Şerri / kötülüğü işlemek ve yapmak şerdir. Çünkü şer; kötülük, fenalık ve bir günahtır. Şerri / kötülüğü halk etmek / yaratmak ise şer, kötülük ve fenalık değildir. Nasıl ki pek çok maslahat ve faydaları içinde bulunduran bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam: “Yağmur faydalı değildir!” diyemez. Evet, yaratmak ve icatta yani var etmede; cüz’î / az bir şerr, fenalık ve kötülük ile beraber; içinde pek çok hayır ve fayda vardır.
Cüz’î / küçük bir şerr ve kötülük için, içinde pek çok fayda bulunan hayrı terk etmek; pek büyük bir şer yani kötülük ve fenalık olur. Onun için, o cüz’î / azıcık şerr yani kötülük ve fenalık; hayır, iyilik ve güzellik hükmüne geçer. Çünkü, Allah’ın bir şeyi icat ve yaratmasında; şer / kötülük ve çirkinlik yoktur. Aksine, çirkinlik ve kötülük; kulun bir şeyi işleyip yapmasından ve istidadından ileri gelir. Çünkü sonuç, kulun kendi kabiliyetine aittir.
Hem nasıl ki, İlâhî kader sonuç bakımından şer, kötülük ve çirkinlikten münezzeh ve uzaktır. Öyle de; illet, sebep ve gaye bakımından da; zulüm, haksızlık, çirkinlik ve kabahatten de mukaddes ve temizdir. Kısaca İlâhî kader; kusur ve noksanlardan beridir. Çünkü, kader hakikî ve gerçek illet, sebep ve gayelere bakar; adalet eder. Yani, her hak sahibine hakkını tam ve eksiksiz olarak verir. Ona hakkaniyet ve âdillikle muamele eder.
İnsanlar ise, zahirî / görünürdeki illet ve sebeplere hükümlerini dayandırırlar. Böylece, kaderin aynı adaletinde; zulme, haksızlık ve adaletsizliğe düşerler. Meselâ, hâkim seni çalmadığın halde, hırsızlıktan dolayı mahkûm edip hapse atar! Oysa sen hırsızlık yapmış değilsin. Fakat, kimsenin bilmediği, gizli bir katlin / birini öldürmüşlüğün var! İşte, bu sebepten ötürü, İlâhî kader / Allah’ın kader kanunu seni o hapisle mahkûm etmiş olsa da; aslında kader / İlahî hüküm, o gizli katlin / cinayetin için seni mahkûm edip adalet etmiş oluyor. Hâkim ise, masum / suçsuz olduğun hırsızlığa dayanarak, seni mahkûm ettiği için, zulüm, haksızlık ve adaletsizlikte bulunmuş oluyor!
İşte, bir tek şeyde; hem kader, hem de İlâhî yaratmanın adaleti kendini gösteriyor. İnsanın yaptığı çalışmasında ise zulmü görünüyor. Bunun gibi başka şeyleri de, buna kıyas et ve karşılaştır. Demek, kader ve Hakkın yaratması; başlangıç ve sonuç, asıl ve dallar, sebep ve sonuçlar bakımından şer, çirkinlik ve zulümden münezzeh ve uzaktır.
Eğer denilse: “Madem cüz-i ihtiyarî / kula verilen arzu serbestliğinin icada / vücuda getirmeye kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî / var sayılan hükümden ibaret olan kisb ve kazanımdan başka insanın elinde bir şey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, açıklamaları âciz bırakan Kur’an’da; yer ve göklerin Yaratanına karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş. Arz / yer, sema ve göklerin Hâlıkı / Yaratanı; ondan azim / büyük şikayetler ediyor. O âsi insana karşı mümin kuluna yardım için, melekleriyle ona destek oluyor. Ona büyük bir önem veriyor?”
Deriz ki: “Çünkü küfür, isyan ve seyyie / kötülük; tahrip / harap etmek ve yok saymaktır! Halbuki, azim tahribat ve hadsiz yok edişler; bir tek itibarî / var sayılan işe ve yokluğa bakabilir. Nasıl ki, büyük bir geminin dümencisi görevini yerine getirmemesiyle, gemi batıp, bütün görevlilerin tüm gayretleri boşa gider. Bütün o tahribat ve yıkımlar, bir görevi yapmamanın sonucudur. Bunun gibi, küfür / inançsızlık ve itaatsizlik, yokluk ve tahrip çeşidindendir. Cüz-i ihtiyarî / kulun seçme serbestliği, var sanılan bir emir ile onları tahrik edip, müthiş neticelere sebebiyet verebilir. Zira, küfür bir seyyie ise de, bütün kainatı / evreni kıymetsizlik, abesiyet ve lüzumsuzlukla hakir görür! Vahdaniyet delillerini gösteren bütün mevcudatı yalanlar! Tecellî eden bütün İlâhî isimleri çürütür! İşte Yüce Allah; tüm kainat ve mevcudat ve İlâhî isimler namına, kafirden şiddetli bir şekilde şikayet ediyor. Dehşetli tehditlerde bulunuyor. Bu ise, gereğini yapmanın ta kendisidir. Böylelerine ebedi azap vermek, tam bir adalettir. Madem insan küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor. Az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için ehl-i iman / inananlar onlara karşı, Allah’ın sonsuz yardımına muhtaçtır. Çünkü, on kuvvetli adam bir evin muhafazasını ve tamiratını üstüne alsa, haylaz bir çocuğun o evi ateşe vermeye çalışmasına karşı, o çocuğun velisine başvurmaya mecbur kalmaları gibi, müminler de, böyle edebsiz baş kaldıranlara karşı dayanmak için, Allah’ın yardımına muhtaçtırlar.”