Çocukluğumda şahit olduğum, beslendiğim kültür ortamlarının önemini ilkin Evliya Çelebi’nin anlatımıyla okumuştum kahvehanelerin edebiyat, sanat çevrelerinin toplandığı mekanlar olduğunu. Daha sonra İstanbul’da meşhur kahvehanelerin müdavimi edebiyatçı, sanatkâr ve yazarların sohbet ettiği mekanların müdavimi olmaya başladım.

Bazen bambaşka dünyalara alıp götüren, gençliğinizin, kültür ve hatta bilincinizin kavileştiği dönemlerden esintiler taşıdığı hazzını aldığınız bir kitabı elinizden bırakamaz, satırlar arasında kaybolursunuz ya ben de Turgay Bostan’ın “Kalaycı Hilmi Destanı” romanını okurken bu tür bir iksirin içinde olduğumu kitabı bitirdiğimde fark ettim.

İlk kez okuduğum bir yazar hakkında kesin kanaatin hasıl olması için birkaç kitabını okuma ihtiyacı hissederim. Ancak “Kalaycı Hilmi Destanı”nı okuduktan sonra yazar hakkında, kurgu, üslup ve olay örgüsünün romana ustalıkla yedirilmiş olması tereddütte mahal olmadığı kanaatini yerleşiyor insana.

“Sene 1330…” sözün başlangıcı adeta. Hatta roman ismi olarak da “Sene 1330” dense hiç de sırıtmazdı diye düşünüyorum.

Turgay Bostan’ın “Kalaycı Hilmi Destanı” kendi alanında fark yaratacak önemli çalışmalardan birisi.
Ocak 2020’de yayımlanan kitap roman formatında yazılmış olmasına rağmen bizleri kadim tarihten itibaren devam ede gelen sözlü kültürün, destan anlatım geleneğinin XVI. yüzyıldan itibaren kahve söyleşilerine dönüşmesi ve kahvehanelerde destan, menkıbe, cönk anlatıcılarına, hikâye anlatıcılarına götürüyor.


Roman Ege’de geniş topraklara sahip bir çocuğun din eğitimi alması amacıyla biraz da zorla hocaya gönderilmesine direnen ve üniversite yıllarında sosyalist bir öğrenci olarak karşımıza çıkan edebiyat öğretmeninin Karadeniz’in şirin bir kasabası olan Ardasa’ya 1970’lerde tayininin çıkmasıyla başlıyor.

 Doğu Karadeniz'in güzel ve küçük bir kasabası olan Ardasa’da göreve başlayan ve bu küçük kasabada Kalaycı Hilmi adıyla tanınan 1330-1914’te askere çağrılan aile fertlerinin değişik cephelerde şehit olması ve ailede başka kimsenin kalmaması üzerine annesinin ısrarı karşısında askere gitmeyen-kaçan okuma yazma dahi bilmemesine rağmen tarihi hikayeleri derleyerek insanlara vatan, millet, bağımsızlık, dürüstlük, tarih sevgisi kazandırmak amacıyla kendisini paralayan aydın bir şahsiyet olan Kalaycı Hilmi’nin anlatımlarından yola çıkılarak derlenmiş ve bir roman formatına dönüştürülmüş satırlardan oluştuğu izlenimi uyandırıyor roman.


Çocukluğu özellikle Anadolu'da feodal, muhafazakar bir ailede geçtiği anlaşılan roman kahramanının ya da anlatıcının gençlik yıllarında Sosyalist düşünceler ve özellikle üniversitede Deniz Gezmiş'in de ve o dönemin gençliğinin de etkisiyle Sosyalist düşünceleri merak salması ve bu düşünceyi hayat felsefesi haline getirmesi, bu düşüncenin bir öğretmenin yaşamında nelere mal olduğunu ve bu öğretmenin Anadolu'da özellikle romanın baş kahramanı olarak görülen Kalaycı Hilmi'nin anlatımları ve Kalaycı Hilmi ile yapılan söyleşilerle hayatın nasıl evrildiğini romandan anlamak mümkün görünüyor.


“Kalaycı Hilmi Destanı” bir yönüyle 1970 sonrası üniversite gençliğinin Türkiye'nin içinde bulunduğu sağ, sol ve islamcı çevreler arasında düşünce çatışmalarının yer yer fiziki çatışmalara, şiddete dönüştüğü bir atmosferle zenginleştirilmiş ve bu atmosfer sonucunda özellikle gençlerin kendi aralarında İslamcı, Ülkücü ve Sosyalist olarak ayrılmaları ve bu ayrışmalar sonucu birbirlerine kurşun sıkacak duruma düşmelerine rağmen üniversite sonrası hayat şartlarının özellikle Ülkücü ve Sosyalist gençlerin birbirlerine daha iyi anlamaya çalıştıkları, hatta güvendikleri ve özellikle bu güvenin dostluğa dönüştüğünü sürece doğru gitmesini de satır aralarından çıkarmak mümkün.

Aynı durum sistemle entegre olmuş İslamcı gençlerin bir mevki makam sahibi olmaları, değişik yerlerde kamu hizmetlerinde görev almaları sonucunda üniversite yıllarında idealize ettikleri adaletli hayat tarzının, insan hakları söylevlerinin kendi hayatlarında-pratik hayatta geçerli olmadığı romanın satırlarında da sıkça zikredilen önemli konulardan birisi olarak dikkatlerden kaçmıyor.

Edebiyat öğretmeni olarak Doğu Karadeniz'de bir kasabaya zor şartlar altında giden bir öğretmenin kasabada hiç de tahmin etmediği olaylarla karşılaşması ve özellikle halk arasında asker kaçağı olarak bilinen 30 yıldan fazla askerin kendisini yakalayacak ve zorla köyünden, kasabasından alıp götüreceği ya da hapsedecek endişesiyle toplum içine çıkmayan Kalaycı Hilmi ile tanışması ile başlıyor ve zenginleşiyor roman.

Son dönemde okuduğum en farklı kurguya sahip romanlardan biri olarak değerlendirmeliyim “Kalaycı Hilmi Destanı”nı. Turgay Bostan’ın senaristliğinin yanı sıra romancılığının da üst seviyede olduğunu, kurgu da olsa romanda kullandığı mekân, olaylar, Kalaycı Hilmi’nin ağzından anlatılan özellikle Çanakkale, Sarıkamış, Kop, Lambos, Eşkıya Bedros, Yemen, Batı Anadolu’da İzmir’in Kurtuluşu… destansı makaleler halk hikayeleri, cönk, Dede Korkut hikayelerinde olduğu gibi anlatılmakta ve unutulmaya yüz tutmuş şifahi anlatım başarılı bir şekilde okuyanlara sunulmaktadır. 

Kalaycı Hilmi’nin destansı anlatımında insanların bir yandan neşeli vakit geçirirken bir yandan da tarih, vatan, bağımsızlık, Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa (Sarı Paşa), Kazım Karabekir, İsmet Paşa, Deli Halit Paşa gibi önder şahsiyetleri tanıması, vatan savunması işlenmektedir. Bu yönüyle Turgay Bostan unutulmaya yüz tutmuş destan, menkıbe, olay anlatımı, kahvehanelerde tarih anlatımı, sohbetleri, menkıbe ve destan anlatımı tekniği ile Kalaycı Hilmi’yi konuşturarak amacına ulaşmış görünmektedir.

Ancak her şeyde olduğu gibi vatan için canını, malını veren ve her türlü fedakârlıklara katlanan insanların hayatları, tarih, menkıbe geleneği Kalaycı Hilmi’nin askere gidememenin vermiş olduğu eziklik, içindeki boşluğu bir şekilde doldurma, vatana olan görevini yerine getirme azminin sonunda yaşadığı hüsran, kahır dolu sitemler…

“İnsan tıpkı kayısı ağacı gibi olmalı. Kuruyup gitmeden, elindekini, eteğindekini dökmeli ortaya. Tatlı meyvelerini sunmalı ayrım yapmadan herkese. Herkes onun meyvesini özlemeli. Koparmalı dalından, alıp götürmeli uzak yerlere, memleketlere. Çoğalsın, daha çok olsun diye herkes tohumu dikmeli...” 

Hayatın anlamını, hayatta var olmanın ne anlama geldiğini en veciz şekilde Kalaycı Hilmi’nin dilinden anlatan yazarın düşüncelerine katılmamak mümkün değil. 

“Kalaycı Hilmi Destanı” kendisinden daha çok söz ettirecektir.