Günümüzde meyhâneler semti(!) diyerek gösterilen ve buna inandıracak derecede görüntü sergileyen Kum-Kapı’nın günümüzdeki sözde meyhânecileri ise; (yabancı turistlere, tarihi hakkında (!) neler anlatıyorlar neler...) Efendim: “Bizans devrinde “Kontos-Kalion”, “Küçük İskele” denirmiş ve bu sahile küçük kum tekneleri yanaşır, iskeleye çıkan mürettebatları buradaki meyhânelerde eğlenir ve yorgunluk atarlarmış vs. Beşinci sur kapısı olarak da ayrıca dikkatlere çekilmiş ve ayrıca: (Türk-Ermeni-Yahudi) ortak kültürü meyhâneler’de Osmanlı mezeleri ile servis yapılır Türk içkisi olan “Rakı” içilir. Şayet arzu eden olursa; “Şarap” vs. de sunulur muş?!... Evet, “İnternet”te böylesi kayıtlara rastladık!... İşte bizlere sunulan, yânî günümüzde sunulan Kum-Kapı’nın özet tarihçesi. İnternet sitesinde günümüzdeki Kum-Kapı Meyhânelerine ait tanıtım reklâmlarında özetle bu satırlar yer almaktadır. Denecektir ki, bunlar yabancı turistler için hazırlanmış ticari reklâmlardır. Bu doğrudur. Ancak; sitedeki tanıtım yazıları İngilizce veya Fransızca değil. Türkçe, yânî hemen her Türkiye vatandaşı okuyabilir ve dağarcığına saçma sapan bilgiler yerleşebilir!... Her ne ise, bu; Kum-Kapı tarihçesi konusunda ahkâm kesenleri ilgilendirir. Biz sadece bu tanıtımda nelerden rahatsız olduk ise, onları yazalım ve yorumunu değerli okuyucularımıza bırakalım!... İstanbul surları dahilinde, Eminönü İlçesine bağlı, Marmara yarımadası sahili semtlerinden Kum-Kapı; doğusundan Kadırga, kuzeyinde Gedikpaşa, batısında Yeni-Kapı ve küçük Kum-Gemileri’nin limanı olarak, Bizans devrinde hizmet vermiş ve Osmanlı devrinde de bilhassa açıkdeniz balıkçıları’nın merkezi limanlarından olarak benimsenmiş bizzat Fatih Sultan II. Mehmed Hân’ın istek ve fermanıyla bu sahil semti merkezi balıkçı limanı olarak himaye görmüştür. Kum-Kapı aynı zamanda Rum ve Ermenilerle mezkun olup, bilhassa Ermeni Patrikhanesi’nin, Samatya’dan Kum-Kapı’ya nakledilmesinden sonra (1461) mezkur semtteki Ermeni nüfusu her geçen gün biraz daha artmış, bilhassa Ermeni’lerin elit sınıfı Kum-Kapı’ya yerleşmişti ki; içlerinde büyük Kuyum Ustaları, Amiralar ve muhtelif san’at dallarından değerli ustalar yer almaktaydı. Şayet onların Kum-Kapı fokloru içinde hayat hikâyelerini özetle de olsa, anlatmaya kalkışacak olursam, emin olun, sadece Kum-Kapı maddesi en az on hacimli büyük cildi bulurdu... Dolayısıyla, fertler üzerinde fazla durmadım ve doğrudan esasa geçtim. Meselâ; şu eksantrik “Türk-Ermeni ve Yahudi” işbirliği ile meydana getirilmiş olan meyhânecilik, evet soruyorum: Meyhânecilik mesleğini, Osmanlı Türkiye’sine tanıtan bu üç kavim mi olmuştur?.. Türk ne zamandan beri meyhânecilik mesleğinin temel kurucusu olarak tanınmıştır?... Keza, Yahudiler ne zamandan beri; Türklerle birlikte Meyhânecilik mesleğini uygulamışlardır?... Mezkûr konudaki: “Türk, Ermeni ve Yahudi” iş birliği hangi asırda ve hangi tarihte zuhur etmiştir?.. Evet! Bu konuda söylenebilecek daha doğrusu, gerçekleri dile getirebilecek yegâne yetkili kişiler; Kum-Kapı’nın havasını, yıllarca koklayabilmiş, ciğerlerine çekerek o iyot kokan havasını teneffüs edebilmiş kadim Kum-Kapılılar veya onların yakın arkadaşları olabilmiş Türk ve Ermeni şahıslar verebilirler ki, ben onlardan birisiyim. Osmanlı’da meyhaneciliği Türkler, Ermeniler ve Yahudiler birlikte başlatmışlardır, diyebilmek için, ya bu üç kavmin ırki özelliklerini tamamen bilmemek veya bizim aklımızın ermediği bir gayeye hizmet ediliyor demektir?... Osmanlı’dan günümüze, “içkisiz veya içkili” lokanta işleten Türk asıllı şahıslar çıkmış ve hatta; ünlü aşçılar da yetişmiştir. Meselâ: Konyalı’dan Abdullah’a, Beyti’den Kaşıbeyaz’a ve daha nice Türk aşçı ve kebapçı yetişmiş ve çok şükür günümüzde de mevcuttur. Ancak, Türk meyhaneci asla yetişmemiş veya olmuşsa da kısa zamanda silinip gitmiştir.. Ayrı bir kültürün ürünüdür ve bu kısmen de değil, tamamen “Bizans’a yânî Rumlara vergi” bir meslek dalıdır; (Esnek olmak, hemen her şekilde müşterilerin kaprislerine katlanabilmek.) bu meslekte birinci kuraldır. Çünkü; “Sarhoştan deli bile korkmuş.” yakıştırması boşa söylenmiş bir yakıştırma değildir!... Yahudilerden; “Tezgâh Şaraphaneleri” çalıştıranlar çıkmıştır. Sonuncusu ise, “Kule-Dibinde” idi ve öyle sanıyorum ki, (1990’larda kapanmıştır.) Ama, meyhaneci asla. Ermeni’lerden meyhaneci hayli çıkmıştır. Ancak hemen hiç birisi Rum meyhanecilerin yerini asla tutamamıştır. Meselâ, meyhanecilikte nam salmış olan: Samatya-Kapılı meşhur meyhaneci, “Piç Onnik”, “Kör Agop”, “Minas” ve Gedikpaşa’nın namlı meyhanecisi “Garbis”, meyhanecilikte mahir olduklarından değil; hoş sohbet bir kimliğe sahip bulundukları yanı sıra, Sur içi İstanbul’unda her geçen gün Rum meyhanecilerin azalmasından dolayıdır. Zira, bilhassa Cumhuriyet devrinde Rum meyhaneciler daha ziyade Beyoğlu’na kaymışlardır. İnternet sitesinde yazılan veya bizlere sunulan ise, tamamen yanlıştır ve tabii ki, düzeltilmesi icap eden bir husustur. Dahası; Türk insanı eğlenmeyi sever ve bu doğru bir tespittir. Ancak, eğlendirmeyi ne sever ve ne de becerebilir. Çünkü, ırki harsları buna manidir. Dahası meyhanecilik hiç de makbul bir meslek sayılmaz. Günümüzde bilhassa Kum-Kapı’da sayılan: (“Hasan’ın Yeri”, “Ahmed’in Yeri” vs.) gibi sözde meyhaneler ise, zaten adı meyhane ve kendileri bal gibi “Balık Lokantaları”dır. Aksini iddia etmek ise, tamamen beyhudedir. İnşallah yeni makalemde buluşabilmek umudu ile hepinize mutlu tatiller dilerim efendim. Not: Bu makale: (2 Nisan 2011 Cumartesi) günü yazılmıştır.