sesini duyurabilmesi, zorluk bir yana, hiç mi hiç mümkün değildir. Zira, biz Ermenilere karşı samimi olan pek az vatandaş mevcuttur. Çünkü, "ses duyurucu kuruluşlar" Türk-Ermenisine sadece bir açıdan yaklaşmakdadır ki, o da; olumlu değil, olumsuz yönde olmaktadır... Niçin bu böyledir? Böyledir çünkü, "Türk-Ermeni Münasebetlerinin" bozuk oluşu ve mezkûr durumun üçüncü devletler tarafından kendi çıkarları açısından değerlendirilmesi, her iki milletin barışıp, yeni bir sahife açabilmesinde birinci derecede mâni teşkil etmektedir!.. Dolayısıyla da, bu durumun en ziyade ceremesini çeken, Türk-Ermenileri olmaktadır. Zira, halkımıza son derece menfi yönden bilgi aktaran bir takım hamasetçi veya solcular, Türk Milletinin bir nüvesi durumundaki Türk-Ermenileri, Türk Milleti tarafından adeta tanınmaz bir hâle gelmiş, bu duruma getirenler de neşelerinden adeta uçar hâle gelmişlerdi... Ermenileri, Türkler'e kötü gösterebilmek gayesiyle hareket edenler; Türkiye'yi parçalayabilmek için iki asırdır hudutsuz çaba göstermiş bulunan o malûm Emperyalistlerin ülkemiz içindeki uzantıları olmuş ve hâlâ olmakta berdevamdır!... Meselâ, sayın Başbakanımız'ın, "Davos görüşmelerinde" moderatör olarak görev yapan ve görevinde Başbakanımıza hakaret edercesine hareket eden, "ABD'li Gazeteci, David Ignatius" Ermenistanlı olduğundan dolayı: "Ermeni asıllı Yahudi" şeklinde Türk Milletine tanıtılmak istenmiş ve öyle de tanıtılmıştır. Halbuki, "Ermeni asıllı Yahudi" tabiri gibi saçma bir yakıştırma olamaz. Çünkü: "Yahudi, Yahudi'dir. Ermeni de Ermeni." Bunu bir takım yakıştırmalarla değiştirmeye çalışmak gibi bir saçmalık olamazdı. Dahası, İsrail'de yaşayan Türkiyeli Musevilere de, "Türk asıllı Musevi" diyenler ise yine aynı kimselerdi!.. Durum aynen şudur: (Şaibeli bir Yahudi oldu mu "Ermeni asıllı Yahudi." deniyor. Yok şayet durumu normal ise: "Türk asıllı Yahudi". Türkiyeli Yahudi olur. Ama, Türk asıllı Yahudi? İşte bu mantık dışı bir iddiadır ve bu iddia, muhatabı Yahudi olunca, değer kazanıyor!.. Dahası, mezkûr kavmin herhangi bir meselesinden söz edilecekse, çok dikkali olmak ve en ufak bir toz kondurmamaya dikkat etmek lâzımdır. Zira anında "Anti-Semitizm" gibi bir yafta anında sizi bulur. Bu bir iddia değil, bilakis gerçeğin ta kendisidir. Meselâ: Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan Bey'in, Davos'daki sert çıkışından sonraki günlerde verdikleri beyanat; hem ibret alınıcı ve hem de derin, derin düşündürücü yönleri bulunan bir açıklamadır. Buyurun hep birlikte okuyalım: (Hürriyet Gazetesi-30 Ocak 2009 Cuma) (İSRAİL HALKINI HEDEF ALMADIM! Tepkisinin moderatöre olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan, "Ne İsrail halkını ne Cumhurbaşkanı Peres'i ne de Musevi halkını hedef aldım" dedi.) Aynı tarihli "Hürriyet"te, Sayın Oktay Ekşi Bey'in yazısı: (DAVOS'TA SKANDAL Azarlamacı Başbakanımız Tayyip Erdoğan dün de Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'i azarladı. Hem de bir uluslararası toplantıda ve -Televizyonlarının başındaki milyonlarca izleyicinin önünde- olmayacak bir şekilde yaptı bunu. Türkiye'yi nasıl bir "sinirlerine hâkim olamayan" politikacının yönettiğini tüm dünya âlem gördü. ................................................ Ama, diplomasi kurallarının geçerli olduğu ortamlarda sinirlerine egemen olan kazanır. Çünkü sinirlerine egemen olan duygularıyla değil, aklıyla hareket eder. Örneğin en olumsuz koşullarda bile muhatabına: "İnsan öldürmeyi siz iyi bilirsiniz." gibi bir sözü, o söz velev ki doğru olsun söylenmez. Çünkü her şey unutulur, böyle bir söz unutulmaz. Unutulmaması bir yana; "İlişkilerimiz bundan zede görmez" dense de ilişkileri fena halde zedeler.) Sadece Hürriyet Gazetesinden aldığım bir haber ve bir yorum. Sadece Türkiye'nin değil, bütün cihanın bir gizli düşmanın pençesine düşmüş bulunduğunun en açık misâli olabilmesi için yeter de artar bile!.. Sayın Başbakanımız: (Tepkim moderatöre idi. Ne İsrail halkını, ne Cumhurbaşkanı Şimon Peres'i, ne de Musevi halkını hedef aldım.) Peki, moderatörün tarafgir davranması, İsrail'in Gazze'de uyguladığı katliamın sorumluluğunu, "Musevi Milleti'nin Ordusu" yüklenmeyecek de "moderatör mi yüklenecek?!.." İsrail Cumhurbaşkanı, katliam yapan bir ordunun Cumhurbaşkanı değil de hangi milletin ordusunun Cumhurbaşkanıdır?... İsrail Ordusu'nun mevcudu hangi milletin fertleri tarafından meydana getirilmiştir; İsrail milletinin değil mi?.. Şayet bu katliamı yapan, hem de hemen hiç bir ülkenin ikazına kulak asmadan icra eden, ordu Ermenistan Ordusu olsaydı, acaba nasıl bir tepki görecekti?... Hemen cevabı hazırdır: (Kahbe, canavar Ermeniler! Kadın çocuk demeden vicdansızca her önlerine çıkanı katlediyorlar?!..) Ben bu meselenin derinliğine inmek istemiyorum ve zaten yıllardır yazıp, çizdiğim bir konu. Ancak, mezkûr durum şunu gösteriyor ki; Yaşadığımız bu fâni âlemde, hak ve hukuk sadece ve sadece kuvvetli olanındır. Aksini iddia etmek ise, basiretsizliğin ta kendisi olmaktan ileri gitmez!.. Sayın Ekşi ise, meselenin bir başka yönüne değinerek özetle: (Bu davranış yüzünden Türkiye'nin ilerde zarar görebileceğinden) söz etmekte ve diplomasi yapılamadığı için, yânî "diplomatik tarzda" konuşulmadığı için, büyük çapta hata işlenmiştir, demek istemektedirler. Peki ne denecektir? Şöyle denmesi icap etmekteydi: (Ekselans! Gerçi Gazze operasyonu gibi problemler var ama bunlar savaşın kötü kaderinden meydana gelen problemlerdir. Ne ekselanslarını ve ne de İsrail Ordusu'nu bu sebeple itham etmemek ve barış için aracı olmak lazımdır...) Evet böyle mi konuşulması lâzımdı? Ve zaten her daim öyle konuşulduğu: "saldırıları, taarruzlara" her daim "OPERASYON" adı konduğu, halkımıza dünya gerçekleri her daim düzeyden gösterildiği için, bizler yıllardır ıstırap çekip durmaktayız!.. Taviz vermenin, gerçeklerden kaçmanın, ağız eğimenin adı zaman içinde "diplomasi" olmuş ve zayıfın karşısında şahin, kuvvetlinin karşısında susmayı yeğlemenin neresi diplomasidir, sorabilir miyim?.. Bendeniz AKP'li değilim ve siyaset dışı olmak üzere hakiki manada bir Atatürk'çüyüm! Yânî ne AKP Hükûmeti'ni ve ne de Başbakanımızı korumakta değilim. Hemen hiç kimse böyle bir iddia ileri süremez. Ancak Davos'ta konuşan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Başbakanı idi. Ve bizler kendi Başbakanımızı "dış meselelerde" her açıdan korumak durumundayız. Yermek veya en azından tenkit etmek değil! Bizler, (Nazi-Esir Kamplarında muhtelif metotlarla katledilen) Museviler'in uğradıkları zulmü hiç bir zaman unutmamış ve elimizden geldiğince: "Kitap, makale ve dökümanter filmlerle" defaaten dile getirmiş ve hâlâ getiren bir milletiz. Ama, bunun böyle olması, Türkiye'nin Orta-Doğu'da işlenen dehşetengiz bir trajediye sebep olanları görmezlikten gelmemiz hiç bir zaman beklenemez. Tabii ki, daha başka bir tavır takınmamız bizlerin kalplerini yaralardı!.. Mesele, sadece "Filistin-İsrail" meselesi olarak değerlendirilmekte ve o açıdan dikkate alınmaktadır ki, bu büyük bir yanlıştır. Çünkü bizim "İsrail, Yahudilik veya Siyonizm" gibi yakıştırmalarla ele aldığımız bir "Orta-Doğu Meselesi"nin arkasında nasıl güçlerin yattığı hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Bu öyle bir güç ki, Yahudi görünümü altında, muhtelif metotlar kullanarak, Cihan Milletlerini bir şekilde sessizce hâkimiyeti altına almış bulunduğunu hiç mi hiç düşünemiyoruz!.. Şöyle ki, hemen her problemli meselede bizlerin dikkate aldığı çoğunlukla: "Yahudi, Ermeni ve Rum" azınlıklarıdır. Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, Türkiye üzerinde çevrilen muhtelif entrikaları gözlerden uzak tutabilmek için bu üç kavimin mensupları her daim bizlere birer potansiyel düşman olarak gösterilmiş ve hâlâ öyledir. Ancak içlerinde en ziyade dikkate alınanları da sadece "Yahudi ve Ermeni"dir. Çünkü, birincisi "Cihan Hâkimiyeti ideolojisi" itibarıyla, ikincisi ise "Büyük Ermenistan hülyası" ile Türk insanına tanıtılmakta ve böylece her iki kavmin de menfi açıdan değerlendirilebilmesi sağlanmaktadır. Bunu yapan veya yapanlar ise muhakkak ki Türkler değildir ve sırası gelince bu esrarengiz konuya da temas edeceğim. Mutlu tatiller dileklerimle, inşallah bir daha ki makalemde buluşmak üzere. Önemli not: (Bu makale, 9 Şubat 2009 Pazartesi tarihinde yazılmıştır.)