Biri var dualarıma gizledim.

Dua ettikçe çoğaldı içimde.

Sevdikçe, onu düşündükçe daha da çoğaldı.

Ne zormuş severken gizlemek.

Tanrıyla ortak bir işe girmek.

                                                            Melda Zirek

“Zaman ne çabuk geçiyor?”  Diye sordu elindeki kahvesini yudumlarken kadın. Saçlarını geriye attı hışımla. Elleri titriyor gibiydi. Öfkesi zamana mı yaşadıklarına mı karşısında put gibi duran adama mı belli değildi. Bileklerine doğru uzayan damarlarındaki kan akışı net belli oluyordu. Bileklerini gösterdi. İki bileğini masanın üzerine vurdurarak koydu. Bu damarlardan geçen her kan zerresinin maksadı sendin. Senin için dolandı yıllardır çeperlerimde.”dedi.

Gözleri ağlamaklıydı kadının. Elleri yorgun. Adam sessizliği yırtmak istedikçe daha da gömüldü içine. Nefes alamıyordu. Kendisiyle savaşıyordu. Onu yıllardır esir eden sessizliğe tekme atıp koşmak istiyordu sevdiği kadına. İmkânsız bir aşkın tam da ortasında yaşıyorlardı yıllardır. İmkânsız olduğu için mi acı veriyordu yoksa acı verdiği için mi imkânsızlaşmıştı bu aşk, bilmiyorlardı. İkisinin de bildiği tek şey; imkânsızlaştıkça güzelleşmişti. Bağlandıkça birbirlerine, kopmaya başlamışlardı. 

“Artık sadece dualarımda kalacaksın” dedi kadın. Öfke çoktan gitmişti ses tellerinden. Yerine hüzün ve yalnızlık yerleşmişti. Masada yatan bileklerini kaldırdı güçlükle. Halteri kaldırmaya çalışan ağırsiklet güreşçiden farksızdı. Zafer kazanamamıştı ama kangrene dönüşen bu aşkın bileklerini az evvel kesmişti. Ter boncuk olmuş akıyordu tüm bedeninden. Sırılsıklamdı.

 Bu defa aşktan değildi! 

“Yüreğim yasaklı kitaplara dönüştü her an bulunmaya hazır, tetikte!” dedi adam titrek sesiyle. Sesinde terk edilmeye hazır bir adamın korkusu gizliydi. Sadece sesi değil tüm bedeni titriyordu.

Kadına yaklaştı. Bileklerini avuçlarının arasına aldı. Okşadı.

“Sen benim imkânsızımsın.” Dedi.

Kadın uzaklaşmak için manevra yaptı. Bileklerini kurtardı adamın ellerinden. 

“Peki” dedi.

Ve gitti.

Sevda kaçsın çayınıza.