Gün geçmiyor ki insanların hayatlarını değiştiren önemli olaylar yaşanmasın.
Gün geçmiyor ki insanın önüne fırsatlarla beraber olumsuzluklar da çıkmasın.

Türkiye gibi kadim medeniyetlere ev sahipliği yapan bir coğrafyanın şehirlerinde yaşamak insana sorumlulukların en yücesini yüklüyor.

Şehirlerin kaderi insanların kaderiyle ölçülür derler.

Şehirlerde yaşıyorsanız yaşadığınız şehirlerin kaderini de ister istemez kabul etmişsiniz demektir.
Şehirlerin kaderi ile içinde yaşayan insanların kaderi epey bir süredir istenilen ölçüde değil.
Hâlbuki İstanbul, Erzurum, Amasya, Konya,  Manisa gibi şehirlerden bugüne kadar ulaşabilmiş nakış kış nakış işlenen camileri,  köprüleri,  çeşmeleri, hanları, hamamları kütüphaneleri ile bize göz kırpmaya devam eden kadim medeniyetin gökteki yıldızlar gibi parlak eserlerini bünyesinde barındıran şehirlerin bir süredir mahzun bakışlarıyla bizi hala beklemeye devam ediyor olması ne hazin bir acı veriyor insana!

Şehirlerin kadrine terk edilmişlik hali ve özlenen günlere olan bekleyişleri uzun süredir devam ediyor.  Ne üzücüdür ki bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.
Dedim ya şehirlerin kaderi ile şehirde yaşayan insanların kaderi ortak yazılmıştır. 

Bu öyle bir kaderdir ki yüzyıllar ötesinden bugüne, bugünden yarına bizleri sorumluluk yükleyen ve bu sorumluluğun üstesinden gelmemizi adeta bir kanun maddesi gibi koşullandıran bir kaderdir.
Bilirim kaderin üstünde bir kader vardır. Bütün kaderler kendi çabalarımızla belirleyeceğimiz kadere varmak içindir. 

Ancak şunu da bilirim ki bu anlayışı da terk edeli epey zaman oldu!
Şehirle kader birlikteliği yapan insanlar şehrin içinde ve şehri yaşamaya devam edenlerdir. Ancak, kaderlerini şehirden farklı görenler medeniyetten farklı, medeniyetten ayrı ve medeniyetten bigâne olduklarının farkına varamayanlardır! 

Şehir, medeniyet, insan arasında ayrım yapmak güçtür. Şehrin ve medeniyetin şekillendirdiği varlıktır insanoğlu. 

Medeniyetten uzak şekillenen insan zihni ve ruhu kaderini, benliğini ve şehrini; geleceğini kendi belirlemiş sayılır.
Medeniyetimiz şehirli bir medeniyettir.
Bizim medeniyetimiz bedevi bir medeniyet değildir.
Bizim medeniyetimiz insan merkezli ve insanın mutlu ve huzurlu yaşayabileceği bir medeniyet temeli üzerine oturmuştur. Bu medeniyetin en önemli duraklarından birisi şehirler ve şehirlerin emzirdiği insanların oluşturduğu madde ve mana iklimidir. 

Şehirlerden beslenen insanlar şehirlerine bigâne kalamazlar. Kalmamalıdırlar.
Şair İsmet Özel’in dediği gibi " Şehrin insanı şehrin, ucuz cesaretlerin insanı, pahalı zevklerin" olmamalıdır.
Medeniyet, kültür ve irfan boyasıyla boyanıp medeniyet boyasından nasibini alanlar ancak geleceğin mimarları, gönül dünyamızın ebedi dostları olacaklardır. Bunu sağlayacak olan yegâne hazine yine de şehrin hazinesidir. 

Şehirlerimizin hazineleri birçok badireler atlatarak bu günlere ulaştıysa ve bizleri beklemeye devam ediyorsa bir kuyumcu titizliğinde olan insanlar bu hazineleri yeniden ortaya çıkarma, parlatma ve kıymetlendirmekle görevlidirler. Aksi halde kem gözler ve talancılar her zaman olduğu gibi gözlerini şehre, medeniyete dikmiş beklemeye devam etmektedirler.

Ancak medeniyeti madde ve mana anlamında seven, kucaklayan, kalbinde yaşayan ehil insanları bulup çıkarmak ta bizlerin asli görevidir. 

Şehirle hemhal olmuş, adeta şehri omuzlarında taşıyan gönüllü irfan elçilerini ortaya çıkarmak seçimden seçime atılan oylarla mümkün olmayacaktır. 

Bilinmelidir ki onlar aramızda, yanımızda, yöremizde kozalarını örmeye devam etmektedirler. Yeter ki emaneti ehline verme niyeti taşıyalım. www.tarihistan.org