İstanbul’da 2006 yılında yapılan Uluslararası İslam Ülkeleri Ekonomik Kalkınma Forumuna katılmıştık. Toplantıda Cezayir Devlet Bakanı, tüm İslam ülke temsilcilerinden müteşekkil mahşeri kalabalığı coşturan bir konuşma yaptı;

-Coğrafyamızda bugün yaşananların temelinde Osmanlı’nın aramızdan ayrılması yatmaktadır. Bugün Türkiye yeniden Osmanlı’nın rollerini üstlenirse ben ülkem adına Türkiye’ye tabi olmaya söz veriyorum.

Salonda Türk’ten fazla diğer İslam ülkelerinin temsilcileri vardı ve bu sözler dakikalarca ayakta coşkuyla alkışlandı. Mısır’da henüz Hüsnü Mübarek hüküm sürüyordu ve bir sonraki konuşmacı Mısır Devlet Bakanı, mevkidaşı gibi Türkiye’ye tabi olmaktan söz ediyordu. Salonda yine aynı coşku seli, aynı alkış tufanı yaşanıyordu. Kısa bir zaman sonra önce Cezayir, sonra Mısır’da yer yerinden oynadı; Osmanlı’yı özlemle anan, Türkiye’nin yeniden Osmanlı’nın rollerini üstlenmesini isteyip ona tabi olmaktan söz eden hükümetlerin köküne kibrit suyu döküldü.

Mısır’da gidişata yön verme yeteneğini gösteren Türkiye Muhammed Mursi yönetimini destekledi. İki ülke kısa zamanda iyi anlaşınca Haçlıların bahar alerjisi depreşti. Planladıkları ikinci darbeyle Mursi’yi görevden indiren güçler bu yöntemlerle İslam dünyasının hülyası olan ve son yıllarda yüksek sesle dillendirilen büyük birliğe engel olma mücadelesini sürdürdü.

*       *       *

Zenginliği göz kamaştıran Katar, ‘dünyada olup bitenlerin farkında olmanın etkisiyle’ Amerikan büyüsüne kapılmadan, Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmeyi tercih etti. Haçlılar modern silahları ekonomik hamleyle Türkiye’yi iflasa sürüklemek istediklerinde Katar’ın desteği yanımızda oldu.  Sonra bir gün İslam dünyası içindeki Haçlı uşaklarını devreye sokup Katar’ı kuşatarak çökertmeye kalktılar.  Beceremeyince bu defa darbe planlayıp Emir Temim bin Hamad es-Sani'yi indirmeye teşebbüs ettiler.

*       *       *

Afrika’ya yardım götüren gönüllüler, çölde yokluk içinde yaşayan siyah insanların kurtarıcı olarak hasret ve özlemle Türkleri beklediklerini;  Balkanlara seyahat eden dostlarımız ve devlet adamlarımız ‘gelin artık’ diye yalvaran evladı fatihanları anlatmıştı. Fakat bir gün dünya, Güney Amerikan ülkesi Venezuela’nın Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu Türkiye ile kol kola görünce şaşkına uğradı. Hadi Cezayir, Mısır, Katar ile Türkiye arasında dini ve tarihi ortaklık vardı da; Venezuela’ya ne oluyordu? Deniz aşırı bir ülkeyle; kendisiyle ırk, din, dil birliği olmayan Türkiye ile el ele tutuşmak da neydi! Uluslararası toplantılarda platforma serilen bayraklar arasından Türk bayrağını özenle kaldırmak; Diriliş Ertuğrul gibi Türklerin tarihi filmlerini televizyonda gösterime sokarak Türk hayranlığı oluşturmak Haçlılar nezdinde en büyük kabahatlerden olmalıydı! 

Ekonomisi batakta olsa da sahip olduğu maden rezervi ile iştah kabartan bir ülkeydi Venezuela. Üstelik İngiltere Merkez Bankasında da hatırı sayılır altın varlığı duruyordu. Ülkeye çöreklenmiş akbabalardan başını alabilse selamete çıkması çok da zor olmayacaktı.

Ülkesindeki son seçimlerde halkın yüzde 67 desteği ile bir kez daha Devlet Başkanlığına getirilen Nicolas Maduro Türklere bu kadar yaklaşmanın cezasını ödemeliydi. Önce Amerika devreye girip askeri darbeyle kendine yakın bir yönetim oluşturmayı denedi. Beceremeyince bu defa kendine yakın muhalif siyasetçiler üzerinden kurduğu planı devreye koydu. Ülkedeki muhalif parti liderleri tarihte gösteremedikleri birliği ‘güya’ sağlayıp mitingle devlet başkanı devirmeye teşebbüs ettiler. 

Bu arada Madoru’nun, İngiltere Merkez Bankasında duran ülkesinin 8 milyar dolarlık altınını kendi ülkesine transfer edebilmek için aylardır uğraştığını da akıldan çıkarmamak gerek. Hatırlayın; 2000’li yılların ortalarında da İran, Avrupa Bankalarındaki parasını isteyince Haçlı çetesi toplanıp, Amerika’nın verdiği akılla ‘Nükleer silah yaptığı için İran’ın Avrupa Bankalarındaki parasına temlik konulması’ kararı almıştı.

Senaryolar ne kadar da ‘tanıdık’ değil mi?

*       *       *

2006’dan beri Türkiye’de yönetimi değiştirebilmek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan kurutulabilmek için akla gelmedik senaryoları devreye koyan baronlar Türkiye’ye selam verenin dilini, el uzatanın elini kesmeye karar vermiş gözüküyorlar. Dünya, Türkiye ekseninde süren soğuk savaşla birlikte sıcak iklimlere doğru yol alıyor.

*       *       *

POŞET MUHALEFETİ

İçinde her şeyin satıldığı alışveriş merkezleri ve zincir marketlerin henüz hayatımıza dâhil olmadığı yıllarda bakkala, fırına, pazara giderken herkes eline filesini torbasını almayı ihmal etmezdi. Kuruyemiş ve benzeri ürünler umumiyetle gazeteden yapılma kesekâğıdına konularak satılır; zeytin, toz şeker gibi ürünler için naylon torba kullanılırdı. Büyük marketler öncesinde birçok satıcı ‘kârı düşük olduğu gerekçesiyle’ ekmek müşterisine poşet vermezdi. Sonra büyük marketlerle beraber alışveriş çantaları, fileler terkedilmeye başlandı. Reklam ve tanıtıma ağırlık veren firmalar ‘bilinilirliği artırmak adına’ herkesin eline ‘Logolu poşetler’ tutuşturdu. 

Poşet yaygınlığı görünürde hayatımıza büyük kolaylık katmıştı. En azından file, torba taşımıyorduk. Bugünlerde, üstelik de seçim öncesinde hükümetin, ‘çevreye verdiği zarar sebebiyle’ poşet kullanımına ciddi anlamda kısıtlama getirmesine intibak etmede zorlanıyoruz. Oysa hemen herkes piknik alanlarında uçuşan poşetleri görmektedir. Bir ucu toprağın dışında kalmış naylonun zamana nasıl direndiğini görmeyen pek az insan olmalıdır. Poşeti hoyratça kullanan biz insanoğlu, hayatımıza kolaylık sağladığını zannettiğimiz plastik türevlerinin ‘gelecek nesillerin bize emaneti’ tabiata verdiği zararı görmezden gelmeyi başardık!

Evden çıkarken yanına torba almayı adet haline getiren nesille birlikte yaşamamış genç dimağların alışması elbette zor olacak da, bez torba neslinden yükselen ‘acayip’ tepkileri anlamlandırmak zor geliyor!

Cumhurbaşkanı, Belediye Başkanlarını halka ücretsiz bez alışveriş çantası dağıtmaya teşvik ederken, ücretli poşet uygulamasını ‘devletin dolaylı vergi uygulaması’ olarak yorumlamak pek akla uygun gelmiyor. Fakat küresel baskıların oluşturduğu ekonomik krize bir de ‘poşet muhalefeti’ ekleyerek seçime gitmenin önemli bir risk olduğunu söylemek gerekiyor.

MESELE SADECE POŞET DEĞİL

Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği (BYSD) Yönetim Kurulu Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil’in, paralı poşet uygulamasına ilişkin kanunun yemeklik yağ için ‘litre başına 10 kuruş atık yağ bedeli’ getirdiğini açıklaması; ‘Fiyat artışlarına devletin sağladığı katkı’ olarak yorumlandı. Helvacıgil’in ‘ambalaj ürünlerine  geri dönüşüm katkı payı öngörüldüğü ve bunun gelecek yıl enflasyonu artıracağına yönelik  öngörüsü’ ekonomik sıkıntıların devamına işaret ediyor.