Dingin yaşamıma yeniden dinamizm kattım.

Tarihi Yarımada’nın buram buram ‘eski’ kokan kültürünün göbeğinde ‘restoran’ tadilatına başladım.

Proje harika… ben tasarıma aç… meslekte ikinci baharın hoyrat patlamaları içinde atlıyorum balıklama…

Bir heyecan bir heyecan.

Önce gece gündüz detay çözeceğim sonra kağıda aktarıp yavruyu ayağa kaldırıp yürüteceğim…

Üstelik her ne kadar tutmasam da ramazanın bana  huzur veren sahur ve iftarlarını da oruç tutanlarla paylaşma ritüeli da ayrı keyif.

Keyifle & Hırsla başladım.

Bu bölgede 12 yıl önce de bir restoran yaptığım için tüm gün ve gece iyotun bedenimde yaptığı sakinliği, yorgun gecenin sabahlara varışında uykuya susamışlığım, her gün ikram edilen balık keyfini çok iyi biliyorum.

Tüm gün Şehir Hatları vapurlarının hızlı çekim gidiş gelişlerini, İstanbul eşrafının tıpkı Rimsky Korsakoff’un  Flight Of The Bumble Bee eşliğinde sağa sola savrulmaları.

Arıların Dansına eşlik eden çok gerilerde kalan Topkapı Sarayı’nın yorumladığımız, bilmediğimiz yaşanmışlıkları…

Boğaziçi Köprüsü’nün üzerinden sini gibi doğan güneş.

Seher yeli ılgıt ılgıt esen bahar yeli…

İşte yine İstanbul’un göbeğindeyim. İstanbul ağır bir roman gibi. Yıllardır yaşanmamışlıkların tarihi mistisizmi…

Ben yine iç mimarinin o bela gelgitlerinde, detay çözmelerinde uykusuz gecelerindeyim.

Keyifliyim.

Başladım…

….

Başlamaz olaydım diyemeyeceğim ama…

Buradan sonrası ülkenin genel haline cuk oturmakta.

Son 10 yılda işte bu sektörde de çok ‘değişim’ ler olmuş.

İlk gün;

(İş yetişecek dedik ya.)

Türk hali vur dedin mi belini kırar!

Balyozlar vuruldu.Toz duman içinde, eskileri söküp attık.

Undan adamlar şeklinde betonun o enfes asbestini soluduk.

!5-20 kişi gelip bir gecede tabir yerindeyse yerle bir ettiler.

Acaba elektrik mi var, burada bu malzeme işe yarar mı diyen yok.

Dan dun işte yerle birdeyiz.

Sonra anlamadığım birileri geldi, batan geminin malları bunlar gibi ortalığın kargaşasından faydalanıp çok seri ortalığı erittiler. ( Deprem de tek kalan çocukları toplayıp kaçanlar da bunlar gibi birşeydi sanırım.)

Aman Tanrım. Çok şaşırdım. İnşaatlar yapan ekip değil, vurup kaçan ekip olmuş.

Çok seri hareket tak tak bitti.

Sanki taaa Süleymaniye’ye kokusu gitti eski paslanmazların…

Ben şaşkınlarda ben mutsuz ben içim acıyan sosyete görüntüsü sergilemekteyim.

Sadece adım kalmış; Mimar.

Doğan Hoca’nın anılarını hatırlıyorum.

Mimarlar Dik Durur!

Dik duracağım ve bu iş öyle böyle bitecek!

.

Sonra ki günlerde,  

Kocaman kocaman projeleri taze taze getirip şantiye duvarına astım, eskilerde yaptığım gibi.

Amannn cıfıt çarşısı gibi ekipler.

Her kafadan bir ses.

Herkes mimar herkes tek başına iktidar hırsında.

Mimar mı? Tüm sorumlu işte bu kadın. Ama biz bildiğimizi yapar ona …..oku atarız diyen gözler.

İki ileri bir geri gidiyoruz evelallah !

Mekanı gizemini bu kendi kafasına dik ve en doğrusunu yaptığını sanan ustalara ve kendime bıraktım ve maalesef içimin acıdığı hallerdeyim.

Kimse asılı projeme bakmayıp, kafasına göre ilerleme çabasında. Mimari orkestra şefi de neymiş?

En iyisini ben bilirim modu.

Gözümün önünde; tek çek dediğim prizler üçlü çekilmekte, tavan kodunu böyle anladım denmekte, yok hocam siz böyle dediniz ya deyip beni nasıl al aşağı etme planları, diğer restoranlardan gelip hain eleştri yapan mekan sahipleri, her imalat basamağına çomak dürten gelen geçenler ki göya mekanı dışarıyla izole etim- üstüne üstlük yanlış yapılan her harekete para istemeler- bir afra tafralar sanki kamu hizmeti yapıyorlarmışcasına ‘Toplayıp git diyor gönül’ deyip beni ortada bırakma ayağı… Tabii ki yemedim. 

‘Hemen topla git’ ‘Bu yetişecek’ ‘Uyumayacağız, müşteri velinimetimiz erken bitirmemiz gerek’ ‘ Çok konuşma, böyle olacak’ nidalarım.

Ay ne yorucu ve insanların ne boyuta geldiği manzaraların içimde ki derin keder hali.

Oldu bittiye getirip, üç kuruşla başladıkları işi  üç bine getirdikleri araya sokuşturdukları işler, yarım bırakıp ekip gitti şuradan birini getirip yapalımların  düzeneği ve 1 saate akıl sır ermeyen meblağlar istemeler. Sanki ben koca bir salağım. Hiç bu oyunları görmüyorum. Ya da mal sahibi salak.

Ne saçma bir piyasa ve insan yazılımı bu be?

Değişimmiş. Nasıl keyifli bir iş olur ki böyle bir akışta?

Yok aga değişmek istemiyorum. 

Herkesin kafasına göre kural koyduğu, açgözlü, bencil, iş bilmeyen ama en doğrusu benim diyen, acımasız, iş bildiğini sanan bu ekipleri görmek tanımak istemiyorum.

Denizden babam çıksa yerim denir ya, inşaattan çıkanı yerim, olmuş.

Benden uzak durun.

Oruç tutmakla bu iş olmaz.

Önce ruhunuzun orucunu tutun. Bir sakin olun, ne amaç taşıdığınızı hatırlayın, bereketini düşünün…

Herkes böyle oldu diyorsanız vay gidişatımıza…

Sen ben dersen, o ben derse nasıl kavuşuruz, bize?

Bu nasıl açlıktır bu nasıl bir tüketmedir yaaa…

……

İşi henüz teslim etmedim. Çok güzel bir finişe gideceğimi biliyorum. İnançlıyım. Israrcıyım. Tecrübelerimi koltuğumun altında saklıyorum. Kötü hallere pabuç bırakmıyorum.

Ama ne yazık ki insanoğluna olan güven eksikliğim artarak devam ediyor. Bedenim değil, ruhum yorgun. 

Yolu düşenleri beklerim. 

Her zaman bir şantiye çayı bakidir …

Köprü’de Galata Sembol Balık’tayım.