Ne kadar anlatırsan anlat, o yaşayarak öğrenir. İnsan çevresiyle gelişir.

Ebeveynlerin en büyük arzusu, daimi duasıdır; "çocuğumuz yanlışa düşmesin, tamiri mümkün olmayan hatalar yapmasın". Öğütler verilir hep, bazen de yasaklar, kısıtlamalar konur. Hep onun iyiliği içindir, çünkü aklın yolu birdir. 

Dost sohbetlerinde veya bir vaka durumunda hiç tanımadığımız insanlara bile hemen bir öğreti anlatır, tavsiyeler ve çözümler sıralarız istem dışı olarak. Yardımlaşma ve tecrübe aktarımı insanlığın özünde vardır çünkü. Pek çok kimseye bu tavır "bilgiçlik taslamak" veya "akıl vermek" gibi görünse de, yapılan bu spontane davranış aslında gelişmiş bir bilincin göstergesidir.

Bu bir duyarlılık, bir sorumluluk bilincidir. Bu; acılarla, hatalarla, yüksek tecrübelerle edinilmiş, varoluş ile yoğurulmuş, nesilden nesile aktarılmış, paha biçilemez bir şeydir. Bu bilince ulaşmak yaşam demektir, olgunluk demektir.

Ninelerimizden dinlediğimiz masallar, hikayeler, dedelerimizin anlattığı destanlar ve kahramanlık öyküleri hep bir öğretidir aslında. Çocukluktan başlayan bir eğitim, hayata hazırlama tekniğidir. 

Yalnız, herkesin tecrübesine göre, ulaştığı bilinç de tabii ki değişir. Doğru tektir ama insanlar doğruya farklı yollardan ulaşırlar. O sebepledir ki senin anlattığın yol belki onun yolu olmayacak, o aynı doğruya başka hatalar üzerinden ulaşacaktır.

Büyüklerimizden bu tür tavsiyeler, olaylar, masallar ve hikayeler duymayanımız yoktur ama hangimiz bir hata yapmadan yürüyebildik bu hayatta. Kişi, dinleyerek değil, tecrübe ederek öğrenir yaşamı. İyiyi ve kötüyü düşerek bilir, tekrar ayağa kalmayı başarınca bu artık tecrübe ve kazanılmış bir bilinç olur. Sen ne kadar anlatırsan anlat, bir kulağından girer, diğer kulağından çıkar söylediklerin. Anlattıkların, onun anlayabileceğinin ötesine geçmez. Çevre en büyük etkendir kişinin olgunlaşması için. İyisiyle, kötüsüyle bulunduğumuz çevre; bizim sosyal statümüz, olaylara bakış açımız ve geleceğimiz konusunda en etkili faktördür. O kadar etkilidir ki, anne ve babanın dahi bu gidişatı değiştirmeye çoğu zaman gücü yetmez, çaresiz kalır.

"Dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" misali, kimlerle yürüyorsun o yolda gidersin... 

Ve böylece kişilik oturur yavaş yavaş, birey olursun. Her yeni bilincin ardında büyük bir hikaye vardır. Hikayeler üst üste biriktikce kişilik gelişir, gelişir, biraz daha gardını alır hayata karşı insan ve sen olursun.

İşin tuhafı, bilinç ilerledikçe çevresine karşı güven azalır insanda...

Artık sorgulayan bir birey olur, her şeyde bir bit yeniği ararsın, şüphe hiç gitmez aklından. 

Ve bir noktadan sonra yaşadığı toplumun içinden de ayrışır, kendin olursun.

Psikologların özellikle çocukluk dönemini kurcalamaları, hikayenin başlangıcına, evrimin ilk safhasına ulaşabilmektir zaten.

Derler ki; SEN NEDEN BÖYLESİN, SONRADAN MI OLDUN?

Evet, hayat bizi sonradan kendimiz eder.

Depresif bir hal veya bir sinirli ruh hali veyahut tam tersi herşeye olumlu bakan bir Polyana tutumu şeklinde evriliriz. Depresif ve sinirli olmaya daha çok yakındır insan ruhu. Vuku eden her vaziyeyten mutluluğu çıkarıp bulmak zordur çünkü. Hayata hep pozitif bakmak ve başımıza gelen her durumu hayra yormak biraz daha üst bir bilinç oluşumudur.

Yalancı mıyım?